Afyon’da, 25 vatan evladının şehit olmasına yol açan mühimmat patlamasının toplumda oluşturduğu infial sürerken, medyada da tarihe yolculuk yapılıyor.
Misal dün Murat Bardakçı Haber Türk gazetesinde, tarihteki en büyük mühimmat patlamasını kaleme aldı. Bardakçı’nın o yazısından küçük bir alıntı yaptıktan sonra biz de benzer bir örneği, hem de yakın tarihten vereceğiz.
“Türkiye cephanelik patlaması ile ilk defa 1578’de, Budin’de tanıştı. Şehirde meydana gelen bir depremin ardından düşen yıldırımın baruthaneyi havaya uçurması ve çok sayıda askerin hayatını kaybetmesi üzerine âfetin sorumluluğu siyasî çekişmelerden dolayı Budin Beylerbeyi Mustafa Paşa’nın üzerine atıldı ve Paşa kellesi kesilerek idam edildi!”
Bizim ordu tarihimizde ne yazık ki, düşmanla savaşmadan da şehit olma geleneği var.
İşte size Sarıkamış olayı…
Kimi rivayete göre 90, kimine göre de 40 bin askerimizin şehit düştüğü Allahuekber Dağları’nda, muharebe ettiğimiz Rus Ordusu değil, “general kış”tı. Ne kadar acı olursa olsun gerçek değişmiyor: Askerimiz, o dağlarda neredeyse tek kurşun atmadan, kara kış’ın soğuk koynunda ebedi uykusuna dalıp gitti. Binlerce Mehmet, adına Sarıkamış Muharebesi denilen Osmanlı-Rus savaşında düşmanla savaşmadan şehit olduğunda, gazetecler o sıra İstanbul’da bulunan dönemin Erkan-ı Harbiye Reisi Enver Paşa’ya, “Niçin böyle oldu” diye sorduklarında, istifini bile bozmadan şu cevabı vermişti:
“Nasılsa ölmeyecek miydiler”
Evet… o kadar basitti!
Çünkü koskoca bir imparatorluğun köküne kibrit suyu eken romantik maceraperest Enver Paşa’ya göre kurşun bile atamadan şehit düşen vatan evlatları sadece “tane”den ibaretti.
Nasıl ki, günümüzde de pek anlı şanlı bakanlar televizyon ekranlarında şehit düşen asker sayısını verirken “25 adet” diyorsa…
O gün de Enver Paşa aynı düşünüyordu.
Bu yüzdendir ki, tam olarak bilmiyoruz Allahuekber Dağları’nda doksan mı, yoksa 40 bin askerimiz mi şehit düşmüştü?
Yahu arada 50 bin var.
Haydi anladık sizin için vatan evladının bir önemi yok; ama hiç olmasa boşu boşuna ölen insanlarımızın çetelesini tutsanız bari…
Tabii ki tek örnek Sarıkamış değil, Kıbrıs’ta da kendi uçaklarımızla kendi gemimizi batırmadık mı?
Biraz daha önceye gidecek olursak tarih bize Erzurum’daki o büyük faciayı gösteriyor:
Yıl 1962.
Yer Giregörsek (Yeşildere) Köyü.
Yanarak ölen asker sayısı: 58.
Yaşı ellinin üzerinde olan her Erzurumlu o büyük faciayı mutlaka hatırlar.
Kış tatbikatından dönen asker, Giregörsek’te konuşlandırılmış olan taburundaki bölüklerine geçer. Herkes yorgun ve bitkindir.
Hava buz kesmekte… Asker hem üşüyor, hem de yorgun.
Amerikan tipi baraka koğuşlardaki talaş sobaları ateşleniyor. O günkü nöbetçi başçavuş, kimse dışarı çıkmasın diye koğuşların kapısını dışarıdan kilitliyor.
Derken, nasıl olduğu (tıpkı Afyon’daki patlamada olduğu gibi) bir türlü anlaşılamayan bir nedenden ötürü, bütün koğuşları ateş sarıyor. Yorgun ve uykusuz asker kendisini dışarıya atmaya çalışıyor ama heyhat bütün kapılar sürmeli.
O gece Giregörsek’te 58 vatan evladı, koğuşlarında cayır cayır yanarak şehit oluyor.
Onlar ne cephe görmüşlerdi, ne düşman, ne de göğüs göğse çarpışma…
Koğuşlarında yanarak şehit düşmüşlerdi.
Sözün özü demek istiyoruz ki biz millet olarak, savaşmadan askerini şehit vermeyi en iyi bilen bir milletiz!
1578’deki tarihin o en büyük patlamasının bedelini, Budin Beylerbeyi Sokullu Mustafa Paşa canıyla ödemiş.
1962 yılındaki Giregörsek faciasının bir bedeli oldu mu, olduysa kim ödedi bilmiyoruz. Çünkü işin o kısmına dair bir kayıt yok.
Afyon’da ne olur onu da bilmiyorum.
İşin doğrusu kimsenin bir bedel ödeyeceğini de zannetmiyorum.
Baksanıza Afyon Valisi ve genelkurmay başkanı nasıl hediyeleşti!
Paşa, Vali Bey’e Afyon’u ziyaretinin anısına plaket verdi, O da Paşa’ya kilim ve satranç takımı arzetti!
Ve her ikisi de bu muazzam dayanışmalarından ötürü, hükümet tarafından “aferin” aldı.
Halk öfkelenmiş, üzülmüş, isyan etmiş…
Ne önemi var ki; geçin onları!
Siz sonuca bakın:
Paşa da, Vali de halinden memnun mu, değil mi?
Gerisi hikaye…
Enver Paşa, kaçıp gitmeseydi bile siz inanıyor musunuz ki biri çıkıp da, hesap soracaktı.
Bu ülkede, savaşmadan şehit düşen hangi askerin hesabı verildi ki bugüne kadar, Afyon’dakiler de verilsin?
Sadece…
Millet ağıt yakıyor, şiir yazıyor, türküler söylüyor.
İşte bizim Orhan Bozkurt, o gün Afyon faciasını izlerken sarılmış kağıda kaleme ve her bir mısrası zehir bir ok gibi kalbimizi delen şu dizeleri döktürmüş.
burası misak-ı milli mi
misak; misvak olmuş
milli kim, belli değil ki
dişleri batmış kana birlerinin
dilleri zilli mi zilli
ninni milletim ninni...
can olsun diye emdiğim
dolu dolu memelerin kanıyor
gözlerin kor
kor anam
sütün haram mı
bütün bebelerin ölüyor
Okuyup geçeceğiz, o kadar…