Bu türkünün kaynağı, hep yaşadığımız yokluklar, savaşlar, esaretler ve hasretlerdir. Türkü bir savaş anında yaşanılan acı olayların üstüne yakılmıştır. Bu türküde bir ananın feryadı, gözyaşları; bir yavrunun ateşler içinde yanışı, kavruluşu vardır. Özellikle Erzurum yöresinde savaşların acılarını dile getiren yüzlerce öykülü türkü vardır. Bu türkünün öyküsünü bana, köyümüzdeki Ömer Çavuş adlı Narman, Toygarlılı yaşlı bir amca anlattı. Ömer Çavuş, Enver Paşa'nın alayında askerlik yapmış. Bana bu türküyü hem söyledi, hem ağladı hem de hikâyesini anlattı. Mehmet Çavuş, Yemen'de de savaşmış. Türkü söylemeyi, hikâye anlatmayı çok seven birisiydi. Köyde çocuklar onun dizinin dibinden ayrılmazdı. O, türküler söyleyip hikâyeler anlatırdı. Biz gençler bile çoğu zaman huşu ile onu dinlerdik. Bazı hikâyeleri anlatırken gözlerinden yaşlar boşanırdı. Bu türkünün hikâyesini de şöyle anlattı:
Tahminine göre 1915 yıllarıydı. Yani Ermeni mezaliminin olduğu yıllar. O yıllarda Ermeniler özellikle Doğu Anadolu'yu kan gölüne çevirmişlerdi. Bir gün Erzurum'un Hasankale ilçesine bağlı Tımarlı köyü halkını bu Ermeni çeteleri köy meydanında toplarlar. Köyde zaten çoluk-çocuk, kadın ve yaşlılar kalmış. Köyün gençleri yedi cephede savaşan ordumuzun saflarına katılmış yıllardır savaş meydanlarındadır. Eli silah tutabilecek bazı erkekleri üç-beş gün önce çeşitli yalanlarla alıp bir tenhaya götürerek kurşuna dizmişler. Ahaliyi köyün ileri gelenlerinden birinin avlusuna getirirler. Avluya bitişik ahır ve samanlık vardır. O yüzden en geniş ve en uygun yer olarak burayı seçerler. Tabii köyde en geniş kapalı yer, bizim merek dediğim bu tür mekanlardır. İnsanları mereğe doldururlar. küçük yaşlardaki balalar çok sevinirler. "Bize ekmek, aş vereceklerde doyasıya yiyeceğiz" diye.
Ama diğer insanların yüreği kuşkuyla karışık korkularla doludur. Bunların ne yapacağı belli olmaz. Gözleri dönmüş bu çeteler, duyduklarına göre tüm köyleri, kasabaları yakıp yıkıyorlarmış... Çete mensupları halkı mereğe kapadıktan sonra kapıları iyice kapatırlar. Biraz sonra kapıların önüne torbalar dolusu birşeyler koyarlar. Bazıları bunları erzak torbası sanarlar. Halbuki bu torbalar barut ve saman doludur. Biraz sonra bunları ateşe verip avlu ve merekteki halkın üzerine atarlar. Samanlar alev alev yanar. Bu alevler içinde insanlar da çığlık çığlığa yanarlar. İşte bu mezalimden, yangında, ablasının kendisini alevler içindeyken bir taşın altına ittiği, sekiz yaşlarında, Şeref (Servet) adında bir çocuk sağ kalır. Mevsim kıştır. Servet o taş merdivenlerden sürünerek avlunun duvarına çıkar. Sürünürken de karnı, kolları ve bacakları yangında ısınan taşlarda yanar. Duvardan atlayan Servet, köyden güç bela uzaklaşıp bir kayadibine saklanır. Gün çoktan kararmıştır. Sabah olunca Servet ovaya doğru şöyle bir bakar ki bütün köylerden dumanlar yükseliyor. Köyü dumanlar kaplamış. Bir yakın köye gider. Orada bir eve sığınır. O köyleri de yakıp yıkmışlar. İşte bu viraneye dönmüş köylerden birinde de çocuklarını bir odaya koyup, komşulara yardıma giden, döndüğünde çocuklarını katledilmiş olarak bulan bir ananın inlemesidir bu türkü.
Bir rivayete göre de (namusunu korumak için kayalıklara Servet gibi saklanan, sonra da yuvası dağılan) bir kadının, beşikte yavrusunun yanmış cesedini görmesi sonucu "Artık buralarda yaşamak zor" diyen Servet gibi yetim çocukları da beraberine alıp etraf köylülerle Anadolu'nun içlerine doğru göç eden perişan bir ananın feryadıdır bu türkü. Bir haykırıştır.
Bir sandığım vardı telden sırmadan;
Bir çift balam vardı gülden goncadan;
Seyran kadın saçın yolsun durmadan;
Gide de gelmeye kötü seneler.
Seneler seneler hayın seneler
Gide de gelmeye kötü seneler
İşte böyle, böyle hal deli gönül
İster ağla ister gül deli gönül
Kuşmuyduz uçtuz körpe yaşızda;
Cenazeniz yuna yarın başında;
Mezarız kazıldı köyün başında;
Seneler seneler hayın seneler
Gide de gelmeye kötü seneler
İşte böyle, böyle hal deli gönül
İster ağla ister gül deli gönül
Osman Çavuş gelir elsiz ayaksız.
Körpe yavrularım yandı kundaksız.
Bize taksimat bu kaldık otağsız.
Seneler seneler hayın seneler
Gide de gelmeye kötü seneler
İşte böyle, böyle hal deli gönül
İster ağla ister gül deli gönül
Bir yanım Erzincan vermem Bayburdu,
Yıkılsın düşmanım tahtiylan yurdu.
Sağ olasın anam beni doğurdu.
Seneler seneler hayın seneler
Gide de gelmeye kötü seneler
İşte böyle, böyle hal deli gönül
İster ağla ister gül deli gönül
Tutuştu ağıllar, dört bir yan yandı;
Yavrularım beşiğinden uyandı;
Herkes ağlıyordu her taraf kandı.
Seneler seneler hayın seneler
Gide de gelmeye kötü seneler
İşte böyle, böyle hal deli gönül
İster ağla ister gül deli gönül
Akşamdan yükleri tay eylemişler;
Sabahtan öküze hoo eylemişler.
Erzurum satılmış pay eylemişler.
Seneler seneler hayın seneler
Gide de gelmeye kötü seneler
İşte böyle, böyle hal deli gönül
İster ağla ister gül deli gönül
Bir sandığım vardı sırmadan telden;
Bir çift yavrum vardı tomurcuk gülden.
Nasıl ayrılayım gül yüzlü yardan?
Oğul Palandöken kar yine
Geç gelir bahar yine
Oğul çıkar yollara bakar
Ela gözlü yar yine
(Yöresi: Erzurum; kaynak kişi: Âşık Fuat ÇERKEZOĞLU; derleyen: Merdan GÜVEN)
Çok güzel bir yazı.Teşekkür ediyorum.Ödevimde yardımcı olduğunuz için...
hadi ordan bu türkü bayburtun herşeyi çalıyonuz
bu güzel türkü hikayesi için çok sağolun...