Bir güzel adam...

El hak doğru...… Yalnız geldik, yalnız gideceğiz. Ya baş yastıkta, ya da bir otelin beton enkazının altında; ya da kimbilir nerede, nasıl...… Ama öyle ama böyle...…

El hak doğru...…

Yalnız geldik, yalnız gideceğiz. Ya baş yastıkta, ya da bir otelin beton enkazının altında; ya da kimbilir nerede, nasıl...…

Ama öyle ama böyle...…

Tıpkı geldiğimiz gibi gideceğiz.

Ne ana, ne yar, ne de evlat...…

Tek başına geldik, tek başına gideceğiz....

Değil mi ki, "…yol da O`nun varlık da"

Amentümüz odur ki: Ahret gününe inananlar ya hayır söylesin, ya da sussun...Gelin hep birlikte hayır söyleyelim ve dua edelim.

Madem ki, tam da Necip Fazıl`ın dediği gibi, "Kader; beyaz kağıda yazılmış sütle yazı. Elindeyse beyazdan gel de sıyır beyazı." ise...…

Teslim olmalıyız, hem de bihakkın teslim.

Zira:

Kaza geliyor, tedbir bozuluyor.

Yani kaderimizi yaşıyoruz; çünkü mukadderat tecelli ediyor.

Hani...…

"Dayan Sebahattin, dayan" demiştik ya hani… Daha yazının mürekkebi kurumamıştı ki, duvarda Sebahattin`in silüeti göründü, kulaklarımda sesi çınladı.

Yine muziplik ediyordu ve yine gözlerinin altındaki torbalar göz bebeklerini gizlemişti.

Allah`a yürümenin huzuru vardı yüzünde.

Altında değil, üstündeydi enkazın...…

Bir an korktum. Sandım ki sitem edecek: "Dayan diyorsun ya, kolaysa gel de sen dayan"

Suskundu; ama mütebessimdi.

Seslenmedi; öylece bakıyordu...…

"Cücük niye konuşmuyorsun?" diye soracak oldum, soramadım...…

Soluğum kesilmişti, unutmuştum kelimeleri...…

Ve hayat böyle bir şeydi galiba.

Tanıdıklarımın neredeyse çoğu göç edip gitmişti...…

Anam, bacım, yakınlarım ve de dostlarım...…

Sebahattin de onlardan biriydi.

Aynı çatı altında aynı havayı solumuş, aynı haberin peşinde koşmuştuk birlikte...…

Sonra O kendi kaderini yaşadı; bizi kendi kaderimizle baş başa bıraktı.

"Geçmiş kalbimde bir mazidir" diyordu şarkılar...…

Tam da öyle...…

Ve değişmeyen gerçek:

Allah`tan geldik, Allah`a gideceğiz...…

Sebahattin bizden önce gitti.

Ne belli?

Belki de O bizden daha şanslıydı.

Üstat demiş ki:

"Ölüm güzel şey budur işte ötelerden haber;

Hiç güzel olmasaydı, ölür müydü Peygamber?"

Van`a hicret etmişti...…

Çünkü Erzurum`da kapılar kapanmıştı yüzüne...…O da, Reyhani usta gibi sitem yüklüydü...…

Fakat Erzurum, tükenmez bir sevdaydı O`nun kırık kalbinde...…

"Ne zaman döneceksin?" diye sormuştum bir gün. Şöyle demişti bana:

"Kimbilir belki sağ belki ölü, ama mutlaka geleceğim"

Sebahattin sözünü tuttu.

Erzurum`a döndü...…

Uzaktan yakından gelen dostları, çocukları, eşi, yakınları ve cami avlusunu hınca hınç dolduran meslektaşları saf saf olmuştu dün...…

Sebahattin gelmişti ya...…

Hep bir ağızdan, tekrar ettik:

"Hakkımızı helal ediyoruz"

Baş tarafı geniş, ayakucu dar bir kutunun içindeydi.

Beton yığınlarının altından çıkmış, tahta bir tabuta girmişti...…

O bir şehitti artık.

"Bir gün geleceğim" demişti ya, dediğini yaptı.

Sılasına ve dostlarına döndü...…

O sözünü tutmuştu bir şekilde; ya biz?

Ne sözler verdik, ne imzalar attık hayata dair; hem de yarınını bilmediğimiz bir dünya için...…

Acaba biz de Sebahattin gibi sözümüzü tutabilecek miyiz?

Ölü ya da diri!

 "Ayva sarı, nar kırmızı sonbahar"

Sebahattin Erzurum`a geldiğinde mevsim kış`tı.

Yani tam da "ayvanın sarı", "narın kırmızı" olduğu bir zamandı. Sonbaharı geçmiş, kış`a "merhaba" demiştik.

Ne de çok severdi, lapa lapa yağan kar`ı...

Van`da yaşıyordu ama bir yanı hep buradaydı.

Mecbur kalmasaydı, hiç gider miydi?

Zor şartlarda gazetecilik yaptı, aç kaldı ama avuç açmadı.

Yalan habere imza atmadı, çıkar uğruna kimseye dalkavukluk etmedi.

Sessizdi, iddiasızdı fakat bir o kadar da farklıydı.

Baksanıza ölümü bile sıradan olmadı.

Şu gök kubbede hoş bir seda bıraktı. Allah rahmetiyle haşreyler inşallah...…

Makamı cennet olsun.
Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.