Bu hafta o yazdığım sıkıcı yazılardan sizleri kurtarıp, bayram tadında bir anı paylaşacağım. Bu ara tüm İslam aleminin kurban bayramını kutlar, herkese sağlık ve esenlikler dilerim.
Bitlis ilinin kurtuluş bayramı için olsa gerek vilayetten akşamüstü bir emir geldi. Derhal hazırlığımızı yapmamız ve anılan gün ve saatte Bitlis te bulunmamız emrediliyordu.
Karayolları Bölge Müdürlüğü'nden olacak... Bir otobüs verileceği, davul-zurna ücretinin Bitlis ilinden karşılanacağı, ayrıca yeme, içme, yatma gibi ihtiyaçların da oradan karşılanacağı bildiriliyordu.
Hemen hazırlığımızı yaptık, ertesi gün saat 7 de Bitlis'e hareket etmek üzere organize olduk.
Sabah saat 7 de kurumun önüne kamyondan bozma bir otobüs yanaştı. Ufak-tefek sevimli bir şoförü vardı. Hemen tanıştık, kısa zamanda samimi olduk. (Ekrem) Dedim ya otobüs kamyondan bozma. Şoförün arka tarafına yakın yere yarım metre yüksekliğinde bir motor duruyor. Üzerine halıya benzer bir örtü atmışlar. Arka taraflarda 3'er, 4'er kişi oturabilecek şekilde banklar koymuşlar. Demir profilden yaptıkları o bankları mavi renkli muşamba ile kaplamışlar. Bunu şehir içinde ''İşçi servisi'' olarak kullanıyorlarmış.
Derken yola çıktık. Azami süratı 60 kilo metre, yokuşları çıkarken 15-20 kilo metreye kadar düşüyor. Allah kaza bela vermezse 5-6 saatlik yolu 14-15 saatte anca alabileceğiz. Motorun da bir gürültüsü var ki, hepimizi sarhoş ediyor.
Ne kadar gittik bilmiyorum, otobüsümüz düz bir ovada yol alıyor. Gülmeler, bağırmalar olunca geriye döndüm. Aynı anda arka kapı açıldı, oradan içeriye toz doluyor, hemde soba bacası gibi. Kapının önünde oturanların hepsi toz duman içinde kaldı. Önde oturanlar onların bu haline kahkahalarla gülüyorlar. Ama o gülenlerin farkında olmadıkları bir şey var. Motorun yanından bir yerden, ip şeklinde mazot fışkırıyor ve orada oturan birinin üstüne başına yapışıyor. Oda farkında olmadan yüzünü siliyor, bu mazotu her tarafına bulaştırıyor. O toz duman içindekilerde mazotlulara gülüyor.
Şükrü, üstüne sıçrayan mazotun önünden kaçmıyor, orayı işaret ederek ''Bak, bak nereden söktü çıktı''diyor. Tabii elbisesi yüzü, gözü, mazot olmuş.
Hemen otobüsü durdurduk, yolun kenarına çektik, alelacele dışarı boşaldık. Hala gülüşmeler devam ediyor. 40-50 metre ileride bir bostanın (kavun-karpuz tarlası olabilir) başında kulübe gibi bir ev var. Yıkanmak temizlenmek gayesi ile o eve kadar yürüdük. Birden etrafımızda 3-4 silahlı kişi belirdi. ''Durun kımıldamayın yoksa vururuz...'' Canlanmak ne mümkün. Adamlar yanımıza gelince onlarda gülmeye başladı. Biraz rahatladık. İkisi özel harekat timlerindenmiş, mahalli kıyafet giymişler, köylülerden farkları yok. Sohbet ettik, bize bayağı yardımcı oldular. Biraz sonra meşhur otobüsümüzde yanımıza geldi. Patlayan mazot hortumu tamir edilmiş, birazda temizlenmiş vaziyette. Tekrar yola revan olduk.
Akşama doğru Bitlis'e giriş yapabildik. Öğretmenevini sorduk, tarif ettiler. Öğretmenevi yüksekçe bir yerde, dar bir yoldan oraya doğru çıkıyoruz. Öğretmenevi'nin önü oldukça geniş, ama o alana çıkabilmek için önümüzde bir viraj var. Otobüsün ön tarafı virajı dönmüştü ki (2-3 metre sonra düzlük) Aaa ..! Şoförün elinde direksiyon simidi. Otobüs geri kaçacak, frene basmış bağırıyor; ''Çabuk olun, aşağı inin, tekerlere takos koyun, çabuk olun, parke taşı koyun, taş koyun...'' Hızla dışarı boşaldık orada ne bulduysak tekerlerin arkasına koyduk. Otobüsün geri kaçmasını böylece engelledik. Otobüs bir geri kaçmış olsa beklide alttaki mahalleyi dümdüz edecek. Derin bir nefes aldık....
Şoför Ekrem'de dışarı çıkmış, kaldırımda bağdaş kurmuş, sigarasını yakmış, arabasına bakıyor; ''Müdürüme dedim, müdürüm bu araba uzun yola getmez, kime anlatacahsan gardaş?''
Öğretmenevi'nden çıkanlar bizi karşıladılar, hoş-beşten sonra eşyalarımızı alarak odalarımıza yerleştik. Aşağı indiğimizde Ekrem direksiyon işini halletmiş, otobüsü uygun bir yere park etmiş, neşesi yerine gelmiş çay içiyor.
Bitlis'te iki gün kaldık, törenlere katıldık, şehrin muhtelif yerlerinde gösteriler yaptık. Bir haber geldi. Ekip idarecilerini Vali yardımcısı bekliyor, harcırahlar ödenecek. (9-10 İlden bizim gibi ekip var) İçeri girdiğimde ekip yöneticileri vali yardımcısının odasında bulunan bazı kişilerle bayağı pazarlık ediyorlar. ''Bize verilen söz böyle değildi, verdiğiniz para masraflarımızın yarısı değil, dönüşte de yemek yiyeceğiz, şu kadar yoldan geldik v.s.'' Adamlar eziliyor, mahçup oluyorlar ama kibarlığı elden bırakmadan bu halkoyunları yöneticilerine cevap vermeye çalışıyorlar. Hemen devreye girme lüzumunu hissettim. Kendimi tanıştırdıktan sonra ''Biz buraya ticaret için, para için gelmedik, Erzurum'u temsilen buradayız, bize ödeyeceğiniz ödenek ne kadarsa onu alıp gitmek istiyoruz'' dedim. Hemen bana zarf içinde daha önceden hazırladıkları meblağı teslim ettiler. ''Allah'a ısmarladık'' dedim, çıktım.
Bu arada Bitlisli üstat oyuncu Sadık Koçyiğit'in o iki gün zarfında bize gösterdiği ilgiyi unutmak mümkün değil, kendisini hürmetle yadediyorum.
Artık dönüş yolculuğu başladı. Yola çıktıktan sonra zarfı açtık. Bu paranın hepsini davul-zurnaya versek biz aç kalacağız. Onlarla anlaştım. Parayı tam ortadan ikiye böldüm. Yarısını davul-zurnaya verdim, diğer yarısıyla da arabayı bir mesire yerine çekerek, ekmek, kavun, karpuz, peynir, üzüm ve kola alarak ekibin karnını doyurdum.
Tekrar yola çıktık. Sağ tarafımızda Van gölü var. Göle bakarak yol alıyoruz.
Birden ön tekerlekten "küüüt ..." diye bir ses geldi. Durduk. Ne oldu? diye dışarı çıktık. Yola yuvarlanan bir taş parçası sağ tekere vurmuş, dingil eğilmiş, ön tekerler sağa bakıyor. Bu şekilde otobüsün gitmesi imkansız. Ama Ekrem, ''ben hallederim'' diyor.
Çocuklar, ''Sen halledinceye kadar bizde Van gölüne yakından bakalım'' diyerek göle doğru yürümeye başladılar. Yol ile Van gölü arasında yaklaşık 100 metrelik toz-toprak bir alan var. Traktörle sürmüşler, yürüdükçe yerden toz kalkıyor. Nihayet göl kenarına kadar yürüdük. Gölde el, yüz yıkadılar, bazıları eşofmanlarını çıkararak dizlerine kadar suya girdiler. Bazı şakalaşmalar odu. Aralarında işaretleşerek birini eşofmanları ile birlikte suya attılar. Şakalaşmaların boyutu değişmişti; kim, kimi tutarsa suya atıyordu. Van gölü bize Antalya Lara plajı olmuştu. Artık sıra güneşlenmeye gelmişti. Gölün kenarına güneşlenmeye çıkanlar gri (boz) bir hal alıyordu. Ne bilsinler gölün sodalı olduğunu. Yine birbirlerine bakarak gülüşmeler başlamıştı. İyi bir anı olur diye ben 12 pozluk fotoğraf makinamla o anları ölümsüzleştirmeye çalışıyordum. Örgüt Atilla'nın öyle bir pozunu yakalıyorum ki herkes yalvararak o pozdan bir tane istiyor. Lokantasında beleş yemek yemek için şantaj yapacaklar.
Tam o sırada ana yoldan tozu-dumana katarak bir kamyonun yeniş-aşağı hızla bize doğru geldiğini gördük. O tozlu tarlada durması bir daha yerinden kalkmaması demekti. Yanımıza öyle bir hızla geldi ki hepimiz sağa sola kaçışmak zorunda kaldık. Durunca ne görelim bizim Ekrem... Dingili düzeltmiş, arabayı çalıştırarak bir an önce yanımıza gelmiş ki oda denize girsin. Nasıl yaptın dedik; '' Hani o çarptığım taş var ya, onu diğer tekerin önüne koydum, bir-iki sefer hızla vurunca düzeldi'' dedi. Çocuklar hemen onu da üstü-başıyla suya bastılar.
İşte böylece o Bitlis seyahati de hoş bir anı olarak hafızalarımızda kaldı...