Yaşı hayli ilerlemesine rağmen bekardı.''Onlarda seni bizim köyden evereceğiz.. '' diye takılırlardı.
Kendini adeta Erzurum Barlarına konsantre etmişti. Sanki hayat sadece Erzurum Barları üzerine kurulmuştu. Bu konuda nerede bir kitap bulsa , köstek bulsa satın alırdı. Bu konudaki kütüphanesiyle çok öğünürdü. "El yazması kitaplarım bile var "derdi. Bana o kütüphanesini görmek nasip olmadı . Rahmetli olunca bu işten hiç anlamayan küçük kardeşi bütün kütüphanesini 3-5 kuruşa satmıştı. Bu yaramaz küçük kardeşi bir gün elinde birkaç dergi bana geldi:
''Ağabeyimden bu kitaplar kaldı,satmak istiyorum''dedi. Kitaplara baktım, çoğu benim Ömer Abi'ye verdiğim o zamanın yayınları, dergiler. ''Bunları zaten ben Ömer abiye vermiştim'' dedim. ''Asıl diğerleri, yazma kitaplar, o kalın ciltli kitaplar nerede?" diye sordum. ''Onları sattım, sadece elimde bunlar kaldı'' dedi. Nasıl sinirlendiğimi anlatamam... ''Onları kime sattın, hatırlıyor musun? Ben onları geri alacağım'' dedim. ''Hatırlamıyorum ''dedi. Kovmadım ama kovmaktan beter ettim. Çıkarken, ''Hocam Bar elbiseleri de var'' dedi. ''Hemen getir satın alacağım'' dedim. Getirdi, yarı parasını ekipte oynayanlardan, yarı parasını da ben ödeyerek elbiseyi satın aldım. O elbise beklide Erzurumun en eski bar elbisesiydi. O elbiseyi üst kattaki koridorun köşesinde bir vitrin içinde teşhir ettim .Üzerine de kısaca Ömer Göçmenli nin hayatını ve elbisenin değerini belirten bir yazı yazdım. Ben müdür yardımcılığı görevinden ayrılıp, öğretmenliğe geçtikten sonra o vitrinin kaldırıldığını duydum. Elbisenin akibeti de meçhul...
Ayrıca sayın Sait Durmuşoğlu'nun 'İspir'elbisesi dediği 6 takım çuha elbise (Başlığı, çorabı, çarığı dahil) bir dolaba kilitlenip hiç açılmadığı, havalandırılıp naftalin lenmediği için güve yediği gerekçesiyle, bir tutanakla arka bahçede yakılarak imha edilmişti. Bunu duyunca da çok üzülmüştüm.
Neyse başa dönecek olursak, Ömer Göçmenli'nin öyle pek meşhur bir oyun tarzı yoktu. Çoğu kez oynarken tabana düşerdi ,ama figürleri yerli yerindeydi. Ekibi çok rahat oynatırdı. Parmakla verdiği işaretlerin yanı sıra kaş-göz işareti de yapardı. Onun için oynattığı ekipte kolay kolay hata olmazdı.
Ekip bir gösteriye çıkacaksa, bir gün önceden elbiseleri alır, evine götürür, fırçalar,temizler, gömlek yakalarını kolalar, (O zamanki gömlekler, şimdiki gibi ütü istemeyen gömlekler değildi. Yakaları kırılmasın, dik dursun diye kolalanırdı) köstekleri, pazubentleri ayarlar ertesi gün getirirdi. Ekipte oynayacakları tek, tek giydirir, şallarını bağlar, ekip gösteriye çıkacağı zamanda arkasından dualar okurdu.
Gösteriden sonra elbiseleri alır, tek tek katlar, dolaptaki yerlerine dizer, dolabı kilitler, anahtarı da cebine alırdı. ''(Bu elbiseler sıcak su ile yıkanmaz. Kuru temizlemeye vereceksin, çünkü ipek kaytanlar çeker ,elbise küçülür, bozulur, fırça ile fırçalayarak temizleyeceksin,gallesini bak şöyle içeri alarak katlayacaksın, paçalarını da böyle gallenin üzerine katlayacaksın'') derdi. Ondan habersiz kimse elbise veya köstek alamazdı. Bir gün elbiseleri müdür sayın Hacı Horasan'dan nasıl kaçırdığına şahit olmuştum da çok gülmüştüm. Elbiseler kucağında bana parmağıyla sus işareti yaparak hızla koşuyordu. Ciritcilere verilen elbiselere çok kızardı. Atlardan elbiselere bulaşan kıl, toz, çamur onu deli ederdi.
Sonradan bir yerlerden ödenek bulup elbise sayısını artırınca çok sevindi. Yeni elbiseleri kimse görmesin diye arşive indirdi, eskileri ayrı bir dolaba dizerek onları dışarı vermeye başladı.
O elbiseleri yaşayan son Abacı Sadık Boynukalın'a o yaptırmışdı. Elbiseler iyi olsun diye her gün yanına gitti.
Çok alçak gönüllüydü. Çocukla çocuk, büyükle büyük olurdu. Kalp krizi neticesinde aniden aramızdan ayrılması hepimizi şoke etmiş, halkoyunları camiasında büyük üzüntüye sebep olmuştu. Daha gerçekleştirecek bir çok hayali vardı. Hepsi yarım kalmıştı. Minik, genç, büyük kategorilerinde ekip yetiştirecekti. Onlar küçükten, büyüğe (kuşaktan kuşağa) Bar tutacaktı. Hepsini pırıl, pırıl giydirecekti. Çapulalarını Mahallebaşı'nda ki Cuculi Emmi'ye yaptıracaktı. Kösteklerini, pazubentlerini kendisi ayarlayacaktı. Antep'ten şal getirtecekti.19 Mayıs törenlerini o yapacaktı, futbol sahasının her tarafını Bar tutanlarla dolduracaktı.
İşte bu yazıyı yazarken aklıma gelen Ömer Göçmenli böyle biriydi.
Şimdi 09.10.1984 yılında yaptığım söyleşiyi aynen aşağıya alıyorum.
1938 Erzurum doğumluyum.1954 yılında Bar oynamaya başladım.1960 Yılında askere gittim. Asker dönüşü arkadaşım Muhlis Gedikli ile birlikte Halk Eğitim'de bar çalışmalarına başladık. Buranın dernek kurucuları arasında yer aldık. Dernek başkanımız Salim Topçu oldu. Buranın ilk bar elbiselerini de şahsi gayretlerimizle biz yaptırdık.1962 Yılında ilk defa 12 Mart kurtuluş şenlikleri düzenledik.Yine Süleyman Bey'den(?) 20 adet eski, kırık, dökük köstek alarak, bunları tamir ettim, 650 lirada zararım oldu.
Bu ara bir çok zorluklarla karşılaştık. Erzurum'daki Bar çalışmaların kimse rağbet etmemeye başladı. Oyunlarımız yavaş yavaş unutulmaya, kaybolmaya yüz tuttu.Yine şahsi gayretlerimizle milli oyunlarımızı yaşatmaya çalıştık. Taa ki 1980'e kadar.
O zamanlar şahsi merakımı tatmin için folklor camialarına girip çıktım, köylere gittim, düğünlerde eskilerle oynadım, onlara sorular sordum.
Kavutların Mevlüt ağabeyi, Marangoz Nuri bey, Kunduracı Efendi bey, işte bu dadaşlardan gördüm öğrendim. Kürdoğlu Şerif'i bir defa oynarken gördüm.
Ben küçükken Silah Fabrikası'nda Bar çalışmaları yapan bir dernek vardı. Oraya gider seyrederdik. Sonradan Mumcu Caddesi'nde bir dernek kuruldu. Bunun karşısında da Fikri Kükürtcü'nün temsilciliğini yaptığı bir gurupta Saray Sineması'nın yanında(şimdiki Dadaş Sineması) bir dernek kurdular. (12 Mart spor kulübü) Halkoyunlarımız o zamanın imkanları ölçüsünde yaşatılmaya çalışılıyordu.
Şimdi hemen şunu belirtmek istiyorum. Bu dönemde şehirde belli-başlı barlar oynanıyor, köylerde ise eski barlar dediğimiz merkezde oynanmayan barlar oynanıyordu. Biz bu istihbaratı müzisyenlerden alıyoruz. Onlar köy düğünlerine gidiyor gelip bize malumat veriyordu. Bu köylerde oynanan Barları şu anki genç kuşaklar bilmiyor. Tarihe terk edilen bu barların isimlerini de verebilirim. Daldalan, Çingenler , Karabet, Hesiko, Felek , Hekâri(tavuk barı)... Bunlar yozlaştırılmasın, düstürlü çalıştırılsın ve bu topluma kazandırılsın.
1964 te birgün Öznülü Efendi bey bizim çalışmamıza geldi. O zaman Asım Emmi davul, Dursun Emmi zurna çalıyordu. Dayanamadı kalktı, Başbar birde Aşırma oynadı. Gerçekten çok güzel oynuyordu. Barın güzelini ben o adamda gördüm. İşte o günden sonra bu iş bende bir hastalık halini aldı. Nerede bir davul-zurna sesi duysam oraya koştum. Köylere gittim, çalıştım, didindim. Barlarımızı yaşatmak için elimden gelen gayreti gösterdim.
Bizden önceki kuşaktan İdris Ağabeyiyaşıyor, bence onu getirelim, ona hala ihtiyacımız var.
Başbarın adı, birinci bardır, sonradanBaşbar ve Sarhoş barı dendi. Tam bir savaşa gidişi ve savaşın kazanıldığını anlatır.
İkinci Bar da tam bir savaşı anlatmaktadır. Türkmen beylerinden kaldığı söylenir. Dadaşlar birlik, beraberlik içinde düşmana karşı zıplayarak hücum eder, zıplayarak geri durur. Çömeldiğinde pozisyon değiştirerek düşmanı kollar. Yine son hamle düşmana karşı yapılır, eller yukarı kaldırılarak zafer ilan edilir.
Dello Barı; savaştan dönen Dadaşların çevre halkına savaşta yaptıklarını anlatmasıdır.
Koçeri Barı; Dadaşların. yiğitlerin, erlerin-koç gibi savaştığının, koçak birer asker olduğunun millete anlatılmasıdır. Koçak:Yürekli,yiğit, korkmayan kişi, savaşçı, yüce gönüllü demektir.
Sekme Barı; savaş meydanlarındaki erlerin (yiğitlerin) hareketlerini sergiler.
Bar adımları oyun alanına göre atılır. Sahnede ayrı, harmanda ayrı, spor salonunda ayrı atılır. Kocaman statta küçük küçük adımlar atarsan seyirci senin ne oynadığını göremez. Orada oldukça büyük adımlar atacaksın, kollarını da ona göre açacaksın. Şu odada oynuyorsan eğer adımlarını küçük, küçük atacaksın. Yoksa iki adımda oyun alanı biter. Gerekirse bütün figürleri olduğun yerde de yapabilirsin.
BİR ANI
Rahmetli Ömer Göçmenli çalışmalardan sonra beni alır, Erzurum sokaklarını gezmeye çıkardık. Mulen Ruj da çorba, İstanbul Kahvesi'nde veyaEmirgan'da çay içerdik. Konuştuğumuz konu tabiîki halkoyunları ve özellikle Barlarımızdı.
Bak derdi:Bizim ekibimizi bir manga asker olarak düşün. Zurnacı çavuş, Davulcuda onbaşıdır. Zurna yol gösterir. Ekibi asıl oynatan Davuldur. O tokmak ve çırpıyı ruhunda hissetmezsen zaten oynayamazsın.
Bak sana Başbarı anlatayım: Hani Lavik çalar ya orası köy meydanıdır. Bu müzik erleri meydana çağırır. Yiğitler yavaş,yavaş o meydanda toplanırlar, adeta savaşa konsantre olurlar. Sonra el ele tutarak kenetlenirler. Hep birlikte o ilerideki dağın tepesine çıkar, düşmanı kontrol eder, gözler, gözlemler. Sonra geri çekilerek , orada biraz durur düşünürler. (Başbarda ileri gidip geri gelindikten sonra geride bir müzik durulur, sonra sağa dönülürdü. Şimdi o durma kaldırılmıştır.) Artık savaşa karar vermişlerdir. Önce ortadan hücum edilecek, sonra yeniliyormuş gibi geri çekilecek, düşmanda onları kovalayacak, aniden yana dönülerek düşmanı yandan ve arkadan sararak çember içine alacak ve son darbe vurularak (çökmeler) düşman mağlup edilecek.
MALAZGİRT SAVAŞI -26 Ağustos 1971
Savaş 13 30 da Türk suvarilerinin kitle halinde hücumu ile başladı. Bu taarruz Bizans odusu tarafından karşılanmıştı. Alpaslan kuvvetli Bizans ordusunu ortadan yaramayınca orduya geri çekilme emrini vermişti. Bu çekilmeyi Türk ordusunun taarruz gücünü yitirerek gerçek bir çekilme sanan imparator, kaçarcasına çekilen Türk kuvvetlerini takibe başlamıştı. Bunun sonucu olarak karargahından çok uzaklaşan Bizans kuvvetlerini çember içine alan Alpaslan, yan ve gerilere yerleştirdiği kuvvetlerle taarruz ederek Bizans ordusunu bozguna uğratmıştı. Durumu anlayan İmparator geri çekilme emrini vermişsede geç kalmıştı. Bizansların bilmediği Türklerin "Bozkır taktiği'' veya ''Turan taktiği'' idi. Karanlık bastığı zaman Türklerin ok ve kılıcından kurtulan düşman birliklerinin tam bir bozgun halinde teslim olmaya can attıkları görülüyordu. Savaş beş buçuk saat sürmüştü. Bizans imparatorunun güneşi 26 Ağustos 1071 günü akşam güneşiyle batıyordu.
Ömer Göçmenli'nin anlattığı Başbar ileSultan Alpaslan'ın kazandığı Malazgirt Savaşı taktiği nasılda üst-üste çakışıyordu.
Allah Mekanını Cennet Eylesin.
hocam elen kolan yüreyen sağlık ağabeyimi ancak bu kadar anlata bilirdik sağ ol
ustaya rahmet diliyorum sizede sağlık allah razı olsun tüm kültürüne sahip çıkanlardan
Allah ramet eylesinçok sevdiğim bir abimdi
allah rahmet eylesin ömer abi nur bar oynamayı ondan ve muhlis hocadan öğrendim.
insan sevdiği birininin elinden dilinden gördğü herşey ancak o zamanlezzet farkını anlayabili
kalemine yüreğine sağlık müdürüm sağol varol
tebrikler işte bu söz yok kelam yok yüreğine sağlık
Alkış Alkış Alkış. Sözüm kalmadı söyleyecek müdürüm, ne diyeyim.
Sevgili Müslim yazılarını büyük bir zevkle okuyorum ve seni bu konuda gerçekten taktir ediyorum. Elbette bilinmeyen veya unutulan değerlerimiz birilerinin mutllaka arşivinde bulunmalı. Sahiplenmek ve anlatmak gelecek nesiller bırakacağımız en önemli kültür hizmetlerimiz olacaktık. Biz sahiplenip tanıtamadığımız için değerlerimiz birer birer yok olmakta ve eriyip yok olmaktalar. Üslenmiş ve kendini bu konuda mesul görmüş ulduğun bu ulvi yaklaşımdan dolayı sana müteşekkirim. Evet, birileri kaybolan değerlerimizi umursamalı ve onları gündeme taşımalı. Duygusal olmanın manası yok gerçekler bunlar. Sen sahip olursan ben sahip olursam kişilerimiz yücelir ve bende Erzururmluyum bende DADAŞ` ım der. Dadaşlık arka planlarda dedikodu etmek değil, Dadaşı yüceltip yükseltmektir. Kalemine sağlık, Beynine ve düşüncelerine Allah güç versin. Selam ve sevgiler.
Saygıdeğer Hocam, okumaz olur muyum? Hele de söz konusu Erzurum ve Bar olunca, bunu dile getiren önemli tanık da siz olunca, büyük bir heyecanla ve ve okuma lezzetiyle takip ediyorum..Aslında devamı gelecek olan bu yazıların hepsini bitirip daha sonra sizinle duygularımı düşüncelerimi paylaşmak istedim. Ancak siz acele davrandınız ki haklısınız, ben de yanıt vermek durumunda kaldım..Sevgili Hocam, Ağabeyim, Dadaşım, kesinlikle çok doğru bir yoldasınız..Yazdıklarınız bu şehrin folklorik çerçevesine ışık tutacak derecede kıymetli...Bu anlamda önemli bir boşluğu dolduracağına eminim..Bar`a ve bu şehrin kültürel yaşayışına gönül veren ve onu kuşaktan kuşağa aktaran değerli büyükleri sizin kaleminizden tanımak ve onları tanıyarak bir anlamda gönül borcumuzu ödemek hepimiz için bir onur vesilesidir...Kaldı ki siz onları çok yakından tanıma fırsatı bulmuş önemli bir tanıksınız..Sizin kaleminizin bu anlamda çok doğru tespitler ve tanıtımlar çıkacağına hiç şüphem yoktur...Yazıların seyri gerçekten çok güzel..çok önemli diyaloglar ve nefis denecek derecede bir üslup kullanıyorsunuz..Hele de barın duayenleriyle yaptığınız röportaj tarzı anlatımlarda, o günün heyecanlarını bütün yüreğimde emin olun hissediyorum..Baltacıların Mahmut, Nimet ve Sedat Gezmiş , Fikri Kükürtçü, Bahattin Merdal Lütfü Aladağ ve aynı semt ve mahallede ( Gez mahallesi, Rıza Bey Sokak) oturmaktan kıvanç duyduğum İdris Kenger ve ismini daha sayabileceğim birçok ustayı yanyana getirip bir yazı dizisinde buluşturmanız ciddi bir emeğin ürünü..Hocam,lütfen devam edeniz..Bu manada yazdıklarınız bugün bar`ın içinde yoğrulan, içi bar coşkusuyla dolu gençliğe örnek-model teşkil edecek..Bara gönül veren bu duayenleri sizin vesilesinizle tanıyacak ve onların aziz hatıraları önünde saygı ile söz edecektir... Bu yazıları ilerde kalıcı olması açısından bir kitaba dönüştürme fikrinizin olduğunu düşünüyorum..Çok isabetli olacaktır.. Siz Erzurum şehrinin gerçekten gönül ehli bir dadaşısınız...Sizinle her zaman gurur duyduk...Okudukça yazılarınızı beğeniyorum..bunu en kalbi duygularımla söylüyorum..Ayrıca benim için çok kıymetli bir büyüğüm ve yeri geldikçe sırdaş Ağabeyimsiniz...Gelecek yazılarınızı sabır ve merakla bekliyorum Hocam...Muhabbet ve selamla ellerinizden öperim...Allah`a emanet olun...