Dağlardan aşağı çam kokusu gelir. Kekik kokusu gelir. Kızlaç köyünde bir tek çam bile yoktur. Kızlaç köyü gece, gündüz çam kokar. Gâvurdağlarının eteği çayır çimendir. Kızlaç Köyü çayırlık çimenlik bir düzlüktedir. Yani yayladır. Aşağıları Çukurova’dır. Çukurova sıcaktan yanar. Bundan yıllarca önce Çukurova’da in cin top oynarmış. Sazlıktan, bataklıktan geçilmezmiş... Kızlaç Köyüne yukarıdan çam, kekik kokusu, aşağıdan bataklık kokusu gelirmiş. Gâvurdağlarının sarp kayaları... Çukurova’nın denize benzeyen düzlüğü... Bir türkü söylenir, Çukurova’ya has bir türkü: “Atı yavuz ceren tutar” (Ceren dedikleri ceylandır.) Çukurova cerenlerle doluymuş. Sürü halinde cerenler Çukurova’da cirit oynarmış... Atı yavuz, atı yiğit olanlar, cereni kovalayarak tutarmış. Şimdi Çukurova’da ceren kalmamış, nesli tükenmiş. Çukurova, sürmeli cerenlerden ayrı düşmüştür artık. Gâvurdağı ufacık, tefecik görünür ama, onun gibi sarp, kayalıklı bir dağ daha yoktur. Alageyik sarpta gezer. Kayadan kayaya çangal boynuzlu geyik sürüleri uçarmış... Şimdi o da azaldı. Geyik avı at işi, tuzak işi değildir. Güç ister, bilek ister. Keskin atıcı ister. Alageyik avcısı uçan turnayı gözünün bebeğinden vurmalı.
Kızlaç Köyünde bir ev... Şimdi değil, geçmiş zamanda. Güneydeki koca kayanın dibine düşer. Köyün düzlüğündeki kayaya “Uğursuz Kaya” derler. Çocuklar yanına varmaya korkar. Yıllar geçmiş ne kimse o evin yerine ev yapmış, ne de o kayanın yanına varmıştır. Düzlükteki kayayı her gören “Ala Geyik” türküsünü söylemese de içinden geçirir. Yürek sızlatan bir türküdür...
Evin dört yanını geniş ceviz ağaçları çevirmiştir. Koca cevizin dalları karanlık bir gece gibi dalgalanır. Gölgesi ağır olur. Şimdi o cevizlerin yerinde yeller esiyor. Cevizleri, çınar dallarından örülmüş bir çit çevirirdi. Çit yepyeni... Çınar damar damar. Çitin kapısında uzun, çangallı iki geyik boynuzu asılıdır. Gayet heybetlidir. Evin kapısına da gene öyle, kocaman iki boynuz çakılmıştır. Bunlar da heybetlidir. Evin içi, tüyleri altın gibi yıldır yıldır eden geyik postlarıyla döşelidir. Kırmızıya, sarıya çalan postlar... Tüylerin uçlarından altın ışıklar fışkırmış. Yorgan yerine geyik postu... Kilim yerine geyik postu. Postların hepsi büyük, hepsi güzel. Yalnız içlerinde bir kuzu postu var. Boynu bükük, mahzun duruyor. Al götür sarp dağlara. bırak. Bulsun anasını, sarılsın memesine. Öyle bir hali var.
Oğul, yirmi beş yaşlarında, uzun boylu, esmer, tatlı yüzlü bir delikanlı... Alnının sağ yanında büyüce bir yara izi var. Altındaki doru atı kan, ter içinde. Kantarması köpüğe batmış. Atın sağ terkisinde bir geyik yavrusu asılı. Yavruyu baş aşağı asmış. Geyik yavrusunun sürmeli gözlerinin ışığı sönmüş. Kara, donuk. Gözün karası kırış kırış olmuş. Ölü geyik gözleri kadar yürek yakan bir çok kederli göz vardır. Kederli gözler güzeldir. Kederli gözler kara olur. Bu gözlere geyik gözleri derler. Ölü geyik kuzusu gözü... Otur da başına ağla!...
Ana, ellerini beline dayamış, avluya girdiğinden beri, bir oğluna bir geyik yavrusuna bakıyor... Oğlu atın üstünde donmuş gibi. Ana hışımla: “Sana yüz kere dokunma bu kuzulara demedim mi? Elin kurur demedim mi? Bir ocağın bir umudu, bir bahçenin tek fidanısın demedim mi? Gözümün ışığı oğul! Canım oğul!” dedi. Sonra ata doğru gidip, geyik yavrusunu okşadı. “Yazık değil miydi bu ana kuzusuna? Ana olsan, analığın ne olduğunu bilirdin.”
Atlı hiç bir şey söylemiyordu. Dalmış gitmişti. Yavaşça atından indi. Kundağı sedef kakmalı tüfeğini cevizin dalına astı. Tüfeğin kundağı geyik suretleriyle işlenmişti. Damarlı sedeften bir geyik vardı kundakta, yumulmuş uçuyordu. Bir Avşar kiliminden kopup gelmiş gibi...
Oğul, bir süre sonra kuzuyu terkiden aldı. Onu da ceviz dalına astı. Dallar arasından pare pare ışıklar dökülüp, kuzunun parlak, kızıla çalan gövdesini nakışlıyordu. Geyiğin gözlerine sinekler çökmüştü. Ana: “Yavrum” dedi, “Dil yavrum. Neden vurdun bu fukarayı? Keşke anasını da vuraydın. Kuzusuz geyik ne yapar şimdi dağlarda tek başına?” Oğlun kendine güvenir bir hali vardı: “Bu dağların geyiğini hep ben vururum.” dedi. Ana karşılık verdi: “Ben korkuyorum oğul.” Oğlu: “Bir daha geyik kuzusu avlamam” dedi. “Hiç geyik avına gitmesen ne olur?” diye sordu. “Sen ocağın tek umudusun.”
Bahar güneşi kırmızı kayaların üstüne düşer. Ak bulutlar döner yücesinde. Kırımızı kayaların dibini yeşil otlar örtmüştür. Türlü, türlü çiçekler açar, kokusu yayılır etrafa... En güzel geyik avı baharda olur. Bir yüce dağın düzlüğünde sürüyle geyikler yayılır. Ürkek geyikler. İnsan kokusu almasınlar, bir çatırtı duymasınlar, boynuzlarını dikip uçarlar... Geyik avı zordur... Atiklik ister, gençlik ister...
Şafağın yeri daha yeni yeni ışıyordu. Dağların kokusu birbirine karışmıştı. Kırmızı kayalar al giyinmiş. Durmuş Ali’nin sedef kakmalı tüfeği elindeydi. Kayadan kayaya geyik gibi sekiyordu. En yüksek doruğa varmıştı. Koyağın birinde bir parça kar gördü. Kar parçası, yeşil otların arasında kalmıştı. Otları aralayıp kara baktı. Karda bir geyiğin ayak izini gördü. Geyiklerin gidiş yönünü buldu, izler daha tazeydi.
Yandaki sivri kayayı dolandı. Sivri kayanın arkasındaki düzlükte birden karşısına kocaman bir geyik çıktı. Tehlikeden habersiz yayılıyordu. Durmuş Ali nişan aldı. O nişan alır almaz, geyik aniden fırladı, gözden kayboldu. Durmuş Ali’nin kızgınlıktan elleri titredi. Geyiğin peşinden koştu. Bir tepe, büyük bir kaya daha aştı. Aynı geyiği yayılırken gördü ve sevindi... Hemen nişan aldı, tetiği çekmeden geyik yine fırladı. Durmuş Ali tekrar peşine düştü. Geyik kaçıp kaybolmuyor, kaçtıktan sonra bir düzlüğe varıp Durmuş Ali’yi bekliyordu. O nişan alır almaz, fırlıyor, yanındaki kayanın arkasına uçuyordu. Bu kovalamaca, belki akşama kadar böyle devam etti. Durmuş Ali’nin ellerini, dizlerini kayalar kesmiş, kanlar akıyor, geçtiği kayalar kana bulanıyordu. Kendi kedine söyleniyordu: “Ben bu geyiği ölsem de bırakmam.” Ve geyik onu aynı minval üzere kendi sarp kayalıklarına çekiyordu.
Gün aşağılara doğru sarkmış, usuldan akşam oluyordu. Geyiği bir uçurumun başında gördü. Durmuş Ali sedefleri kan içinde kalmış tüfeğini doğrulttu ve tetiğe bastı. Uçurumun başındaki geyik kendini aşağıya attı. Durmuş Ali: “Vurdum” diye bağırdı. Geyiğin kendisini attığı yere geldi ki ne görsün, bir uçurum ki ucu bucağı yok. Belindeki uzun ipi bir kayaya bağlayıp uçuruma sarktı. İpi yetişmedi. Yetişmeyince de “İnadım inat” deyip kendisini aşağıya bıraktı. Kayanın üzerinde sivri bir kaya çıkıntısı vardı, oraya düştü. Bir ayağı kırılmıştı. Geyik, Durmuş Ali uçuruma düştükten sonra, kayadan kayaya uçarak gözden kayboldu. O zaman Durmuş Ali’nin aklına geldi ki bu koca geyik, vurduğu kuzunun anasıdır. Onu buraya çekmekle öcünü almıştır.
Karanlık bastı. Sarp kayada yaraları azdı Durmuş Ali’nin. Yaraları sızladı. Durmuş Ali ettiğinden bin pişman, anası geldi aklına... Nişanlısı geldi aklına. Ölümü gördü.
Sabah oldu. Ala şafak yaraları üstüne açıldı Durmuş Ali’nin... Ve o boynuzlu büyük kocaman ana geyik önünden bir kayadan bir kayaya uçtu. Durmuş Ali sızlandı. Yukarı baktı, üstü üç kavak boyu cam gibi düz bir kayalık. Aşağı baktı, dibi-başı belli olmayan bir uçurum. Kurtuluş imkanı hiç yok. Aradan günler geçti. Kayanın üstünde yaralı, ölüme teslim, inledi, sızladı. Her Allah’ın günü ana geyik önünden bir kere geçip kayboldu.
Son günleri yaklaştı. Duyulur duyulmaz, yanık bir sesle dağı taşı eriten bir türkü söylüyordu. Yanık bir türkü. Son günüydü, avcılar bu türküyü duydu ve sesin geldiği yeri araya araya buldular. Kayanın başındaki ip öylece sarkık duruyordu. Seslendiler aşağıya.. Durmuş’tan anlaşılmaz bir ses geldi. Sonra türküsünü söylemeye başladı. Türküyü söyledikten sonra da can verdi.
O sarp kaya Gavurdağı’nın güneyine düşer. Günlük güneşliktir. Kayanın tepesinden aşağı bakacak olursanız, -ama iyice bakmalısınız- o çıkıntı yerde bir yığın beyaz kemik görürsünüz. Bir de o kaya için başka bir şey söylerler: Gece olsun, gündüz osun ne zaman o kayanın yanından geçilirse insanın kulağına ince, yanık, dertli bir türkü gelirmiş. Öyle söylerler... Kızlaç Köyünde, güneydeki kayanın dibinde, ulu cevizlerle çevrili evde insan kalmamış. Geyiklerin ahı o evi yemiş bitirmiş derler. O evin yerinde ot bile bitmezmiş. Yukarıdan çam, kekik kokusu gelir. Aşağıdan bir sıcak dalgası ve bataklık kokusu. Çukurova bataklıklarında nergis açar. Kirli bataklık suları, sarıya, beyaza donanır. Dağlardan bir türkü inip ovaya yayılır. Sürmeli cerenlere ağıttır bu... Çukurova’nın sürmeli gözlü cerenlerine... Kayadan kayaya da bir türkü yankılanır...
Bende gittim bir geyiğin avına aman aman
Geyik çekti beni kendi dağına aman aman dağına
Tövbeler tövbesi geyik avına
Siz gidin kardeşler kaldım kayada
Ben giderken kayabaşı kar idi
Sel vurdu da ılkım sılkım eridi
Ak bilekler taş üstünde çürüdü
Siz gidin avcılar kaldım kayada
Urganım kayada asılı kaldı
Esbabım sandıkta basılı kaldı
Sılada nişanlım küsülü kaldı
Siz gidin kardeşler kaldım kayada
Kayanın dibine çadır kursunlar
Çifte davul çifte zurna vursunlar
Nişanlımı kardeşime versinler
Siz gidin avcılar kaldım kayada
(Yöresi: Çukurova (Adana); yayımlayan: Yaşar Kemal Göğçeli)