Erzurum’la
ilgili tespitlerini 1913 yılında “Erzurum Vilayeti Sıhhi ve İçtimai
Coğrafyası” isimli kitapta toplayan dönemin Sıhhat Müdürü Dr. Şerif
Soylu, o yıllardaki Erzurum’un manzara-i umumisini; “Sokaklar
intizamsız, şehirde plan yok, toz ve hayvanat gübreleri, başıboş gezen
köpeklerin pisliği, hanelerin önleri ve yerlerin sulanmaması, yerden
kalkan tozların ekmeklere ve etlere konması hastalıklara yol açmaktadır.
At pazarı, odun ve un pazarı şehirde olduğundan, bu pazarlara gidip
gelen hayvanların ve arabaların kirliliği baş edilebilir değil. Şehir
dâhilinde hanlardan ve diğer umumi abdesthanelerden bazıları var ki
bunların içerisine girmek değil, gaita yığınlarından sokaktan bile
geçilmez, helâların kapıları bile bulunmaz.” cümleleri ile ifade
etmektedir.
12 Mart 1918’de şehri düşman elinden kurtaran Kazım
Karabekir Paşa, nüfusu 80.000’den 8.000’e düşmüş, yanmış, yıkılmış,
virane bir Erzurum’la karşılaşmıştı.
Cumhuriyetin yaktığı meşale ile
ülkenin dört bir yanına yayılan kalkınma seferberliği Erzurum’da da
kendini hissettirmiş, bu bağlamda 1939 yılında ünlü şehir plancısı
Fransız Lambert’e şehrin imar plânı hazırlatılmıştır.
Vali Haşim İşcan’ın öncülüğünde yapılan imar plânı çalışmaları, 100.000 nüfuslu bir Erzurum için düşünülmüş ve yapılmıştır.
Zaman
içerisinde “Evdeki hesaplar çarşıya uymayınca”, sırasıyla 1972, 1981 ve
1988 yıllarında tekrar şehrin imar plânı hazırlanmış, ama şehir ümit
edilen çağdaş görüntüye kavuşmamıştır.
2011 Üniversitelerarası Kış
Oyunları’yla modern bir şehir olma yolunda hedefleri olan Erzurum’da,
halen şehrin imarı ile ilgili sorunları görebilmekteyiz.
Yerel
yönetimlerin geçmişin bu çirkin görüntülerini kaldırmak için başlatmış
oldukları Kentsel Dönüşüm Projeleri ile bir yeri düzeltelim derken
şehrin kimliğini taşıyan yerleri yok etmeleri ise gelecekte yeni
sorunların yaşanacağının sinyallerini vermektedir.
Şehrin kültürel
kodlarını taşıyan mahalle ve sokakların beton yığınlarına kurban
edilmesi, buralardaki hatıra üreten mekânların kaybolması ise işin vahim
bir yönüdür.
Defalarca imar plânları hazırlanmasına rağmen, şehrin
köy hüviyetinden kurtulamamasının sebepleri arasında yönetim eksikliği,
siyasi beklentiler, liyakatli kadroların olmaması, “kahveci, simitçi ve
gazozcu” anlayışıyla oluşturulan imar komisyonları, oy uğruna şehri
değil, yandaşı kayırma politikaları, vb. etkenlerden söz edilebilir.
1946
yılında 50-60 civarında olan gecekondu sayısının 1980 yılında 10.000’e
ulaşması, apartman aralarındaki boşlukların dahi imara açılması,
kaldırımlar üzerine baraka tipi dükkânların yapılmaları, kültürel
zenginlikleri gölgeleyen yapılaşma, şehri yönetenlerin ve sorumluluk
mevkiinde olanların çalışmaları hakkında ipuçları vermektedir.
Bu
tespitlerin yanında belediyede görev yapmış ve şehrin kaderi ile ilgili
noktalarda imzası bulunan sahte diplomalı mimar ve mühendislerin de
rollerini yok sayamayız.
1940 yılında belediyede çalışan Yüksek
Mühendis Sadrettin Cemalgil’in maaşını az bulup istifa etmesinden sonra
Erzurum Belediyesi, mühendislik işlerini yürütmek için Faruk Tedriş
isimli bir şahısla anlaşmış ve dolayısıyla şehrin kaderi bu kişiye
teslim edilmişti.
Kendisinin Zürih’ten diplomalı olduğunu söyleyen ve
şehirde oldukça güvenilir bir isim haline gelen, Bayındırlık Müdürü ile
birlikte bazı önemli işlere imza atan bu zatın gerçek isminin Sadrettin
Çatalkılıç olduğu ve Erzurum’a gelmeden önce İzmir ile birkaç yerde
sahte diploma ile çalıştığı 1952 yılında ancak anlaşılabilmiş.
Doç.
Dr. Murat Küçükuğurlu’nun “Erzurum Belediyesi Tarihi 2” eserinden
öğrendiğimiz bu olayın bir benzerine de yakın zamanda tanık olmuştuk.
Hatırlanacağı
üzere bir müddet önce Büyükşehir Belediye Başkanı Sn. Ahmet Küçükler
basının karşısına geçip, sahte diplomalı bir mimarla çalıştıklarını
itiraf etmişti.
Şöyle ki; Yasemin Vatandaş Turan isimli tesettürlü
bir hanımefendi dört dil bildiğini ve mimar olduğunu söyleyerek 20 Ekim
2009 günü imar ve şehircilik daire başkanlığında işe başlamış, 19 Temmuz
2010 yılında fiyaskosunun ortaya çıkmasından sonra işine son
verilmişti.
İş ahdinin feshedilip kendisinin mahkemeye verilmesinden
sonra olay unutulmuş, kimse bu hanımefendinin belediyeye hangi
referanslarla kapak attığını yine icra-ı sanat yaparken, şehrin kaderi
ile ilgili hangi konularda imzasının bulunup bulunmadığını dahi
sormamıştı.
“Geçmişi hatırlamayanlar onu bir kez daha yaşamak
zorunda kalırlar” gerçeğini, gözler önüne seren bu tip olayların bir
daha yaşanmamasını temenni ediyor, kültürel mirasın maddi ve manevi
boyutlarıyla muhafaza edildiği çağdaş bir Erzurum görüntüsü hayalimizi
bu vesileyle de tekrarlıyoruz.