Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Savaş Eğilmez, başkanlık sistemini dünyada ilk kez Türkler’in kullandığını söyledi.
Erzurum Ajans-Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Yrd.
Doç. Dr. Savaş Eğilmez, başkanlık sistemini dünyada ilk kez Türkler’in
kullandığını söyledi. Yrd. Doç. Dr. Eğilmez, “Başkanlık sisteminin bu
gün dünyada uygulanan şekline yakın bir devlet yönetim tarzını ilk
uygulayan devlet, M.Ö. 3’üncü yüzyılda kurulan Asya Hun Devleti’dir
diyebiliriz” dedi.
Başkanlık sistemiyle ilgili bir değerlendirme
yapan Yrd. Doç. Dr. Savaş Eğilmez, geçmişten bu güne Türk devlet
yönetimiyle ilgili bilgi verdi. Dünyaya hükmetmiş bu devletlerin en
önemli kozlarından birisinin yönetim anlayışı olduğunu ifade eden Yrd.
Doç. Dr. Savaş Eğilmez, meşruluğu tanınan devletlerde topluluklara göre
çok çeşitli olan hükümranlık şekilleri arasında gelenekçi, karizmatik ve
kanunî hâkimiyet tipinin ön plana çıktığını kaydetti. Yrd. Doç. Dr.
Eğilmez, “Eski Türk hükümranlık anlayışı karizmatik yani hükümranlık
yetki ve kudreti Tanrı tarafından bağışlanan tip olarak kabul
edilmiştir. Tarihi belgeler Türk Milleti’nin Türk hükümdarına idare etme
hakkının Tanrı tarafından verildiğine inandığını göstermektedir. Asya
Hun imparatoru ‘Benim hükümdar olmam Tanrı tarafından kararlaştırıldı’
diyor. Gök-Türk hakanları da kendilerini ‘Tanrı irade ettiği için kut’um
olduğu için kağan oldum” şeklinde anlatıyor” diye konuştu.
Asya
Hun İmparatorluğu’nda Mo-tun (Mete) devrinden (M.Ö.209-174) beri devlet
işleri ve dinî törenlerle ilgili olarak üç ayrı toplantıdan
bahsedildiğini vurgulan Yrd. Doç. Dr. Eğilmez, şöyle konuştu:
“Bu
toplantıların büyük ve en önemlisi ilkbahar toplantısıydı. Bu toplantıda
hükümdarlıklar tasdik edilir veya yeni hakan seçimi yapılır,
gerektiğinde töre'ye yeni hükümler getirilir ve bütün ülke meseleleri
üzerinde genel tartışmalar açılarak, görüşülüp kararlara bağlanırdı.
Toplantıya hükümet üyelerinin, asker-sivil bütün görevli başbuğların
diğer yüksek makam sahiplerinin, tâbi Türk boyları ve yabancı zümreler
temsilcilerinin katılmaları zorunluydu. Çünkü, bu mecliste ve toplantı
münasebeti ile hükümdar tarafından verilen yemekte hazır bulunmak
devlete sadakat işareti sayılıyor, aksi durum ise, itaatsizlik, isyan
mânasını taşıyordu. Türk devlet teşkilâtında toy (meclis), siyâsî,
iktisadi ve kültürel meselelerde umumi kararlar alan en yüksek
kuruluştu. Toy kararlarının memleket çapında ve ahenk içinde
uygulanmasını sağlamak ve icraatı takip etmek için ayrı bir kurula gerek
vardı. Türk devlet teşkilâtında devlet başkanlığı, yasama kurulu (Toy)
ve hükümet birbirlerinden ayrı müesseseler hâlindeydi ve farklı
fonksiyonlar icra ediyorlardı. Fakat hükümranlığı kendi şahsında temsil
eden devlet başkanı, halktan ve ülkeden birinci derecede sorumlu
olduğundan, bütün iktidar dizginlerini elinde tutmak durumundaydı.
Başbakanları o tayin ediyor, Toy'u o toplantıya çağırıyor, töre'de
değişiklik tekliflerini o getiriyor, devlet mahkemesine o başkanlık
ediyordu. Tarihte Türk topluluklarının, hemen her şeyi ondan beklemesi
bu, ‘tam otorite’ anlayışından ileri geliyordu. Bilindiği üzere askeri
karakterini titizlikle koruyan eski Türk idare mekanizması da ‘tam
otorite’ uygulamasını kolaylaştırmaktaydı. Ancak bu sistem, daima
kontrol altında tutulan töre’nin kesin hükümleri sebebi ile hiç bir
yerde zalim olmamış, yerli ve yabancı teb’ayı tedirgin edici bir
diktatörlüğe dönüşmemişti. Bu anlayış, insan unsuru, dini durum ve
sosyal karakter bakımlarından eski Türk siyâsî kuruluşlarını dünyanın
bütün diğer devletlerinden ayıran önemli bir özellik kazanmasını
sağlamıştır. Bu özellik de Türk devletinde inanç hürriyeti daima mevcut
olmasıydı. Orhun kitabelerinde geçen bir cümle bu açıdan çok önemlidir:
‘Yukarıda gökyüzü, aşağıda yağız yer yaratıldıkta ikisi arasında
insanoğlu yaratılmış, insanoğlunun üzerine atalarım Bumın Kağan ve
İstemi Kağan tahta oturmuş.’ Bu anlayışa göre yeryüzündeki insanlar ve
ülkeler arasında herhangi bir ayırım yapılmamış, bütün toplulukları
içine alan dünyayı idare yetkisi Türk hükümdarına verilmiştir. Buna göre
yeryüzü bir bütündür ve insanlar tek bir kütleden ibarettir. Hepsinin
üzerinde bir hükümdarın bulunması ve Tanrı bağışı kazanmış olan bu
hükümdarın töre'ye göre dünyayı idare etmesi gerekir. Aynı zamanda
tarihte geniş fetihler şeklinde beliren Türk cihan hâkimiyeti ülküsünün
temel felsefesine kaynak teşkil eden bu anlayış soy, dil ve din
yönlerinden insanları birbirinden ayırmaya elverişli olmadığından,
sorumlu Türk hükümdarı, idaresi altındaki kütleler arasında herhangi bir
fark gözetmemiş; böylece Türk devleti, çeşitli toplulukların kendi
inançlarında serbest bulunduğu bir siyasi ortamın temsilcisi olmuştur.
Hunlarda, Gök-Türkler’de, Hazar’larda tarihî vesikalarla tespit edilen
bu vicdan hürriyetinin, eski Türk il’inde din meselesini dünya
işlerinden ayrı tutmak ve mahalli geleneklere dokunmamak tarzındaki
uygulama Türk-İslâm siyasi teşekküllerinde de devam etmiştir. Bütün
bunlardan yola çıkarak başkanlık sisteme Türkler’in çok da yabancı
olmadığı ortadadır. Hatta, başkanlık sisteminin bu gün dünyada uygulanan
şekline yakın bir devlet yönetim tarzını ilk uygulayan devlet M.Ö.
III.yy’da kurulan Asya Hun Devleti olduğunu söyleyebiliriz.”