EğitimHaber Girişi : 07 Haziran 2012 14:00

Başkanlık sistemi'ni ilk kez Türkler kullandı

Başkanlık sistemi'ni ilk kez Türkler kullandı
Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Savaş Eğilmez, başkanlık sistemini dünyada ilk kez Türkler’in kullandığını söyledi.
Erzurum Ajans-Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Savaş Eğilmez, başkanlık sistemini dünyada ilk kez Türkler’in kullandığını söyledi. Yrd. Doç. Dr. Eğilmez, “Başkanlık sisteminin bu gün dünyada uygulanan şekline yakın bir devlet yönetim tarzını ilk uygulayan devlet, M.Ö. 3’üncü yüzyılda kurulan Asya Hun Devleti’dir diyebiliriz” dedi.
Başkanlık sistemiyle ilgili bir değerlendirme yapan Yrd. Doç. Dr. Savaş Eğilmez, geçmişten bu güne Türk devlet yönetimiyle ilgili bilgi verdi. Dünyaya hükmetmiş bu devletlerin en önemli kozlarından birisinin yönetim anlayışı olduğunu ifade eden Yrd. Doç. Dr. Savaş Eğilmez, meşruluğu tanınan devletlerde topluluklara göre çok çeşitli olan hükümranlık şekilleri arasında gelenekçi, karizmatik ve kanunî hâkimiyet tipinin ön plana çıktığını kaydetti. Yrd. Doç. Dr. Eğilmez, “Eski Türk hükümranlık anlayışı karizmatik yani hükümranlık yetki ve kudreti Tanrı tarafından bağışlanan tip olarak kabul edilmiştir. Tarihi belgeler Türk Milleti’nin Türk hükümdarına idare etme hakkının Tanrı tarafından verildiğine inandığını göstermektedir. Asya Hun imparatoru ‘Benim hükümdar olmam Tanrı tarafından kararlaştırıldı’ diyor. Gök-Türk hakanları da kendilerini ‘Tanrı irade ettiği için kut’um olduğu için kağan oldum” şeklinde anlatıyor” diye konuştu.
Asya Hun İmparatorluğu’nda Mo-tun (Mete) devrinden (M.Ö.209-174) beri devlet işleri ve dinî törenlerle ilgili olarak üç ayrı toplantıdan bahsedildiğini vurgulan Yrd. Doç. Dr. Eğilmez, şöyle konuştu:
“Bu toplantıların büyük ve en önemlisi ilkbahar toplantısıydı. Bu toplantıda hükümdarlıklar tasdik edilir veya yeni hakan seçimi yapılır, gerektiğinde töre'ye yeni hükümler getirilir ve bütün ülke meseleleri üzerinde genel tartışmalar açılarak, görüşülüp kararlara bağlanırdı. Toplantıya hükümet üyelerinin, asker-sivil bütün görevli başbuğların diğer yüksek makam sahiplerinin, tâbi Türk boyları ve yabancı zümreler temsilcilerinin katılmaları zorunluydu. Çünkü, bu mecliste ve toplantı münasebeti ile hükümdar tarafından verilen yemekte hazır bulunmak devlete sadakat işareti sayılıyor, aksi durum ise, itaatsizlik, isyan mânasını taşıyordu. Türk devlet teşkilâtında toy (meclis), siyâsî, iktisadi ve kültürel meselelerde umumi kararlar alan en yüksek kuruluştu. Toy kararlarının memleket çapında ve ahenk içinde uygulanmasını sağlamak ve icraatı takip etmek için ayrı bir kurula gerek vardı. Türk devlet teşkilâtında devlet başkanlığı, yasama kurulu (Toy) ve hükümet birbirlerinden ayrı müesseseler hâlindeydi ve farklı fonksiyonlar icra ediyorlardı. Fakat hükümranlığı kendi şahsında temsil eden devlet başkanı, halktan ve ülkeden birinci derecede sorumlu olduğundan, bütün iktidar dizginlerini elinde tutmak durumundaydı.
Başbakanları o tayin ediyor, Toy'u o toplantıya çağırıyor, töre'de değişiklik tekliflerini o getiriyor, devlet mahkemesine o başkanlık ediyordu. Tarihte Türk topluluklarının, hemen her şeyi ondan beklemesi bu, ‘tam otorite’ anlayışından ileri geliyordu. Bilindiği üzere askeri karakterini titizlikle koruyan eski Türk idare mekanizması da ‘tam otorite’ uygulamasını kolaylaştırmaktaydı. Ancak bu sistem, daima kontrol altında tutulan töre’nin kesin hükümleri sebebi ile hiç bir yerde zalim olmamış, yerli ve yabancı teb’ayı tedirgin edici bir diktatörlüğe dönüşmemişti. Bu anlayış, insan unsuru, dini durum ve sosyal karakter bakımlarından eski Türk siyâsî kuruluşlarını dünyanın bütün diğer devletlerinden ayıran önemli bir özellik kazanmasını sağlamıştır. Bu özellik de Türk devletinde inanç hürriyeti daima mevcut olmasıydı. Orhun kitabelerinde geçen bir cümle bu açıdan çok önemlidir: ‘Yukarıda gökyüzü, aşağıda yağız yer yaratıldıkta ikisi arasında insanoğlu yaratılmış, insanoğlunun üzerine atalarım Bumın Kağan ve İstemi Kağan tahta oturmuş.’ Bu anlayışa göre yeryüzündeki insanlar ve ülkeler arasında herhangi bir ayırım yapılmamış, bütün toplulukları içine alan dünyayı idare yetkisi Türk hükümdarına verilmiştir. Buna göre yeryüzü bir bütündür ve insanlar tek bir kütleden ibarettir. Hepsinin üzerinde bir hükümdarın bulunması ve Tanrı bağışı kazanmış olan bu hükümdarın töre'ye göre dünyayı idare etmesi gerekir. Aynı zamanda tarihte geniş fetihler şeklinde beliren Türk cihan hâkimiyeti ülküsünün temel felsefesine kaynak teşkil eden bu anlayış soy, dil ve din yönlerinden insanları birbirinden ayırmaya elverişli olmadığından, sorumlu Türk hükümdarı, idaresi altındaki kütleler arasında herhangi bir fark gözetmemiş; böylece Türk devleti, çeşitli toplulukların kendi inançlarında serbest bulunduğu bir siyasi ortamın temsilcisi olmuştur. Hunlarda, Gök-Türkler’de, Hazar’larda tarihî vesikalarla tespit edilen bu vicdan hürriyetinin, eski Türk il’inde din meselesini dünya işlerinden ayrı tutmak ve mahalli geleneklere dokunmamak tarzındaki uygulama Türk-İslâm siyasi teşekküllerinde de devam etmiştir. Bütün bunlardan yola çıkarak başkanlık sisteme Türkler’in çok da yabancı olmadığı ortadadır. Hatta, başkanlık sisteminin bu gün dünyada uygulanan şekline yakın bir devlet yönetim tarzını ilk uygulayan devlet M.Ö. III.yy’da kurulan Asya Hun Devleti olduğunu söyleyebiliriz.”
Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.