Hiç kuşku yok ki kentsel dönüşüm, Türkiye için büyük bir ihtiyaçtır. Ancak bu, Erzurum için neredeyse hava-su kadar elzemdir.
Geçtiğimiz
5 Ekim’de ülke genelinde verilen startla adeta kentsel dönüşüm
seferberliği başlatıldı. 30 dolayında şehirde öncelik kamu yapıları
olmak üzere, yüzlerce bina aynı gün yerlebir edildi. Bu iller arasında
Erzurum da var.
Fakat Erzurum’da henüz kazma vurulmuş bir kamu
binası yok. Buna mukabil belediyelerin bir iki yıldan buyana devam eden
çalışmaları ve Karadayı gibi büyük inşaat şirketlerinin bireysel
çabaları var.
Halbuki Erzurum için çok daha fazlası gerekiyor.
Çünkü Erzurum kentsel dönüşüme en muhtaç bir şehirdir. Eski Erzurum’un
önemli bir kısmı yıkılıp yeniden inşa edilecek bir durumda. Buna rağmen
ne yazık ki kentsel dönüşüm projeleri beklenen hız ve cazibede sürmüyor.
Şayet özel sektöre imkan ve fırsat tanınsa inanıyorum ki, bu şehrin
müteahhitleri ve işadamları kentsel dönüşümde örnek bir model
oluşturabilirler.
Bunun için önce kendimize ve bu şehrin insanına güvenmemiz lazım.
Daha doğrusu başarıya inanmak gerekiyor.
Erzurum
öyle önemli projelere imza atmış bir şehir ki, şayet fırsat verilirse
bu insanlar kentsel dönüşümün de üstesinden gelecektir. Yeter ki,
önyargı girdabından kurtulalım ve birbirimize inanıp güvenelim.
İşte size bir olumlu bir de olumsuz örnek.
Tecrübeyle
sabittir ki, bir insan her ne iş yaparsa yapsın, öncelikle o işi
sevecek sonra da o işi başarabileceğine inanacak. Kendisine güvenmeyen
ve inanmayan bir insanın bir işte uzun süreli başarılı olması çok
zordur.
Her şey önce kafada başlar.
Adam mühendistir ve 20
yıldır aralıksız yaptığı işinde başarılı bir kişidir... Bir gün,
yüzlerce defa tekrarladığı, soğuk hava deposunu kontrol işini
tekrarlarken, deponun otomatik kapısı, adam içerideyken kilitleniyor.
Tüm çabasına rağmen kapalı depodan kurtulamıyor.
20 yıllık
tecrübenin ona öğrettiğine göre, soğuk hava deposunda ısı belli
aralıklarla düşüyor ve bir saatin sonunda da insanı donduracak dereceye
ulaşıyor. Mühendis, ölümü önce kafasında kabulleniyor. Oturup eşine bir
mektup yazmaya koyuluyor. Ertesi gün görevliler soğuk hava deposunun
kapısını açtıklarında tecrübeli mühendisin cesediyle karşılaşıyorlar.
Mühendisin elinde bir de tamamlanmamış mektup var. Adam karısına
başından geçen talihsiz olayı anlatıyor ve soğuk yüzünden en geç bir
saat içerisinde öleceğini belirttikten sonra, veda etmeye fırsat
bulamadan ölüyor.
Fakat ortada çok ilginç bir durum vardır:
Soğuk hava deposunun soğutma motoru hiç çalışmamış.
Yani mühendis soğuktan donarak değil, kafasında öleceğine kendisini şartlandırdığından ötürü ölmüş...
Bu
örnekte de görüldüğü gibi ne yaparsak yapalım önce kafamızda
şekillendirip, sonra da inancımızı gözden geçirmeliyiz. Hayatta bazen
dezavantaj gibi görülen kimi yanlarımız, yeri geldiğinde ve şartlar
olgunlaştığında avantaja bile dönüşebilir.
Olay Japonya’da geçiyor.
Çocuğun
en büyük arzusu ve hayali iyi bir tekvandocu olmaktır. Her fırsatta
babasına, kendisini bir okula yazdırmasını rica edip dururken, öylesine
talihsiz bir kaza geçiriyor ki, hem hayali suya düşüyor hem de sol
kolunu bu kazada büsbütün kaybediyor.
Fiziki yara iyileşmesine
rağmen, çocuğun ruh yapısında oluşan yıkımı tamir etmek neredeyse
imkansız. Sonunda çocuk depresyona giriyor. Bu durumdan hayli endişeye
kapılan ailenin yardımına bir yakını yetişiyor ve ülkenin en önemli
tekvando hocasına gitmelerini sağlıyor.
Hoca çocuğa bakıp, sonra ailesine “Tamam” diyor. “Siz çocuğu bırakın gidin.”
Bu
ünlü hoca depresyondaki kolsuz çocuğa hemen bir hareket gösteriyor ve
ikinci bir talimata kadar da o hareketi yapmasını istiyor. Aradan
günler, haftalar hatta aylar geçiyor. Kolsuz çocuk hocasının gösterdiği o
tek hareketi tekrarlayıp duruyor. Zaman uzayınca bir gün hocasına, “Ben
artık sıkıldım aynı şeyi tekrarlayıp durmaktan; başka hareket
göstermeyecek misiniz bana?” diyor. Tecrübeli hoca, “Hayır, ben
ikincisini gösterene kadar sen yalnızca bu hareketi yapmaya devam
edeceksin” şeklinde karşılık veriyor.
Derken aradan tam on yıl
geçiyor. Hoca bir gün delikanlının yanına gelerek, “Hazırlan bakalım
seni müsabakalara sokacağım” deyince, delikanlı şiddetle itiraz ediyor:
“Aman efendim nasıl olur, bunca yıldır ben bir hareketten başka tekvando adına bir şey öğrenmedim, nasıl dövüşebilirim ki?”
Ama
nafile... İtiraz, hocayı kararından caydırmıyor. Delikanlı usta
yarışmacıların olduğu müsabakalara “tek kollu yarışçı” namıyla
katılıyor. Bir, iki, üç derken delikanlı o tek koluyla ta finale kadar
çıkmayı başarıyor. Herkesin şaşkın bakışları arasında rakiplerini yere
saran tek kollu tekvandocu, kendisine artık güveniyor ama yine de
rakibinin şampiyon bir tekvandocu olduğunu görünce, maça çıkmaktan
vazgeçmeye çalışıyor. Hatta hocasına; “Efendim, buraya kadar gerek şans
gerek kendime olan güvenim gerekse rakiplerimin zayıf oluşları sayesinde
geldim. Ama artık bu işin şakası yok. Baksanıza rakibim bu ülkenin en
büyük şampiyon u; ben bu tek kolla o şampiyona karşı ne yapabilirim ki?”demesine rağmen, sonuç değişmiyor ve final maçına çıkıyor.
Tek
kollu ve tek hareketli tekvandocu final maçına çıkıp, o şampiyon
rakibini kısa sürede mağlup ediyor. Herkes avuçlarının içi patlarcasına
onu alkışlarken o hemen hocasına koşup, “Artık bu işin sırrını bana
açıklama zamanı geldi” deyince, hocası merak ettiği cevabı veriyor:
“Bak
genç adam; ben sana sadece bir hareket gösterdim ve sen de tam on yıl
boyunca o hareketi yapıp durdun. Sonunda öyle bir noktaya geldin ki, o
hareketi senden daha iyi yapacak kimse yoktu. Sen o hareketin en büyük
ustası oldun. Müsabakalarda bütün rakiplerini alt etmenin sırrı ise,
senin usta olduğun hareketin karşılığı olan hareketin rakiplerin
tarafından sana yönelik yapılabilmesi için senin sol kolun olması
lazımdı.”
Burada da görüyoruz ki, inanç ve samimiyet sayesinde, bazı eksiklerimize rağmen başarıya ulaşabiliriz.