AK Parti
mensuplarının “Barış Süreci”, muhalefetin veya medyanın da “İmralı
Süreci” dediği bu dönemin ne anlama geldiğini artık herkes biliyor:
Türkiye,ya uzun yıllar daha ayaklarına vurulan prangalarla koşmaya çalışacak,-
ki, bu şekilde koşmanın nasıl zor bi şey olduğunu millet olarak
yeterince gördük- ya da hem prangalarından hem de safralarından kurtulup
maraton yarışçısı olacak.
Muhalefetin ağır ithamlarına ve çok
sert tepkisine rağmen, Başbakan Erdoğan duruşunu bozmuyor, “Siyasi
ömrümün sonunu getirecek olsa da, ben barış sürecinin sonuna kadar
arkasındayım” diyor.
Meseleye bu cepheden bakınca, Türkiye’nin bir yol ayrımında olduğunu söyleyebiliriz.
Şöyle
ki, 30 yıldan beri devam eden bu kirli savaşı bu millet, bi otuz yıl
daha sırtında kambur gibi taşımak istemiyor. Dolayısıyla izan sahibi
herkes, adına “barış süreci” denilen bu ileri adımı destekliyor.
Başbakan da bu havayı gördüğü için, hiç tereddüt etmeden en radikal
çıkışlara imza atıyor.
-PKK yöneticileriyle, üst düzey kamu yöneticilerini görüştürüyor.
-İmralı’nın yanı sıra, Kandil’in sesine kulak veriliyor.
-Barışa katkı sunacağına inanılan herkes sürece dahil ediliyor.
-PKK’nın kayıtsız şartsız silah bırakması halinde, militanlar için toplu af dahil bir çok iyileştirme masaya getiriliyor.
-Apo için ev hapsi seçenekler arasına konuluyor.
Bundan
on yıl önce bu başlıklardan her biri tek başına siyasi iktidarın ipini
çekmeye yetip artardı. Ama bugün herkes bilançoya bakıyor.
Yani ne Türk, ne de Kürt kendi canı üzerine birilerinin rant toplamasına artık razı değil.
Çünkü:
-30 yıldır devam eden PKK terörü yüzünden, bu ülke 50 bin dolayında insanını kaybetti.
-30 yıldır devam eden PKK terörü yüzünden, bu ülkenin 500 milyar doları gitti.
-30 yıldır devam eden PKK terörü yüzünden, Türkiye, onlarca milyon dolara bile satın alamayacağı zamanını kaybetti.
Ölenler
başkaları, giden para devletin olduğu sürece, bu kirli savaşın uzayıp
gitmesi, elbette kimi Kürtlerin olduğu kadar, kimi Türklerin de işine
geliyor. Bu ülkede öyle kesimler var ki, ellerinden Türk veya Kürt
şovenizmini alın, sudan çıkmış balık gibi kalırlar.
Tabii ki direnecekler, tabii ki barışa giden yola mayınlar döşeyecekler.
Marifet, işte onlara ve o tuzaklara rağmen çıkılan yoldan geri dönmemektir.
Herkes şunu çok iyi bilmelidir:
Bu mesele, tek başına AK Parti hükümetinin yahut da Başbakan Erdoğan’ın kişisel meselesi değil.
Bu, bütün bir milleti ilgilendiren ve o milletin ayağına kadar gelmiş bir büyük fırsatın adıdır.
Sorumluluk
mevkiindeki insanlar, bu fırsatı, büyük bir imkana ve kardeşliğe
dönüştürebileceği gibi, tam tersine de yol açabilirler.
Misal; Habur’da olduğu gibi…
Unutmayalım ki, barış; iki kişi veya taraflar arasında olan bir anlaşmadır.
Bu
sebeple, bugün karşı karşıya kaldığımız bu barış sürecinin, mutlu sona
ulaşıp ulaşmaması, Türklerden çok, Kürtlere kalmış bir şeydir.
Daha
açık bir ifadeyle, Kürtler barışa giden bu yolun samimi yolcuları
olmalı ki, Türkler de ne kadar acı hatıra varsa hepsinin üzerine kalınca
bir şal çekebilsin.
Tutunuz ki, Başbakan Erdoğan barış süreci için elinden geleni yaptı ama sonu hüsranla noktalandı. Olacaklardan biri şudur:
Tayyip Bey, siyaseten biter ve belki de başı da belaya girebilir.
Fakat asıl kim kaybeden kim olur?
Cevap çok açık: Türkler ve Kürtler; yani bütün bir Türkiye…
Bu nedenle diyoruz ki Türkiye bir yol ayrımında.
Ortadoğu’nun hali ortada işte…
Televizyonlar ölü sayısı elli olmayınca, yaşanılan vahşeti haber bile yapmıyor.
Türkiye ise, birinci lige çıkmanın kıyısında; adeta ramak kaldı.
Ve
bu ülke öyle büyük bir zenginliğe sahip ki, toprakları üzerinde yaşayan
herkes kendini ne olarak görüyorsa görsün, yeter ki kardeşçe ve eşit
haklara sahip yaşamak koşuluyla, onlarca milyon insanı mutlu edecek bir
potansiyele sahip…
Elbette biliyoruz ki, bütün sorun BDP’nin
İmralı’ya gitmesiyle çözülecek bir sorun değil. Yine biliyoruz ki,
PKK’nın iradesi kendi elinde olmadığı için, İmralı da, Kandil de tek
başına karar verici değil. Yani bu büyük sorunun dış kaynaklı olduğunu
çocuklar dahi biliyor.
Ama hiçbir şey yapmamaktansa, böyle bir adım atmak daha iyi değil mi?