Atatürk Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi kafaya koymuş bir kere, Erzurum'u alabalığa doyuracak.
Azmin
elinden ne kurtulabilmiş ki? Baksanıza Dekan Prof.Dr. Muhammet
Atamanalp ve ekibi bu uğurda gözlerini fena halde karartmışlar...
Tek değiller elbette...
Suç ortakları da var:
Palandöken Belediyesi ve Ege İhracatçılar Birliği!
İlkini geçen yıl yapmışlardı...
Balıklar,Su Ürünleri Fakültesi'nden, parası (galiba yarısı) Ege İhracatçılar
Birliği'nden, pişirip ahaliye ikram etmek ise, Palandöken
Belediyesi'nden...
Sistem değişmemiş...
Bu sene de, yine o üçlü çete binlerce vatandaşı alabalığa doyurdu.
Ekmek arası köfte yerine, ekmek arası alabalık...
Öyle bir allayıp pulluyorlar ki, balıkla muhabbeti olmayan beni bile kandırmayı başardılar!
Dün Palandöken Belediyesi'nin Kayakyolu'ndaki Şehitler Parkı'ndaydık...
Gerçi
bütün zahmeti park işletmecisi Cengiz Bey'in çalışanları çekti ama
olsun; o zahmete değdi. Çünkü kadın-erkek, çocuk-yaşlı yüzlerce insan
ekmek arası alabalık yedi.
Tabii ki ben de yedim; üstelik balıktan çakmıyor olmama rağmen, "çok lezzetli olmuş" bile dedim.
Demek
zorundaydım. Zira; bi baktım ki Vali Bey, Rektör Hikmet Hoca, Emniyet
Müdürü Kamil Bey, Palandöken Belediye Başkanı Orhan Bey, dekan Muhammet
Hoca ve adeta yiyip yemeyeceğimi kontrol etmek için zaptiye gibi yanımda
oturan Mahmut Hoca, öyle bir iştahla yiyorlar ki...
Kendi kendime, "iyi de birader bu kadar insan böyle iştahla yiyorsa, demek ki balık şahane olmuş" dedim.
Düşünün ki sendikacılar niza'yı severler. Buna rağmen Orhan Gözgeç bile gıkını çıkarmadan, yedi veya sekiz porsiyon balık yedi!
Ben daha nasıl ses çıkarabilirdim ki...
Neyse...
İçeride biz, dışarıda ahali balığa doyarken, tabii ki sohbetimizin baş konusu da, balığın faziletleri üzerineydi.
Ege İhracatçılar Birliği adına ziyafete katılan Melih Bey, adeta bir sunum yaptı:
Türkiye'nin
balık potansiyeli, kişi başına tüketilen balık miktarı, balık ihracatı,balık üretimi ve su ürünleri fakültelerinin bu meseleye bakış
açıları...
Aydınlandık...
Melih Bey anlatır da genç dekanımız Muhammet Bey ve de aynı fakültenin acar öğretim üyesi Mahmut Bey'imiz boş verir mi...
Onlar da bi güzel Atatürk Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi'nin balık politikasını anlattılar.
Misal; Muhammet Hocam şu tespitin altını kalınca çizme ihtiyacı duydu:
"Bu yediğiniz alabalık, doğal derelerde yetişene denk bir değere sahiptir"
Öyle bir anlatıyordu ki, bir ara zannettim ki, "artık kimse cağ kebap yemesin, herkes balık yesin" diyecek.
Bereket, Rektör Hikmet Hocam, şöyle sert bir bakış fırlattı da, Muhammet Hocam frene bastı!
Yoksa cağ kebap gidecekti az kalsın...
Tam
o sırada dikkatimden kaçamayan bir sahne yakaladım. Herkesin tabağında
ikiye bölünmüş bir adet balık varken, Emniyet Müdürümüzün tabağı
tepeleme doluydu.
Allah Allah... Zahir Kamil Bey'imiz alabalağı çok seviyor dedim.
Meğerse öyle değil. Balıkları kızartan aşçıbaşı bakmış ki bir tek O'nun belinde tabanca var!
Ne olur ne olmaz, başıma iş açmamayım diyerek, polis şefine ekstradan kıyak geçmiş!
Haksız da sayılmaz hani; bu günlerde polis şeflerini kızdırmaya gelmez. Bi bakmışsın düz yolda paralel gidiyorsun.
Rektör
Hikmet Bey, her zamanki gibi yüzünden eksik etmediği o sevecen
mütebessim bakışını takınmıştı. Vali Bey ise, yapay olmayan nezaketi ve
zekice esprileriyle herkesi etkiliyordu.
Orhan Bulutlar'ı çok
düşünceli gördüm. Tam emin değilim ama sanki de diyordu ki, "İyi de bu
kadar balığın parasını kim ödeyecek? Ya Ege İhracatçılar Birliği yan
çizer de ben ödemiyorum derse ne yaparım o zaman?"
Demem o ki dostlar dün o üçlü çete yapacağını yaptı:
Et'çi bir topluma, doyasıya balık yedirdi...
Benim
yukarıda keyfime diyecek yoktu ama ya meslektaşlarım; merak ettim acaba
meslektaşlarımın masalarına yeterince alaka gösteriliyor mu?
Aman Allah'ım o da ne...
Siz diyin elli ben diyeyim yetmiş dolayında garson, onlarca kasa balığı getirmiş gazetecilerin masasında ikram ediyordu.
Hacı
Esat ,dünyayla irtibatını kesmiş gözü sadece artarda gelen balık
tabaklarını görüyordu. Tegavüt gazeteci Sayıl Narmanlıoğlu da Hacı
Esat'dan farklı değildi. O da, "ya önümden biri alırsa" diyerek
balıkları iki eliyle tutup yutuyordu.Aslında biraz gayret etseydi iyi
bir karikatürist olabilirdi ama tembellik etti; çizmek yerine
kabiliyetini balık yemeye harsetmişti. Tabii ki bizim Vedat'tan söz
ediyorum. Garson şöyle seslendi sevgili Vedat'a, "Efendim biraz ara
verseniz, sonra rahatsız olmayasınız."
Sadece onlar mı...
Nutuk
atmaya gelince mangalda kül bırakmayan memleketin tek sosyalist
gazetecisi Orhan Bozkurt, çatalla yemeyi bırakmış balığı bütün olarak
götürüyordu. Hani eşitlik hakça paylaşım?
Dışarıda ahali çeyrek
ekmek arasına, yarım balıkla yetinirken, bizim kaleminden kan damlayan
sosyalist meslektaşımız üç-dört okka balığa bana mısın demedi.
Başka
meslektaşlarım da vardı. Hepsini tek tek gözlemleyemedim. Ama hakkını
teslim etmem lazım. İçlerinde sadece DHA'dan Turgay İpek vazifesini,
balığa gömülmeye tercih etmişti.
Bazıları kıskanıp, " O yine
aspar peşindedir" diyordu ama hikaye... Ben gördüm Turgay ziyafet
boyunca elinde makine dolaşıp durdu.
Helal olsun adama, bir kare fotoğrafı bir kasa balığa tercih etmişti.
İlginç olan bi şey de şuydu:
Beyimiz gazeteci filan değildir; lakin 20 yıldır gazetecilerle oturup kalka neredeyse gazeteci kesilmiş başımıza...
Meclis üyesi, ama gazetecilerle beraber oturuyor.
Evet
tahmin ettiğiniz gibi Atıf Genç'ten söz ediyorum. "Ben balığı çok
sevmem" dediğinde yiğit bir garson, beyimizin titrine aldırış etmeden
lafı gediğine koydu: "Beyim kimsenin lokmasını saymıyorum fakat
maşallahınız var. Bu tam onikinci porsiyon oldu."
Atıf, belli etmedi de, hafiften bozuldu:
"Yok ya, o kadar oldu mu, farkında değilim"
Neyse ki vekilimiz Muhyettin Aksak orada değildi. Yoksa kankası Atıf'ı bu halde görseydi, en az bi altı ay daha küs kalırlardı.
Artık sözün bittiği yerdeyiz. Gelelim günün bombasına...
Dedim ya Turgay ha bire vazifesini icra etmenin peşindeydi. Ekmek arası balık yiyen bir vatandaşa mikrofon uzatıp sordu:
"Beyefendi en son kaç ay önce balık yemiştiniz?
Beyefendi son derece sakin ve kendinden emin bir uslüpla cevap verdi:
"Yarım saat önce. Bu ikinci turum oluyor"
Turgay'ın halini artık siz tahmin edin...
Haksızlık etmeyelim Vali Bey'in güzellemesi de fena değildi.
Bana sordu:
"Mehmet Bey, neden balıktan sonra helva yenilir?"
"Bilmiyorum efendim, balıkla aram iyi olmadığı için helva kısmını da hiç merak etmedim" deyince...
Vali Bey espriyi patlattı:
"Ölülerin arkasından helva yenmez mi?"
Niyedir bilmem ama Vali Bey, o balıklara çok üzülmüş olmamalı ki ölümlerinin ardından helva yerine sütlaç yemeyi tercih etti.
Sonuç olarak...
Yararlı bir organizasyon...
İlkine gidememiştim; ikincisi gayet doyurucuydu.
Ahali de halinden memnundu.
Geriye dua etmek kalıyor:
Daha nice organizasyonlara erişmek dileğiyle...
Keşke her çete böyle olsa...