Çeşmeden biraz ileride Çınar Lokantası’na yemek hazırlayan mutfak binasının hizasında sırt sırta vermiş küçücük bakırcı ve kalaycı dükkânları hâlâ ocaklarını tüttürmektedirler.
Sol tarafta Haydar Kavgacı’nın oğlu Bekir Kavgacı’nın dükkânın bitişiğinde Adnan Özlütepe’nin kalaycı dükkânı ve yanındaki kahvehane ile çarşının bu kısmı Habipbaba’ya inen Bakırcılar Sokağa ulaşmaktadır.
Bekir Kavgacı’nın dükkânı ile sırt sırta olan dükkânlarda ise elli yıldır bakırcılık ve kalaycılık mesleğini sürdüren Ömer Asan Yerli Usta Bağ-Kur’dan emekli olmuş kalaycılık işini devam ettiriyor, ocağın bazen tütüp bazen de tütmediğinden yakınıyor.
Çarşının eski ustalarından Necati Tasmasor, Eşref Lokmacı ve Nurettin Çemliksu isimli ustalardan bahseden Ömer Asan Usta, dükkânının bir kısmında da tavuk besleyerek merakını gidermeye çalışıyor.
Haydar Kavgacı Usta’nın yetiştirdiği Kavak Mahalleli Hanifi Dal’da çekici bırakmayan ustalardan olup, bakır ve kalay işi yaparak geçimini sağlamaya çalışıyor.
Hanifi Dal’ın dükkânının yanında çekiç seslerinin duyulduğu bir başka dükkân da Haydar Kavgacı’nın oğlu Fuat Kavgacı’ya ait.
Eski işlerin olmadığından yakınan Fuat Usta, dükkânı Muzaffer Hararlı’dan almış, şu anda şişme kazan, bakraç gibi turistlik eşya yapıyor.
Fuat Kavgacı’nın bitişiğinde ise Faytoncu Esef’in oğlu bakırcı ve kalaycı Hüsam Kalcık Usta’nın dükkânı mevcutmuş.
Haydar Usta’nın karşısında yine solak çalışan, üç kızının kendisine padişahlar gibi baktığı, beyaz gömleği ile bakır kalaylayan Hasan Bulak’ın dükkânı bulunurmuş.
Buradaki iyi bakırcılardan biri de kardeşleriyle birlikte çalışan Yaşar Hızardere’ymiş.
Abubekir Suluova, Şefik Polat, Abdurrahman Eren, Abdulkerim Göğebakan, Şükrü Dölek, Fahrettin Çelik, Lavaşçı Seyfettin Avcı yine çarşının eski esnafları olarak anlatılmaktadırlar.
Çarşıya girişte sağ tarafta sokağın ilk köşesinde eskiden Cuma Muştu’nun elbiseci dükkânı bulunmakta olup, burasını Şefik Güvenli alarak Şafak Daktilo ismindeki işletmeyi açmış ve uzun yıllar burada ticaret yapmıştı.
Oldukça anlamlı bir hayat yaşayan ve bilge kişiliği ile tanınan Şefik Hoca, önceleri saatçilik yaparmış.
Çift zilli Peter saatlerini tamir etmesiyle tanınan Şefik Gevenli’nin meslek değiştirmesinin de oldukça ilginç bir hikâyesi çarşıda anlatılmaktadır.
Kollu Facit makinelerinin yeni piyasaya çıktığı zaman Ayaz paşa camisinin karşısında ticaret yapan Bedrettin Atalar Facit makinesinden bir tane satın alarak dükkânına koymuş, bir müddet sonra Facit arızalanmış, o da saatçilik yapan Şefik Usta’ya makineyi getirip, yapmasını rica edip bırakıp gitmiş.
Oldukça kabiliyetli olan Şefik Usta’da bu makineyi inceleyip mantığını anladıktan sonra onu bir güzel tamir edip bu işi öğrenmiş ve sonraları bu işi yapmaya devam etmiş.
Erzurum’un meşhur meçhullerinden olan Şefik Usta, yakın dostları tarafından Ebu’l Feyzi olarak da anılmakta ve hayırla yâd edilmektedir.
Bakırcı esnafının içerisinde daktilo tamirhanesinin uygun düşmediğini düşünen Şefik Usta, oturduğu vakıf dükkânının bir bakırcı da olması gerektiğini arzulamış.
Vakıf malından hava parası alınmayacağını iyi bilen Şefik Usta, Ömer Yaruk’u sesleyerek kendisinin bu dükkâna geçmesini istemiş ve ondan da karşılığında Bat Pazarı’nda daktilo işlerini yürüteceği bir dükkân talep etmiş, dolayısıyla her ikisi de bu ticaretten helâl ölçüler içerisinde kazançlı çıkmışlardır.
Âlim, şair ve arif kişiliğinin yanında çok maharetli bir insan olan Şefik Usta, tanınıp bilinmeyi istemeyen mütevazı yapısı ile gıpta edilebilecek bir ömür sürmüş, çok sevdiği Tercan’daki medresesinin kapısını süpürürken dünyadan göçmüştü.
Şefik Hoca fani dünyada sarsılmaz bir iman ile yaşamış, “Ebu’l Feyzi bitir sözün / Kanlı yaş akıtsın gözün / Atan, anan, kendi özün / Hay’dan gelir Hu’ya gider.” diyerek vatan-i aslisine dönmüştü.
İş yerini sohbet mekânı haline getiren Şefik Hoca’nın oldukça geniş bir dinleyici grubu vardı.
Prof. Dr. Beşir Atalay, Prof. Dr. Mustafa Ağırman, Prof. Dr. İ. Erol Kozak, Prof. Dr. Nazif Şahin, Prof. Dr. İhsan Süreyya Sırma bu grubun bilinen simalarıydılar.
“Hak Ticaret” ismi altında devam eden bu ilk dükkân, Hacı Yusuf Yaruk’un oğlu Ömer Yaruk tarafından işletilmektedir.
Bakırcı ve kalaycı bir aileden gelen Ömer Yaruk’un büyük dedesi Yakup Usta ile babası Yusuf Usta bir müddet Pelit Meydanı’nda mesleklerini sürdürmüşler, daha sonra Bakırcılar Çarşısı’na gelmişler.
Hazır bakırın alınıp satıldığı veya imal edildiği çarşıda, bakıra ilginin azalmasından sonra Ömer Yaruk’ta cami âlemleri yapmaya başlamış.
Hak Ticaret’in bitişiğindeki Yapıcı Ticaret’in yerinde ise önceleri çarıkçıdan bakırcı olan Abubekir Seven’in dükkânı bulunuyormuş, bu dükkân bakırcı esnafının başkanlığını yapan Selahattin Yumuk tarafından bir müddet işletilmiş, ondan sonra da burayı Mehmet Yapıcı alarak mesleği sürdürmüş.
Yapıcı Ticaret’in yanında ise çarşının en renkli simalarından, güzel ahlâkı ve dürüstlüğü ile bu gün dahi herkesin rahmetle yâd ettiği Muharrem Bizkevelci’nin dükkânı bulunmaktaydı.
Muharrem Bizkevelci’nin İstanbul’a mal gönderdiği kıl çuvalların üzerinde “MB” etiketi bulunurmuş, bu etiketi görenler; “İçerisinde hile olmaz” diye bakmadan alırlar, anında eritme kabına (Pıta) aktarırlarmış.
Hacı Muharrem Efendi zamanında Ağır Bakım’a muhasebeci olarak giriyor, birkaç ay çalışıyor, o günün şartlarında kendisine iyi aylık veriliyor.
Oldukça vicdan sahibi olan Muharrem Efendi, “Ben bu parayı hak etmedim, bu para benim emeğimin karşılığı değil” diyerek istifasını verip ayrılıyor.
Hacı Muharrem gelip Beden Dibi Sokak’ta dükkân alıyor ve bu dükkânda karpuz satmaya başlıyor, lâkin ticareti iyi gitmiyor.
Muharrem Bey’in eğitim gördüğü, ders aldığı iyi bir hocası varmış, bu sıkıntılı durumunu hocasına danışır, o da Muharrem Bey’e; “Git taş mağazalarını yukarıdan aşağıya doğru bir gez, ne gördün gel bana anlat” der.
Muharrem Bey gelir hocasına taş mağazalarda sarrafların olduğunu söyler, hocası da ona “Taş mağazalarda hiç karpuz satanı gördün mü?” der, Muharrem Bey’de “Görmedim” deyince, hocası da ona “O zaman sende git, bakır al ve sat” demiş, böylece Muharrem Bey bakır alıp satmaya başlamış.
Öleli yirmi beş otuz sene olmasına rağmen, “Allah rahmet etsin” diyeni çok olan Muharrem Bey, arkasında güzel intibalar bırakarak bu dünyadan ayrılmış, çarşıda hâlâ onun dürüst ve erdemli kişiliği ile hayırla yâd edilmektedir.
Muharrem Bey’in ticaret yaptığı dönemlerde hurda bakırlarını satmak isteyen bir hanım içeri girer, Muharrem Bey terazide bakırı tartar ve hanıma parasını takdim eder, bu esnada hanım terazinin kefesindeki tozu Muharrem Bey’e göstererek, bunun hem kendi hem de Muharrem Bey için bir vebal olduğunu hatırlatır ve oradan hızla ayrılır.
Bu yaşanandan sonra Hacı Muharrem’in tozları bile hesaba kattığı ve bu hassasiyeti ölene kadar sürdürdüğü, onu tanıyanlar tarafından hâlâ anlatılmaktadır.
Tanıyanları tarafından lokmasında şüphe olmadığı söylenen Muharrem Bizkevelci, sahabe hayatı gibi bir ömür sürmüş, ölene kadar da Arapça derslerine devam etmiş.
Karazlı Hakkı Bey’den intisaplı olan Muharrem Bizkevelci, daha sonra Alvarlı Muhammet Lütfü Efendi’ye intisap etmiş, uzun müddet de eski Diyanet İşleri Başkanı M. Nuri Yılmaz’dan ders okumuştur.
Hacı Muharrem’in vefatından sonra oğlu Ömer Bizkevelci bir müddet tezgâhı devam ettirmiş, onun vefatından sonra da dükkânın kapısına kilit vurulmuş.
DEVAM EDECEK…
Bu yazıda adı geçen kişilerden rahmetli Şefik Güvenli(Şefik usta) ile gönül insanı Bedrettin Atalar`ı tanımak ve onlarla 1971-1977 yılları arasında Erzurum`da arkadaşlık etmiş olmak bahtiyârlığına ermiş kişilerden biriyim. Bu yazıyı okumak o günlere götürdü beni. O insanları tanımış ve onlarla dostâne ilişkiler içinde olmuş bulunmaktan çok kazançlı olduğumu biliyordum ama bu yazı daha bir pekiştirdi bu bilgimi. Yazarı böylesi konuları ele aldığı ve önemli insanları tanıttığı için kutlarım.
Muharrem Bizkevelci`yi daha yakından tanımak istediğimi belirtmekten geçemem. Böylesi biir bilge kişiliğin ancak kitabı olamlı. Erdal ağabeyiden özellikle bu konuda bir çalışma beklediğimi söylemek isterim. Bu kısa anlatımda bile Muharrem Bizkevelci benim çok ilgimi çekti. SelaMLAR..