Henüz ilkokula
gitmiyordum, Yeğenağa’daki Balyoz Sokağa yeni taşınmıştık, rahmetli
babam beni Mahallebaşı’ndaki bir hocaya götürmüştü
Naylon,
alüminyum, emaye, çinko, melamin gibi kavramların hayatımıza girmediği,
fukaranın tahta kaşık, zenginin mis kaşık kullandığı, mütevazı
mutfaklarımızın tereklerini kızıl renkli bakırdan tencerelerin,
sahanların, tasların, tavaların süslediği, bakır sininin etrafına
dizilerek yemeklerin yenildiği, suların bakır kazanlarda ısıtılıp
bakırdan teştlerde yıkanıldığı dönemlerde, bakırın hayatımızda oldukça
önemli bir yeri vardı.
Aradan geçen uzun yıllara rağmen evimizde
kullandığımız küçük bir bakır tabağın, hoşaf içtiğimiz tasın ve aşımızın
kaynadığı tencerenin hafızamda kalan izlerini bugün dahi hüzünle yâd
etmekteyim.
Henüz ilkokula gitmiyordum, Yeğenağa’daki Balyoz
Sokağa yeni taşınmıştık, rahmetli babam beni Mahallebaşı’ndaki bir
hocaya götürmüştü.
Hoca kara sakallı yaşlı bir zattı ve ders yaptığımız yer ise altında hayvanların bağlı olduğu ahır sekisiydi.
Karanlık
ve oldukça pis kokuların yükseldiği bu yerde, mahallenin çocukları ile
birlikte elimizde suparamızla hocaya gidip geliyorduk.
Fazla bir eğitim gördüğümüz söylenemese de çocuk halimizle genellikle oturur yukarıdan hayvanları seyrederdik.
Öğle tatilinde hocada kaldığımız için nevalemizi de beraber götürür, öğle arasında yerdik.
İlk
gündü, rahmetli anam küçük bir bakır tabağa az miktar yağ ile bal
koymuş, yanına da bir dilim ekmek bırakmış, yiyeceğimi mendile sarıp
elime vermişti.
Başımda takkem, bir elimde suparam, diğer elimde mahramaya sarılmış yiyeceğimle hocaya gitmiştim.
Yemek
vakti geldiğinde yaşımın küçük oluşu, ortamı garipsemem gibi nedenlerle
olsa gerek, bir türlü annemin verdiği nevaleyi yiyemiyordum.
Bu
ürkek tavrım hoca tarafından fark edilmiş olsa gerek, hoca beni yanına
çağırdı, kocaman parmağını bakır tabağıma daldırıp, bal ve yağ
karışımını ağzımdan içeri tepiverdi.
Bu parçayı nasıl yuttum
hatırlamıyorum, ama aradan geçen bunca yıla rağmen, midemin müthiş
şekilde bulandığını ve o küçük bakır tabağı hâlâ hatırlamaktayım.
Hocamızın
çeşit çeşit maharetleri vardı, bunlardan birisi de çocukların ağrıyan
dişlerini kendisine uygun bir metotla çekmesiydi.
Hoca, bir tuğlaya bağladığı ipin ucunu çekilecek dişe bağlar ve tuğlayı bırakırdı, haliyle diş yerinden çıkardı.
Yine
Hasankale’ye ve Ilıca’ya çadırlarla gittiğimiz de rahmetli anam
bakırdan bir tası elimize verip, vişne ve limondan yapılmış harika
dondurmalardan almaya bizi gönderirdi.
Tamamen organik ürünlerden
yapılmış bu dondurmaların lezzetine doyum olmazdı, bugün bakır bir tas
gördüğümde o dondurmaların kokusunu alır gibi olurum.
Sütlerin şişe ve paketlere girmediği dönemlerde, şehirdeki evlerin süt ihtiyacı kapıya gelen sütçüler tarafından karşılanırdı.
Güğümlerle sütü getiren sütçü kapıyı çaldığında, koşar mutfaktaki emektar bakır tencereyi getirirdik ve sütümüzü alırdık.
Bu
emektar bakır tencere bakırcılar çarşısına kaç defa kalaya gitmişti,
kaç yıl mutfağımızda kalmıştı, hangi naylon malzemeyle takas etmiştik
onu? Bilemiyorum.
Anamın süt kaynattığı, çorba pişirdiği, hoşaf
yaptığı bu bakır tencerenin ışıl ışıl parlayan kalaylı hali, sanki de
maziye ışık tutan bir ayna gibiydi.
Duşa kabinli, küvetli seramik
banyoların bulunmadığı o günlerde, hali vakti yerinde olanlar bakır
güğümde ısıttıkları su ile bakır teştlerde, orta halliler sacdan
yapılmış kovada ısıttıkları su ile sacdan yapılmış teştlerde, fukaralar
ise tenekede ısıttıkları su ile taşın üstünde yıkanırlardı.
Evlenmek
isteyen gençlerin hislerine tercüman olan “Bakır kaplar kalaylansın, üç
odada bir mum yansın, uyuyan bahtım uyansın, ana beni eversene”
türküsünün lambalı radyolardan yankılandığı günlerdi.
İşte bu
zamanlarda, şehrin en renkli çarşılarının başında bakır ustalarının
mahir ellerinden çıkan çeşit çeşit bakır malzemenin yapılıp satıldığı,
çekiç seslerinin birbirine karıştığı, kalaycı ustalarının ocaklarından
dumanların yükseldiği Bakırcılar Çarşısı gelirdi.
Kalaylanacak
kazanın dibine döktükleri kumun üzerine attıkları bir telis parçasıyla
kazanın içerisine giren çırakların ayaklarıyla sağa sola manevralar
yaparak kazanın dibini temizlemeleri ise görülmeğe değerdi.
Ayazpaşa
Mahallesi’nin sınırları içerisindeki Bakırcılar Çarşısı, dün olduğu
gibi bugünde Gürpınar Sineması’nın karşısında bulunan ve Kavaflar’a
giden Beden Dibi Sokak’la başlar, Habipbaba Türbesi’nin bulunduğu
caddeye inen Bakırcılar Sokak’la devam etmektedir.
Mevcut
dükkânların bulunduğu yer, önceleri yar halinde olup, bunun altı çöplük
olarak kullanılmaktaydı, arka tarafta bulunan meydanlıkta ise hafta sonu
eskilerin alınıp satıldığı meydan kurulmaktaydı.
Çarşıda bakırcı ve kalaycıların yanında; çarıkçı, elbiseci, berber, anahtarcı, sobacı, terzi, demirci ve lavaşçılarda bulunurdu.
Bakırın
gözde olduğu dönemde, bakırcı ve kalaycı esnafının çoğu Bakırcılar
Çarşısı’nda olmasına rağmen, bir kısmı da Pelit Meydanı, Mahallebaşı,
Nazik Çarşı, Gölbaşı Karakolu’nun civarı, eski spor salonu, Fil Köprüsü
civarı, Kuru Hapan’ın arkasında ve Bat Pazarı’nda sanatlarını icra
ederlerdi.
Kalaycı ve bakırcı esnafından Bakırcılar Çarsısı’nın
dışında faaliyet gösteren esnaflardan eski spor salonu’nun altındaki
Kazım Usta, Fil Köprüsü’nün yukarısındaki kalaycı Münip Usta ile Bat
Pazarı’ndaki çeşmenin yanında yarenlikli kişiliği ile tanınan Ahmet Usta
ile Selahattin Usta ise birbirlerine yaptıkları şakalar ve nazireler
ile hatırlanmaktadırlar.
Devam Edecek…
- mücahit hararlı 01 Ocak 1970 02:00
emegi geçen bu yazıların bizlere ulaşmasında deyerli büyüklerime canı günülden teşk ederim nede olsa o anılarımı okumuş bilmediğimleri öğrendim .Eski ustalarımıda babamı amcamı dayımıda rahmetle anıyorum.sağolun var olun hep mutlu sağlıklı kalın. MÜCAHİT HARARLI
- Erdal Saatcioğlu 01 Ocak 1970 02:00
Bizi maziye götüren bu tarihi makaleleri okumak biraz hüzünlendirsede unutulan sanatları ve işlevleri hatırlattığı için geçmişi günümüze taşımaktadır.İlgi ile makalerizi takip etmek beıim içn bir zevk teşekkürler Erdalbey.
- zafer uzar 01 Ocak 1970 02:00
erdal bey, bu yazıyı beğenerek okudum spor salonunu altındaki kazım ustayı bende tanırdım babamın dükkanıda karşısındaydı(uzay elektrik) bu yazının devamını bekliyoruz..... saygılarla efendim
- HAKAN CALP 01 Ocak 1970 02:00
KALEMİNİZE ve EMEĞİNİZE SAĞLIK.BU ŞEHİRDE DOĞUP BÜYÜYEN HERKESİN YAŞADIĞI,HATIRLARKEN TEBESSÜMLE GÖZLERİMİZİN DOLDUĞU DUYGU YÜKLÜ GÜZEL BİR NOSTALJİ OLDU.DEVAMINI SABIRSIZLIKLA BEKLİYORUZ.SELAMLAR,SEVGİLER