CERN VE CAMİ
Yarım asır önce on iki Avrupa ülkesinin (Almanya, Fransa, Danimarka, Hollanda, İngiltere, İsveç, İsviçre, İtalya, Norveç, Yugoslavya, İtalya) bir araya gelerek kurmuş oldukları Avrupa Nükleer Araştırma Merkezi (CERN), bugün dünyanın en kapsamlı Parçacık Fiziği Araştırma Laboratuarı olarak evrenin sırları hakkında insanlık adına önemli çalışmalar yapmaktadır.
CERN; maddenin yapısı ve maddeyi bir arada tutan kuvvetleri anlamak, evrenin nasıl oluştuğuna dair ipuçları elde etmek, özetle ilâhi gücün sanatının inceliklerini kavramak düşüncesiyle dev bir beyin kadrosu ile çalışmaktadır.
Binlerce yıldan beri insan beyninin cevap aradığı sorulara ışık tutabilecek çalışmaların yapıldığı CERN'de, büyük paralar harcanarak binlerce deney gerçekleştirilmektedir.
Bilimsel yarışta Amerika ve Rusya'nın gerisinde kalmamak düşüncesiyle, Avrupa'nın oluşturduğu bu yapının çatısı altında 2.500 fizikçi ve mühendis, kâinatın sırları hakkında insanlığa bilgi sunmak için olağanüstü gayretle çalışmaktadırlar.
Geçen hafta içerisinde CERN'de dünya bilimine önemli katkılar sağlayacak büyük bir deney gerçekleştirildi.
Dokuz milyar dolar paranın harcandığı ve tüm insanlığın tanık olduğu bu deneyle ilgili tüm haberler basına yansırken, gazetelerin bir köşesinde de 19.4 milyar dolar servetiyle dünyanın en zenginleri listesinin 19. sırasında yer alan Suudili Prens El Welid Bin Tallal Bin Abdulaziz El Suud?un dünyanın en pahalı yatlarından biriyle bodrumda tatil yaptığı ve prensin beş vakit namazını aksatmadığına dair haberler yer alıyordu.
Amerika, Rusya ve Avrupa ülkelerinin yarıştığı bu bilimsel platformda İslam coğrafyasından hiçbir ülkenin olmaması ise oldukça düşündürücüdür.
''Bilim insanı yaratıcıya götürür.'' düşüncesinin okunduğu bu çalışmaların, Müslüman ülkeler arasında itibar görmemesi de sorgulanması gereken bir durumdur.
Yüz yıllar ötesinden benzeri endişeleri taşıyan Ömer Hayyam'ın; ''Ey kara cübbeli, senin gündüzün gece / Taş atma dünyayı bilmek isteyenlere / Onlar yaradanın sanatı peşindeler / Senin de aklın fikrin abdesti bozan şeylerde'' mısraları, sanki bugün için söylenmiş gibidir.
Bu bilimsel yarışlarda, 1400 yıl önce cehaletin, vahşetin, ilkelliğin kol gezdiği bir coğrafyada kızgın çöller üzerinde kollarını açarak; ''Yarabbi bana eşyanın hakikatini öğret.'' diyen Hz. Muhammed'in ümmetinin olmaması, elem verici ve izaha muhtaç bir konudur.
İsa'nın çocukları Tanrı parçacığının peşinde koşarken, eşyanın hakikatini öğrenmek için dua eden Hz. Muhammed?in torunlarının imaj ve gösteriş peşinde koşmaları, sefalet ve cehalet bataklıklarında saplanıp kalmaları anlaşılabilir bir durum değildir.
21. yüzyıl dünyasına bakıldığında, 1.5 milyar Müslüman'ın yaşadığı İslam coğrafyasının sorunlarla boğuştuğunu, bu coğrafyada açlığın, sefaletin, savaşın, kan ve göz yaşının, haksızlığın, hukuksuzluğun, insan hakları ihlâllerinin, despotizmin ve cehaletin kol gezdiği görülmektedir.
Afganistan, Irak, Suriye, Libya, Yemen, Suudi Arabistan, Filistin, Mısır, Sudan, Mısır, Bangladeş gibi ülkelere bakıldığında tablo daha iyi anlaşılmaktadır.
Belli bir demokrasi kültürümüz olmasına ve anayasamızda demokratik, laik, sosyal hukuk devleti yazmasına rağmen, ülke olarak karnemizin de fazla iyi olduğu söylenemez.
Hatırlanacağı üzere geçen yıl Japonya şiddetli bir depremle sarsılmış, depremin getirdiği tsunami Japonya'yı perişan etmiş, yaşanan büyük felakete rağmen Japonya?da yağma, talan, hırsızlık gibi olumsuzluklar yaşanmamıştı.
Bu onurlu davranış, rahmetli M. Akif'in Japonlar hakkındaki görüşlerini teyit eder gibiydi ve manidardı.
İslam bilginlerinin ilimde zirveyi yakaladıkları 8. ve 12. asırdan sonra, dinin; ritüellere, şekle ve hurafelere dayandırılmasıyla birlikte, özden ve ruhtan uzaklaşan İslam dünyasında başlayan irtifa kaybı hâlâ devam etmektedir.
Mana ve ruh ilişkisinden kopup imaj peşinde koşmak, gösterişli bir din algılayışı sergilemek, kubbenin altındaki hakikati bulmadan yüksek kubbelerde dini hatırlamak, ezan çağrısını yüksek desibelde ezan okumak diye algılamak, günümüzde de kabul gören bir anlayış şekli olarak karşımıza çıkmaktadır.
İsrafın, gösterişin, kibrin ve müstekbirlik ifade eden her şeyin hoş karşılanmadığı İslam öğretisi içinde, tevazu ve sadelik en önde gelen hasletler olarak bilinir.
Türkiye sınırları içerisindeki cami ve mescit sayımız; gururla ifade etmeliyiz ki ihtiyacı karşılayacak seviyede olup, manevi değerlere sıkı sıkıya sahip Erzurum'da bu sayı ülke ortalamasının üzerindedir.
Bu zenginlikte camilerimiz olmasına rağmen, camilerimizin cemaat sayısının aynı zenginlikte olduğunu söylemek ise bir hayli zordur.
Hapishaneler, kontenjanlarının çok üzerinde mahkûm barındırıyor, camilerdeki cemaat sayısı birkaç safı geçmiyorsa, bu sorgulanması ve düşünülmesi gereken bir durum olarak göze batmaktadır.
Geçen hafta ülke gündeminde İstanbul?daki Çamlıca Tepesi'ne yapılması düşünülen camii konusu vardı.
Gündemle ilgili ülkede farklı görüşler sergilenirken, aynı doğrultuda bir düşünce de Erzurum'da gündeme gelmiş, Aziziye Parkı'nda büyük bir caminin yapılma fikri şehirde yeni bir tartışmanın fitilini ateşlemişti.
Konunun hassasiyeti ve yanlış anlaşılmalara yol açar endişesi, konu hakkında sağlıklı bir tartışmaya fırsat vermemiştir.
Şehirdeki İhtiyaçların bir değerlendirmesi yapıldığında, önceliğin farklı alanlarda olacağı anlaşılmaktadır.
Bilindiği gibi Erzurum 1916-1918 yılları arasında işgale uğramış, bu karanlık günlerde Ermeni çeteleri 50.000 Müslüman Türk'ü hunharca katletmiş, tarihin en vahşi soykırımını Erzurum?da yapmışlardır.
Ermeni diasporasının 2015 yılında tehcirin 100. yılını bahane ederek dünya kamuoyunda birtakım eylem ve provokasyonlarda bulunacakları ve sözde yalanlarla dünyayı etkilemek isteyecekleri ve birtakım hazırlıklar içerisinde olacakları bilinmektedir.
Zulme ve soykırıma uğramamıza rağmen, haklı davamızı yeterince dünyaya duyuramadığımız ve bu konuda yeterli adımlar atmadığımız bir gerçektir.
Bu münasebetle Aziziye Parkı'nda, Ermenilerin Erzurum'daki vahşetlerini anlatan bir soykırım anıtı, müzesi ve kütüphanesi yapılması, manevi sorumluluğumuzu yerine getirme açısından oldukça anlamlı olacaktır.
Sosyal hayat içerisinde elinden ve dilinden emin olunan, yetimin başını okşayan, temiz vicdan sahibi şahsiyetler oluşturabiliyor, kalp ve gönül kubbelerimizi yüceltebiliyorsak, o zaman camileri en yüksek tepelerde inşa ediyoruz demektir.
NOT: Tüm İslam âleminin ve okuyucularımın Ramazan ayını tebrik ediyor, sabrın, şükrün, paylaşmanın, hoşgörünün ve tevazünün eksik olmadığı, mutlu ve huzurlu bir Ramazan ayı temenni ediyorum.
- Erzurumlu Adam 01 Ocak 1970 02:00
Binlerce para harcanıp gereksiz yere ortalığı anlamsız anıtla,müze ile doldurmak ittihatçı ve kemalist zihniyetin eseri.21yy. da böyle şeyler düşünmek gerçektende çağdan uzak geri bir görüştür.Zaten bu toprakların paraları gereksiz Heykellere ,anıtlara, camilere yeterince harcandı artık bu dar görüşlere son verilmesi lazım.
- kafyasyalı 01 Ocak 1970 02:00
kesinlikle soykırım müzesi olmalı