Azerbeycan, Gürcistan ve İran izlenimleri-7

Tiflis-Gence-Bakü-Erdebil-Tebriz)

Sabah 09.00 da Şah İsmail'in türbesinin önünde indik. Astara'dan gelince aracımızın körüğü arızalanmıştı, bu yüzden dolayı aracımız tamire gidince, bizde Erdebil'in görülecek yerlerini gezme fırsatı bulduk.
Önce. el işleri müzesini gezdik. Eski bir hamamın(Şıh Hamamı) müzeye çevrilmiş olduğu bu tarihi mekanda, bir birinden güzel eserleri görme şansını yakaladık.
Etrafta bir sessizlik vardı, dükkanların çoğu kapalıydı, sebebini sorduğumuzda  önemli bir din adamının ölüm yıldönümü münasebetiyle dükkanların kapalı olduğunu öğrendik.
Erdebil'in en önemli çarşısı olan kapalı çarşıdan (Pazar) içeri girdiğimizde de aynı durum vardı  duvarlarda yalnız  Kuranı Kerim sesi yankılanıyordu.
Çarşıda biraz dolaştık, kurutulmuş balıklar ile tavuk ayakları ilgimizi çekti.
Yakında bir döviz bürosu bulup, bize lazım olabilecek miktarda Tümen aldık.
Bir müddet sonra aracımız göründü, bizde yavaş yavaş toplanmaya başladık.
Kaldırım önüne dizilmiş, önlerinde bir çuval ve kısa saplı, bir çeşit kazma olan genç adamlar vardı.
Gayet güzel Türkçe konuşan bu Azerilerle konuşunca,onların kuyu kazıcı olduklarını ve önlerindeki kazmaya da "Külüng" denildiğini öğrendik.
 Çuvalın içerisinde ise küçük bir kova ve kısa saplı bir kürek vardı. Kol gücü ile çalışan bu emekçiler 20 m derinliğe kadar inebiliyorlarmış, açtıkları kuyunun çapı ise 1 m oluyormuş
.Alın teri ile para kazanan bu gençlerden Mustafa isimli bir Azeri ile  konuşunca, 1 m kuyuyu 20 TL'ye açtıklarını söyledi.
Aracımızın  beklediği bu alanda ekip yavaş yavaş toplanmaya başlamıştı,kafilenin sigara tiryakilerinden Zeki Sevil,İbrahim Kırküzer,İhsan Yıldırım ve Şeref Acar derin bir sohbete dalmışlar zevkle sigaralarını tüttürüyorlardı.
Bu garibanlarla konuşurken,biraz ilerde ücretsiz limonata dağıtıldığını gördük.
"İhsan" dedikleri bu sebilden bizde nasiplendik ve saat 11.00 de aracımıza binip Ali Rıza ve Cevat'la vedalaşıp Erdebil'den ayrıldık.
Yolculuk ,Engin Duman'ın,Ali Beyaz'ın,Alpaslan Sarcan'ın Fıkraları, Dr. Rahmi'nin esprileri, çocukların şiir okumaları, Eymen'in sayı sayması ve 29 dan sonrasını getirememesi ile zevkli bir şekilde sürdü, saat 14.30 da Tebriz'e geldik .
Azra ile Eymen Bülent beyin çocuklarıydı, gezi boyunca hiçbir sorun çıkarmayan bu sevimli minikleri , torunlarımız Deniz ve Mustafa'ya benzeterek özlemimizi gideriyorduk.
Aracın en sevimlisi  Nehri Demiray'ın kızı küçük Ayşe idi. Gezi boyunca pusetle gezen bu minik kız, gelene kadar annesini ve babasını hiç üzmedi.
Tebriz'e girince, Yol üzerinde bizi bekleyen rehberimiz Zehra Gahhari hanımı alıp, kalacağımız otele geldik.
 Tebriz'e "İlklerin Şehri"  deniliyormuş, bunun sebebi de ilk Matbaanın, ilk Belediyenin, İlk İtfaiyenin, İlk Üniversitenin burada açılmış olmasıymış.
Şehrin içine otobüslerin girmesi yasak olduğundan, Tebriz Belediyesinin tahsis etmiş olduğu iki belediye otobüsü ile şehir turuna çıktık, bu aşamada müze görevlisi  Fatıma Aryanı hanımda bize katıldı.
Meşrutiyet Evi, Meşrutiyet Müzesi ve Tebriz Belediye binasını görüp, Dünya miras listesine girmiş olan meşhur kapalı çarşıya geldik.
Çarşı görülmeğe değerdi ve içerisinde "Ne ararsan bulunur" türünden her şey satılıyordu.
Çarşının dar yollarında hamalların bağırışları ,müşteri kalabalığı, tarih kokan dükkanlar ve burnumuza değen çeşit çeşit kokular, tezgahlardaki rengarenk mallar, sanki de insanı zaman tüneline götürüyordu.
En hafifi 2 kg civarında olan kesme şeker kalıpları, bize Erzurum'un kıtlama şeker kültürünü hatırlattı.
 Bu otantik çarşıda ,en faklı yerlerden biride ,meşhur Tebriz Halılarının satıldığı Han'dı.
Buradaki halılar eşsiz güzellikteydi ve hepsi birer sanat harikasıydı. Hele tablo halılar dudak ısırtıyordu.
Guruplara ayrılarak dolaştığımız bu çarşıda, hepimiz bir şeyler almaya gayret ettik.
Genelde, Pirinç,Zerdeçal,Börülce,Hurma,Safran vs alarak bu farklı mekandan ayrılıp, Azerbaycan Müzesine geldik.
Farklı devirlere ait objelerin sergilendiği bu müzede, en ilginç olan eserlerden biri, Bismillah Taşıydı.
Sekiz sene gibi uzun bir sürede Mısırda yapılmış olan bu taş, İstanbul'a ,oradan da Tebriz'e getirilmiş.
Taşın sol tarafında  Sultan Abdülmecit'e ait olan kısım yoktu.
Müzenin üst kısmında ki halıları ve eserleri hayranlıkla gördük.
Müzenin alt katında Ahad Hüseyin'in yapmış olduğu, dünyadaki sınıfsal farklılıkları, ezen ve ezilenleri tasvir eden heykeller, mesaj doluydu.
 Burada kantin gibi bir yer vardı, orada  Cahit Dumludağ ile çay içen Tarihçi bir Azeri hocayla tanıştık.
Bu tarihçi, bizim sade Anadolu Türklüğünü ön planda tuttuğumuzu, Hindistan, Afganistan gibi yerlerdeki Türk devletlerinden fazla bahsetmediğimizi söyledi.
Buradan ayrıldıktan sonra yola çıktık ,sol tarafımızda Kuru Nehir geçiyordu  bir müddet Tebriz caddelerinden geçtikten sonra, kurabiye almak için ünlü bir pasta haneye geldik.
Oldukça fazla müşterisi olan bu pastanenden alış verişimizi yaptıktan sonra , akşam ezanı okunurken şehrin sembolü olan Şah Gölü'ne gittik.
Havanın fazla soğuk olması münasebetiyle, burada fazla kalmadık ve otelimize döndük.
Ahmet Erdoğan'ın sipariş ettiği ve Zehra hanımın öve öve bitiremediği Tebriz Köftesini yemek için otelin lokantasına geldik.
 Portakal büyüklüğündeki bu köfte, ekibin çoğunun hoşuna gitmese de ,Alpaslan Sarcan,Fahrettin Aksakal ve benim çok hoşumuza gitmişti.
Neyse ki otelin yakınında bir lokanta vardı, köfteyi yiyemeyenler, buraya giderek karınlarını doyurdular.
23 Nisan 08.30 da Tebriz'den , rehberimiz Zehra hanımın "Sağ selamet öz vatanınıza ulaşasız" duasıyla ayrıldık.
Gezi ile ilgili yorumların yapılmasıyla yolculuğumuz devam etti.
Yavuz hoca, kurabiye muhabbetiyle birlikte Puşkin ağırlıklı bir konuşma yapıp, akademik üslup çerçevesinde öz eleştirilerde bulundu.
Dağların etekleri ve arazı, gelincik tarlaları ile kırmızı bir renge bürünmüştü. Manzara ilahi kudretin yansıttığı eşsiz bir ebru sanatı gibi göz alıcıydı.
Saat 12.00 Makü'ye geldik. İki dağ arasındaki bu şehir, sıvasız binaları ve oto tamircilerinin çokluğu ile dikkat çekiyordu.
Karpuz satıcıları,leylek heykelleri ve cadde ortalarında değişik meyvelerin bulunduğu meyve sepeti heykelleri, buranın meyvesiyle meşhur olduğunu ifade eder gibiydi.
Gezinin sonuna gelmişken Makü de bir trafik kazası geçirdik, hatalı çıkış yapan bir kamyon' un çarpması neticesinde aracımızın sağ tarafında bir hasar oluştu ,neyse ki fazla önemli bir hasarımız yoktu, kazaya sebep olanların hatalarını kabul etmeleri ve masrafa ortak olmaları ile bu sorunu aştık.
Olayın bu şekilde çözülmesiyle, aracımızdaki avukatlardan Alpaslan Sarcan  ve eşi İlknur Sarcan ile Sadullah Kara ve Fahrettin Aksakal'a  ve sigortacı Necip Aydın'a iş kalmamıştı.
Ekibin gençlerinden Taha bu olayı 7 adet Ayet-el Kürsi okumadığımıza yorarken, Hilal'de her zamanki gibi ikramlarda bulunarak, yükselen tansiyonu azalttılar.
Sağ tarafta uzun TIR kuyruklarını görünce, sınıra yaklaştığımızı anladık ve saat 13.00 da Bazergan'a geldik.
İki saatlik bir beklemeden sonra şanlı bayrağımızın dalgalandığı Türk Kapısından geçip toprağımıza kavuştuk.
 Saatlerimizi  1,5 saat geri aldık ve yolumuzun üzerindeki Meteor Çukurunu görüp, saat 14.40 da D.Beyazıt'a geldik.
Ahmed-i Hani Hazretlerinin mezarını ve İshak Paşa Sarayını gezip D.Beyazıt Pasajlarında dolaştıktan sonra saat 18 00 de D.Beyazıt'tan ayrılıp 21.45 de Erzurum'a sağ salim vardık.
Son.
Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.