Küçük yaşta öksüz kalan babam, kendi imkanlarıyla okumuş, 1942 yılında Ankara'daki Tapu ve Kadastro okulunu bitirmiş,Taşova'da ilkokul öğretmenliği, Konya'nın Sarayönü ilçesinde Tapulama, Seyhan'da Şehir Kadastro Fen Memurluğu görevlerinden sonra memleketi Erzurum'a gelmiş annemle de bu yıllarda evlenmiş.
1969 yılında Tapu Sicil Müdürlüğüne getirilen babam,1977 yılında rahmetli olana kadar bu görevde bulunmuştu.
Devlet malına aşırı ihtimam gösteren babamın, Beyt ül mal'a olan hassasiyeti o kadar fazlaydı ki , devlet malına ait bir toplu iğnenin bile hesabını yapar, bizlere devlet malının haram olduğunu her fırsatta yaşantısıyla yansıtırdı.
O dönemlerde ülkede, rüşvetin en fazla duyulduğu resmi kurumların başında tapu daireleri gelmekteydi.
İşte o devirlerde rüşvetin ve hediyenin giremediği tapu dairelerinden birisi de Allah'a sonsuz şükürler olsun ki babamın yönettiği tapu dairesiydi diyebilirim.
Helal rızık peşinde koşan babam, memuriyeti süresince haram olur diye kanuni izinlerini bile kullanmazdı, son günlerinde doktorların verdikleri raporu bile almaktan çekinmişti.
Dedem,Küçük yaşta yetim kalan babama "kadınlardan uzak durmasını, devlet malına çok dikkat etmesini,helal rızık peşinde koşmasını" vasiyet etmiş, babamda ölene kadar bu vasiyete uymuştu.
Orta boylu,zayıf cüsseli titiz ve asabi mizaçlı olan babam son derece adil bir insandı,doğruyu her fırsatta söyler,lafını asla esirgemezdi.
Babam, fötr şapka takardı elinden ise bastonu hiç eksik olmazdı.
Babamın ,sabah işe giderken ilk işi, Ebu İshak hazretlerinin türbesine uğramak, oradan Abdurrahman Gazi Türbesine bakarak dua etmekti.
Rasim Efendi Hazretleri,İhmal İmamı,Solakzade Müftü efendi babamın çok saygı duyduğu isimlerdi.
Evimize asla haram para getirmeyen babamın, Narman da ki köyünde, dedelerinden kalma hisseli arazisi ile memur maaşından başka hiçbir maddi varlığı yoktu.
Dolayısıyla, arkasından bize hiçbir maddi bir şey bırakmadı ama güzel bir isim ve rakamlarla ölçülemeyecek manevi bir miras bırakarak ayrıldı.
Okulu bitirmiştim, babam hasta yatıyordu.
Kendisine, iş bulmam konusunda yardımcı olmasını, Ankara'ya gitmem gerektiğini, söylediğimde " Oğlum git, kendi işini kendin gör"demesi ilk etapta bana çok dokunmuştu.
Bir hayli çevresi olan babamın bu davranışını, yıllar sonra ancak idrak edebilmiştim.
Ölümün kapısını çaldığını hisseden babamın, kendi ayaklarım üzerinde durabilmem için böyle davrandığını zaman sonra anlamıştım.
Son zamanlarda hastalanmıştı ve iyice zayıflamıştı biriktirdiği birkaç kuruşu Erzincan Kapısındaki Fırıncı Lütfettin amcaya verip "Bana, emri hak vaki olursa bu parayı çocuklara verirsin, cenaze masraflarımda kullanırlar"demiş.
Bugün ki karşılığı ancak bir devlet memuru maaşı kadar olan bu para, hepimizi çok müteessir etmişti.
Babamın rahmetli olduğu gün ben Ankara'daydım .
Gece, annemin halasının oğlu olan eski sağlık bakanı Prof.Dr.Nusret Hocanın verdiği acı haberle Erzurum'a gelmiş, babamın cenazesine yetişememiştim.
Babamın son halini annemden dinlemiştim.
ölmeden önce sağ tarafına dönmüş, duvardan su akıyormuş gibi abdest almaya başlayınca, annem birden paniklemiş "Mehmet, bu ne hal, ne yapıyorsun" diyince, babam "Abdest alıyorum ,can.." diyerek başını sağa çevirmiş ve ait olduğu vatan-i aslisine göçmüş.
Aradan bu kadar yıl geçmesine rağmen babamızın dürüstlüğü hakkında duyduğumuz her olumlu söz, bizi o kadar gururlandırır ki arkasında Karun'un hazinelerini bıraksaydı bu kadar mutlu olmazdık diye söyler dururuz...
DEVAM EDECEK...