Bu gün duygu yüklüyüm, ayaklarım beni büyük dedelerimin mahallesi olan Ayaz Paşa'ya doğru götürüyor.
Ticaret lisesinin önünden başlayan sokaktan yürüyerek mahallemizin içerilerine doğru yöneliyorum.
Sağ tarafta park halindeki bir kamyonun arkasındaki "Ah Yalan Dünya" yazısını görünce, Ömer Hayyam'ın "Gerçekte biz kukla sahnesindeyiz/ Kuklacı felek usta, kuklalarda biz/ Sahneye diziliriz ,birer ikişer/Oyun bittimi ,sandıktayız hepimiz" dizeleri aklıma geliyor.
Esat Paşa yokuşu , eskisi gibi gözüme görünmüyor, çocukluğumda çok daha dik ve korkutucu gelirdi diye aklımdan geçiriyorum.
Kırk Çeşme hamamından biraz ileride komşumuz Asiye teyzenin oğlu Muammer'le bu yokuştan nasılda kaydığımızı düşlüyorum, yaşıtım olan Muammer bir trafik kazası geçirmiş, kamyondan başına bir ağacın düşmesi neticesinde aramızdan ayrılmıştı.
Erzurumlu çocukların kış'ın kızakla kaydıkları en uygun yerlerden biride şüphesiz Esat Paşa yokuşuydu.
Leblebici yokuşu ve Hurşit'in yokuşu da hatırı sayılı kızak kayma yerleriydi.
Ayazpaşa mahalleli olduğumuz için bu yokuştan epeyce kaymışlığımız vardı,yukarıdan bıraktığımız kızaklar jet hızıyla kavaflara kadar inerdi.
Yolun ortasında mahallenin çocuklarının yaptığı atlatmalar olurdu, bu atlatmalardan kızağın geçmesi esnasında duyulan heyecan şimdiki moda tabirle , adrenalin tutkunluğu yapardı.
Eski halinden eser kalmayan bu mahallede dolaşmak, hatıralarımla tekrar baş başa kalmak biraz hüzün verse de bir müddet sonra müthiş bir mutluluk duyuyorum.
Ayaz Paşa camisinin bitişiğindeki iki katlı eski bir Erzurum evinde anamın ve babamın ikinci erkek evladı olarak dünyaya merhaba demişim.
Annem, Hakim Münir Alpağut'un büyük kızı Türkan, babam ise Narman'ın Todan köyünden Molla İbrahim'in oğlu Mehmet Güzeldir.
Köyümüz sert ikliminden yani bir türlü gelmeyen "yaz"ından dolayı Erzurumlular tarafından "Bekle Todan'a yaz gele" tabiriyle oldukça bilinir.
Aslında bu tabir iklimin soğukluğunu ifade etse de yavuklusu Yaz'ı bekleyen Todan'ın trajik aşk hikayesini de ifade ettiği rivayet edilir.
İdari yapılanmadan önce Todan köyü ,Tortum'a bağlıymış sonra Narman'ın ilçe olmasıyla birlikte Narman'a bağlanmış.
Göç göç oldu göçler yola dizildiği vakit, baba tarafımız civarda ki köylerle birlikte Amasya ,Su şehri ve Tokat istikametine zorunlu göçe tabi tutulmuşlar.
Onlar, Tokat'ta karar kılmışlar ve devletin tahsis ettiği yerlerde iskan edilmişler.
O dönemlerde Erzurum ve havalisinin büyük bir kısmı Amasya,Tokat,Sivas,Çorum,Kırşehir ve Ankara'ya kadar göç etmişler.
Bugün Tokat nüfusunun büyük bir kısmı Erzurumludur ve kendilerine "muhacirler" denilmektedir.
Aynı yoğunlukta olmasa da Amasya ve Kırşehir de hatırı sayılır bir Erzurumlu nüfusu mevcuttur.
Halalarım 100 yaşına kadar yaşamışlardı ve bu zorlu göç olayının da canlı tanıklarıydılar.
Aile,eşyalarını yükleyip öküz arabasıyla bir müddet yol aldıktan sonra, devlet tarafından öküzleri harpte kullanılmak üzere alınmış,onlar da arabadan her birinin taşıyacağı miktar yük alarak, yola yaya olarak devam etmişler.
Halamdan .göç sırasında kendisinin kilim taşıdığını ve geven üzerinde kundağa sarılı bir bebeğe rastladıklarını, kimsesiz bu bebeği de yanlarına alıp Tokat'a getirdiklerini lakin bebeğin üç gün yaşayıp öldüğünü dinlemiştim.
Bilindiği gibi Savaştan sonra göçle giden nüfusun büyük bir kısmı geri gelmiş, tekrar vatanlarına kavuşmuşlar.
Bu gün Tokat'ın muhtelif yerlerinde yaşayan Erzurum kökenli hemşerilerimizin yaşam tarzlarını gördüğünüzde, kültür denilen olgunun toplumların hayatlarında nasıl rol oynadığını anlayabiliyorsunuz.
Babam hastalandığı zaman, köyündeki göl tarlayı ve o tarladaki göze'nin suyunu sayıklar,"yaz gelende çıkam yayla, yayla senin başına, kurban olam toprağına taşına " türküsünü söyler hayallerine dalıp giderdi.
Babam rahmetli olduktan sonra Sıla-ı Rahim yapmak, hayatta olan halalarımı ve akrabalarımı görmek düşüncesiyle Tokat'a gitmeye karar vermiştim.
Gece bindiğim otobüs, sabahın erken saatlerinde Tokat'a varmıştı,esnaf yeni dükkanlarını açıyordu. Biraz dolaştıktan sonra çarşı içerisinde esnaflık yapan halamın üvey oğlunu bulmam zor olmamıştı.
Sarılıp hasret giderdikten sonra halamın yanına vardığımda sanki de babamı görmüş gibi olmuştum.
Konu hasretlik ve ata toprağı Erzurum'du.
Sormuş,sorulmuş, memleket havası getirdim diye koklanmış, hasretlik buymuş,Ata ocağı özlemi böyle bir şeymiş diye içimden geçirmiş,Zamanın nasıl geçtiğini anlamamıştım.
Erzurumluların yerleştirildiği köye gitmek için bindiğim minibüs, bağ ve bahçelik yerlerden geçtikten sonra birden dağların arasından yol almaya başlamıştı yani hem bitki örtüsü hem de iklim farklılaşmıştı
Neden sonra şoför "hemşerim aradığın yer burası" diyip durunca şaşkınlığımı gizleyememiştim.
Bu kadar bağlık bahçelik yer dururken bizimkiler her yönü ile Erzurum'a benzeyen bu yeri nasılda bulmuşlar diye kendime sormuştum.
Köyün içine girdikten sonra şaşkınlığım bir kat daha artmış kendimi sanki Tortum'un veya Narman'ın köylerinden birinde hissetmiştim..Tezek kalakları,tandır başları,evlerin yapısı,insanların kılık kıyafetleri,Erzurum ağzı konuşmaları,insana yaklaşım biçimleri Erzurum ile aynı diye hayret etmiş,Bu gördüklerim ve yaşadıklarımdan sonra kendi kendime işte kültür dedikleri bu olmalı diye söylenmiştim.
Oltu,Narman ve Tortum kökenlilerin olduğu muhacirler, Erzurum kültürünün tüm özelliklerini yansıtıyorlardı.
Savaş nedeniyle yaşanan zorunlu göçün hatırası hemen hemen her evde vardı.Çoğunluğu Erzurum'u görmemiş olsa da kültürlerinden kopmadan yaşıyorlardı.
Devam edecek...