O
günlerde ; Huy kesme,Öksürük Kesme, Yürek Suyu Kesme ,Baş ağrısı
Kesme,Siğil Bağlama,İkra Kesme Demir evi Yazma,İnnağ Kesme gibi
geleneksel tedavi yöntemleri de vardı.
Baş ağrısı çeken şahıs, bu işte ehil olan kimse, ona giderek tedavi olmaya çalışırdı.
Tedavi edecek kişi eline bir mıh alır, İlk önce onu direğe çakar, sonra başlardı okumaya.
Baş
ağrısı çeken kişiye "Geçti' mi ?" diye sorar, o da "Geçmedi" diyince,
çiviye bir daha vurur ve bu işlem baş ağrısı geçene kadar devam ederdi.
Elinde,sırtında
siğil olanlar da, bu işte ehliyetli şahıslara giderdiler,O kişi adedi
miktarınca arpaya okurdu ve okunan arpalar eşiğin altına veya toprağa
gömülür ve birkaç gün sonra siğiller dökülmeye başlardı.
Siğil
için arpa kullananlar olduğu gibi, tuz kullananlarda vardı ,Günümüzde bu
metodu uygulamaya icazetli kişilerden biride Naci Elmalıdır.
Küçüklüğümde
benim sırtımda fazla miktarda siğil oluşmuş, Rahmetli anam, Ilıca da
bir hanıma beni götürmüş,Uygulanan yöntemle birlikte sırtımdaki
siğillerin kaybolduğunu anam her fırsatta anlatırdı.
Bir de siğilleri elma ile kesenler vardır.
Bu
metodu uygulayanlarda yine izinli kimselerdi, bunlar içerisinde bilinen
Zinnur Tiryakinin anne tarafından dedesi Mevlüt Çavuş'tu.
Yemen
harbi sırasında ayağından vurulan Mevlüt Çavuş'u bir bedevi tedavi edip
iyileştirmiş sonra aralarında bir muhabbet oluşmuş.
Bir çok
konuda bilgisi olan bu bedevi, Siğil kesme yöntemini Tufanç'lı Mevlüt
Çavuş'a (Çelik) öğreterek ona izin vermiş,O da bu görevi ömrünün sonuna
kadar yapmış.
Mevlüt Çavuş'da kızı Muhsine ve torunu Zinnur Tiryakiye izin vererek, bu işin sürdürülmesini sağlamış.
Bu
metot'da, elma ortadan ikiye ayrılır, önce bir yarısı siğillerin
üzerine sürülerek üç defa duası okunur, daha sonra elmanın diğer yarısı
ile bu işlem aynı şekilde tekrar edilir,sonra elmanın her iki yarısı
birleştirilir kürdan vs ile sağlamlaştırılır,Şahsa verilerek ayak
basılmamış bir yere yüzün olarak gömülmesi söylenir, Elma çürüdüğünde
siğillerde dökülmüş olur.
Öksürük içinde öksürük baba türbesine gidilir veya delikli taşın içinden geçilince öksürüğün kesileceğine inanılırdı.
Geleneksel
tedavi yöntemlerini uygulayanlar yanında, şehirde falcılar da
vardı, Bu falcıların kimisi aynaya, kimisi suya bakarak,güya gaipten haber verirlerdi
Falcı Naime (M.başı),Falcı Hacer
(Tebriz kapı),Falcı Naciye(Dere Mahallesi),Falcı Lal abla (Veyisefendi) o dönemin isim yapmış falcılarıydılar.
Bizim çocukluğumuzda
futbol topu oldukça kıymetliydi, bu yüzden mahallenin çocukları aramızda
para toplayarak zar zor bir top alır ona gözümüz gibi bakardık.
Topun alındığı ilk gün topa ayak vurmaya dahi kıyamazdık, Hevesimizi ya voleybol oynayarak yada kafa atışı yaparak alırdık.
Birkaç gün sonra topla yavaş yavaş hasbıhal olur, derken maç yapmaya başlardık.
Bin bir zorluklarla almış olduğumuz topumuz birden kaybolmuş,Her yeri aramamıza rağmen topu bulamamıştık.
Bu esnada mahalle arkadaşımız Adnan Yılmaz (Erzurum Milletvekili)falcı Naciye'ye gitmemizi önermişti.
Ceplerimizdeki birkaç kuruşu bir araya getirip Falcı Naciye'ye gitmiş derdimizi anlatmıştık.
Falcı Naciye aynaya baktıktan sonra bizi rahatlatan birkaç söz söylemişti.
Topumuzu bulacağımız ümidiyle oradan sevinçle uzaklaşmış ama daha sonra topu bulmamız mümkün olmamıştı.
Şehir de Falcılardan başka Muska yazanlarda vardı ,Onların en meşhurları da Tortumlu Ömer Hoca ile Tekedereli Hocaydı.
Mahallemizin İğnecisi Zakir Gezmiş'in evinin yanında Ahmet Yurttaş ve kardeşi Süleyman Yurttaşa ait evler bulunmaktaydı.
Ahmet
Yurttaş'ın evi Esat Paşa yokuşu sokağa bakardı,üç katlı olan bu ev
geçmiş dönemlerde kömür karnesi dağıtım yeri olarak kullanılmıştı.
Şu anda bu evin altında bir kahvehane ve onun bitişiğinde ise Nurullah Özkılıç'ın , emlakcı dükkanı bulunmaktadır.
Yurttaşların
evlerinden yokuşa çıkıldığında Selçuk ve Hadi Erverdi'nin yazıhanesi
vardı,daha ileride ise Esnaf Sanatkarlar Odası ve Yetiştirme Yurdu
bulunurdu, Bu yurt yine öğrenci yurdu olarak kullanılmaktadır.
Esnaf
Sanatkarlar Odasının olduğu yerde çok önceleri tenekeden minaresi olan
Feyziye mescidi ve arsası mevcutmuş daha sonra buraya ev yapılmış.
Erzurum da açılan ilk Rüştiye mektebinin de bu civarda olduğu söylenmektedir.
Şehir içerisinde bulunan bu Yetiştirme Yurdunun öğrenciler için bir takım olumlu yönleri de vardı.
Şöyle
ki;Civardaki ailelerden bazıları bu çocuklardan birkaç tanesini
sahiplenirdiler ve kendi çocukları ile beraber evde oynamalarına ve
yemek yemelerine fırsat verirdiler, yani bir nevi koruyucu aile görevi
yapardılar.
Y.Mumcu Caddesinde bulunan Atatürk evi de uzun yıllar çocuk yuvası olarak kullanılmıştı.
Ahmet ve Süleyman Yurttaş ticaretle uğraşırdılar, Habip Baba türbesinin karşısında manifatura dükkanları bulunurdu.
Erzurum'un yetiştirdiği değerli bilim adamı Prof.Dr Hüseyin Yurttaş hocamız, Ahmet Yurttaş'ın oğludur.
Ahmet
Yurttaş manifatura dükkanından ayrıldıktan sonra, Taş Han'ın kuzey
tarafında bulunan sıra dükkanların birinde Yetim Hoca kitapevini
çalıştırmıştı.
Süleyman Yurttaş'ın, Kırk Çeşme sokağa bakan evinin karşısında ise, Karayollarında çalışan Celal Tophaneli'nin evi vardı.
Berber
Kambur Felek'in ve bakkal Nihat Çınarın evleri ile devam eden sokağın
diğer tarafında ise Pirimlerin bahçeli evleri yer alırdı, Belediyenin
çöplük yeri de buradaydı.
DEVAM EDECEK...