Ankara, Ankara olalı...

Dün, "nasılsa malzeme çok" demiştik ya, anında itiraz edenler oldu.

"Bize ne filancayla falancanın düğününden" diyenlerden tutunuz da, "yazınız çelişkilerle dolu" şeklinde eleştiride bulunanlara kadar, birçok okurumuzdan tepki aldık.

Eyvallah...

Okurumuzun bu tepkisi, eleştirisi ve zaman zaman da takdiri olmasa zaten bu meslek kolay kolay yapılır cinsten bir iş değildir.

Ne tepkiye itiraz ediyoruz, ne de eleştiriye...

Fakat küçük bir noktaya dikkatinizi çekme ihtiyacı duyuyoruz.

O da şudur:

Dünkü yazı ve bugün yazdıklarım sadece gözlemden ibarettir.

Ben bir konuda ne hüküm veriyorum, ne de kimseye şuna inanın veya buna inanmayın diye dayatmada bulunuyorum.

Ankara'ya gitmişim ve orada katıldığım düğünlere dair kısa gözlemler sunuyorum. İlginizi çekerse okursunuz, çekmezse geçer gidersiniz.

Bu kadar basit bir mesele için iri puntolarla örülmüş yazılar döktürmeye, hele hele de arkasında derin ideolojiler aramaya gerek yok.

"Yaptığınız bu şey gazetecilik midir?" diye sorarsanız. Cevap verelim:

Evet gazeteciliktir.

Topluma mal olmuş insanların düğünleri de, cenazeleri de, açıklamaları da dünyanın her yerinde haberdir.

Misal; Sağlık eski Bakanı Recep Akdağ'ın kızının düğününe kimler katıldı, kimler gelmedi, şeklindeki bir sorunun cevabı toplum tarafından merak edilir.

Kimse sakın yanlış anlamasın asla eleştiriye karşı değilim; bilakis eleştiri bize ayna tutan en doğru kılavuzdur.

Sevgili Orhan Bozkurt'un yönetimindeki Erzurum Ajans'ta, Ali Zincir isimli kıymetli bir okurumuz, on numara bir eleştiri yazmış.

Okumadıysanız, tavsiye ederim okuyun.

Mesela aynı sitede sevgili Metin Asar ve Fatih isimli okurlarımız da bindirmişte bindirmişti.

Olsun...

Yeter ki hakaret, iftira ve küfür olmasın.

Palandöken'in yayın ortakları olan Gazete Güncel ve Erk Haber'de yorum yoktu. Ya gelen yorumları kullanmamışlardı, ya da yorum gelmemişti.

Palandöken'e gelen yorumlarda ise, yazıdan keyif alanlar da vardı, şu sıkıntılı günlerde ne alemi var, düğünden eğlenceden bahsediyorsun diye sitem edenler de...

Bu uzun girişten sonra gelelim dün kaldığımız yere...

Muhyettin Aksak'ın oğlu, Eyüp Gözgeç'in kızının düğünlerinden bir gün sonra da Recep Akdağ'ın kızının düğününe gittik.

Düğün sahibi eski Sağlık Bakanı olunca ve de o isim sağlık alanında devrim üstüne devrimler yapmış Recep Akdağ ise, takdir edersiniz ki kızının düğünü de görkemli olur.

Gelecek davetlileri düğün salonlarının alamayacağını düşünerek,  Ankara'daki en büyük kongre merkezi düğün salonu olarak seçilmişti.

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Meclis Başkanı Cemil Çiçek, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, çok sayıda bakan ve yüzlerce davetli...

"Erdoğan, Akdağ'ın üzerini çizdi" deniliyordu ya...

Keşke öyle düşünenler o gün o kongre merkezinde olsaydı da, Erdoğan'ın, Recep Akdağ'a nasıl iltifatlar yağdırdığına tanık olsaydı.

Siyaseten kim nasıl hesap yapıyor bilemem ama tavsiyem şudur:

Akdağ'ı yabana atmayın. Bakan değil belki ama hala siyasetin zirvesinde bir isim...

Dün yazmıştık ki, Muhyettin Aksak'ın oğlunun düğününde Recep Akdağ vardı.

Aynı şekilde Akdağ'ın kızının düğününde de Muhyettin Aksak vardı.

Herkes oradaydı, fakat Adnan Yılmaz o herkes arasında yine fark yaratmayı başardı.

Nerede bir Erzurumlu gördüyse oraya gitti ve sanki düğün sahibiymiş gibi herkesle tek tek ilgilendi.

Bu, yapmacık olmayacak kadar gerçekçiydi.

Sevgili meslektaşım Recep Kapucu'yla beraber birebir gözlemledik.

Adnan Bey'i Erzurum'da Zirai Donatım Bölge Müdürlüğünde, bölge müdürlüğünden itibaren tanırız.

Ölü görüp ağlayan, düğün görüp oynayan samimi bir insandır.

Kendisini kimbilir kaç kez eleştirmişimdir, hatırlamıyorum, ama O, dün yani sade bir memurken nasıldıysa vekil olduktan sonra da aynı...

Siz böyle kaç adam tanıyorsunuz, değişmeden kalabilen...

Ankara'ya gitmişken hiç etrafta neler olup bitiyor diye merak etmemek mümkün mü, hele de gazeteciyseniz...

Çünkü sokakta itiraz vardı, çünkü insanlar parkta bahçede, caddede yüksek sesle konuşuyordu.

Kimdi bu insanlar ve niçin itiraz ediyorlardı?

İstanbul'da ve Ankara'da Erzurumlunun ölüsüne tabut, doğan çocuğuna beşik olan Cemal Şengel'den rica ettik. Bizi eylemlerin yapıldığı noktalara götür diye...

O Cemal Şengel ki sırf bu eylemlerden ötürü ha bire bedel ödeyen bir işadamı ama bizi kırmadı ve eşlik etti. Sakarya Caddesi'ne gittik.

Göz gözü görmüyordu, her yer eylemci ve polis kaynıyordu. Hava siyaha bürünmüş bulutlara teslimdi, polis ha bire biber gazı sıkıp duruyordu.

Kızılay'da kızılca kıyamet koparken Sakarya'da daha mutedil bir hava hakimdi...

O güne kadar hep televizyondan izlediğim protestocularla ilk defa burun buruna gelmiştim.

Recep de şaşkındı ve eski bir solcu olmasına rağmen gördükleri karşısında paniklemişti.

Eylemciler kararlı, polis tavizsizdi.

Eylemciler kaldırım taşlarını söküp polise saldırırken, polis de ya tazyikli su sıkıyordu ya da biber gazı atıyordu.

Bu, öyle bir ortamdı ki kimin haklı kimin haksız olduğundan çok, kim daha organize kim hazırlıksız yakalandı hesabı güdülüyordu sanki...

Eylemci denk düşürdü mü paket taşı fırlatıyordu, polis de biber gazı sıkıyordu...

Cemal Şengel, belki de işadamı olmasının verdiği gerekçeyle protestoculara hak vermiyordu.

"Yakıp yıkıyorlar; demokraside hak aramak bu değil" diyordu.

Haksız da sayılmazdı hani...

Biz de gördük, eylemciler tahribatta sınır tanımıyorlardı.

Hoş polis de kimseye gül ya da karanfil uzatmıyordu.

Sakarya Caddesi sanki de savaş alanı gibiydi. Bir yanda eylemcilerin yaktıkları barikatlar, öte yanda polisin sıkmakta hiç esirgemediği biber gazı vardı.

Orada gördük ki olaylar hiç de televizyonlardan izlediğimiz gibi değilmiş...

Yine kızacaksınız ama gözlemlerimizin en can alıcı bölümleri duruyor daha...

Yarın:

Eylemcilerle polis arasında nasıl sıkışıp kaldık ve nasıl biber gazı yedik?

Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.