Torun Ayraç Dergisini anlattı!..

Erzurum'da yaşayan ve Ayraç Dergisi genel yayın yönetmenliğini yürüten Şahin Torun dergiyi ve kendini anlattığı söyleşi www.dünyabizim.com'da yayınlandı.

Önce sizi biraz daha iyi tanımak için şöyle bir soruyla başlamak istiyorum: Mümkünse ve uygunsa; yaşamınızdaki önemli evreleri kısaca aktarır mısınız bize? 

11654İnsan hayatı bütünüyle bir farkındalıkla ve buna yönelik bir kaygıyla ve dikkatle kazanıyor anlamını. Böylesine bir hali ilkin dedemin sağ elinin serçe parmağındaki gün görmemiş aklıkta keşfetmiştim daha çocukken. Çarşı pazar adabını, cami, cemaat davranışını, büyüğü, küçüğü dedemin o serçe parmağını tutarak gezip dolaştığım günlerde öğrenmiştim. O kadar çok tutmuş ve o kadar çok gezip dolaşmıştım ki, ben büyüyene ve bırakana kadar dedemin o parmağı ikinci boğumuna kadar hep bembeyaz kalmıştı.

Kimin kulu olduğumu, dahası kimin ümmetinden, kimin zürriyetinden, kimin milletinden olduğumu da o vakitler öğrenmiştim… Biraz erken ve zorlu bir büyüme diyebiliriz buna, epeyce didaktik tarafları olan ama bir o kadar da önemli bir zamana denk düşen bir çocukluk… Ortaokul yılları Türkiye gazetesi çocuk sayfası ve Milliyet Çocuk'ta yayınlanan ilk küçük hikâyeler… Zamanla cemaati cemiyet olarak cemiyet içinde tanıma süreci, bulgurun pirincin herkesin yediği bir şey olduğunu öğrenme süreci… Sonra üniversite yılları, üstünden eylül renginde rüzgârlar esmiş bir zamanda çay partileri ve dans salonları yerine kitapla, kalemle tanışma süreci… Odağında İktisat olmasına rağmen, dolaylardaki sosyoloji, toplum bilim, sanat ve edebiyatla daha bir içeriden tanışma seçimi, bu bakımdan mektepli olmaktan çok alaylı biçimde gelişen bir sanat, edebiyat ve yazma serüveni, epeyce de sivil bir süreç belki… 

11655

(+)  Ayraç, Şubat 2010 sayısı

Derken hayat kaygısı, iş güç ve gündeliğin ipinin ucunu yakalama uğraşından öte bir şeyler yapmaya çalışma arzusu, ilk yazma denemeleri, derken 1998'de İtalya’da kazanılan bir ödül, ‘il mare ce unisqe/ birleştiren deniz Akdeniz’ deneme ödülü, uluslar arası bir derlemede yer alan ilk çalışmanın getirdiği 'yazabilirim' cesareti… Akdeniz'de bazı yolların Roma’ya çıktığı kadar, bazı yolların da denizin bir devamı gibi uzayan çölün sonunda Mekke’ye çıktığını kendimce söyleyebilmenin önemi… Ve bundan sonra gelen Taşra, Küf, Lakin Le Poete Travaille/ Şair Çalışıyor ve Ayraç; Sevgili Sezer Erdoğan’la 9 yıllık, Yunus Emre Tozal’la 1 yıllık düşümüz; devam ediyoruz hamdolsun… 
 
Nasıl geçiyor günleriniz Erzurum'da? Vazgeçilmezleriniz neler bu soğuk Şark vilayetinde? Daha farklı veya büyük bir şehre taşınma planınız var mı? Veya geçmişte böyle teşebbüsleriniz oldu mu? 

Benim açımdan, evet biraz vazgeçilmez bir yanı var Erzurum’un. 5 boğazı ve 7 kapıyı tutan bir şehir Erzurum. Denizi yok ama benim denizim bu şehir. Çok gerekmedikçe evimden çıkıp gezip dolaşmasam da böyle bu. Tanpınar’ın dediği gibi ülkenin çatısı olmuş bir şehir. Bir vazgeçilmez olarak tarif edilebilir mi bilmem ama sözgelimi her 500 adımda bir ‘mübarek insan’ın kabri etrafımızda olduğunu bilerek her 500 adımda bir ‘Fatiha’ okuma şansı veriyor insana… Bir de yaşadığımız hız çağına hiç de denk düşmeyecek çok kişisel bir vurgu yapacak olursam, diyelim 2 bilemediniz 3 saatte bir ucundan öbür ucuna keşfedemeyeceğim bir yerde kaybolacağımı düşünürüm ben. O açıdan Erzurum sınırlı da olsa demlenmiş bir ufuk içerisinde verir bana kendini.

Son 10 yıldan bu yana Ankara, İstanbul, Bursa eksenli bazı teklif ya da tercihlere dayalı tebdil-i mekân babında düşüncelerim olduysa da Erzurum beni bırakmadı diyeyim…

Olur mu, gerçekten bilmiyorum ama Ayraç vesilesiyle her zamankinden daha çok gidip gelmeye başladım sözgelimi İstanbul’a. Nasip kısmet artık…

11656İnsanı çeşitli dönemlerinde ve ruh hallerinde yakalayan, etkileyen, sarsan, yol gösteren pek çok eser, kitap, yazar olabilir. Şimdiye kadar kimler, hangi eserler sizde çok belirgin izler, etkiler bıraktı?

Şöyle bir şey; ortaokulla lise arasında Mevlana, Bediüzzaman ve Karl Marx okuyan ve hemen hepsinden hiçbir şey anlamayan bir çocuk, epeyce kafası karışık ama harf ile paragraf ile sayfa ile de bir o kadar tanışık bir çocuk için oldukça önemli bir giriş denemesi. Sonrasında, şimdi okuyanları ve yaşayan müellifleri kızdırmak pahasına ilk gençlik dönemlerinde belki de mecburi bir uğrakmışçasına M.Necati Sepetçioğlu hariç, A.Günbay Yıldız, Yavuz Bahadıroğlu gibi harcadığım zamana ne üzüldüğüm ne de sevinebildiğim öylesine okumalar.

Lise yılları ve Tanpınar, dönemin ideoloji yüklü karmaşası içerisinde o kadar lüzumsuz yığını öteleyerek yakaladığım ilk huzur iklimidir. Necip Fazıl ve şiir ve düşünce ve eylem. Mümkün olduğu kadar kısa bir özet verecek olursam, Ferideddin Attar/Pendname ilk öğüt kitabım olmuştur. Hz. Ali’nin Nehcü’l Belağa’sı bir kuyudan ses verir gibi sarsılıp derinlerime bakmama yol açmıştır. Sonradan iki kere yeniden başladığım Risale-i Nur, hem bir yazma arzusu hem de bulutlar gibi bir yağma vazifesi verişiyle ehemmiyetlidir. Şiire gücüm yetmediği için Sezai Karakoç’un ‘İslam’ını ayırıyorum bir yere.

Bir de Esed’in C.Koytak çevirisi olarak ta önemli olan Kuran Mesajı ve Zarif Adem’in ‘Motorlu Kuş’ u göğümde uçsunlar istiyorum hep. Ali Şeriati’yi Hubut ve Kevir kokulu bir özgünlük içinde duyumsuyor, İkbal’i tüm kitaplarıyla ve özelde Esrar-ı Hodi ve Peyam-ı Maşrık ile hep yanımda bileyim istiyorum.Bilge Kral Aliya, sadece Özgürlüğe Kaçışım’ la bile eşsizdir…

Batıdan diyecek olursam, Poe öykülerinin tümünü, Dostoyevski’yi, Tolstoy’u, Palto ile Gogol’ü, W.Faulkner’in Ses ve Öfke adlı romanını,  A.Huxley’in Ses Sese Karşı adlı dev romanını, F.Kafka’nın bütününü, O.Wilde’ın Reading Zindanı Baladı’nı, T.Mann’ın Büyülü Dağ adlı romanını, T.Bernhard’ın Odun Kesmek adlı soluksuz, dur durak bilmeyen romanını, S.Beckett’in Dünya ve Pantolon adlı kısa anlatısını, Proust’un Kayıp Zamanın İzinde adlı nehir romanını ve Joyce'un Ulyses’i ile V.Wolf ün Deniz Feneri’ni etkilendiğim kitaplardan sayabilirim. R.Musill Niteliksiz Adam ile vazgeçilmezdir.

11658Sürekli kitapla, edebiyat ve şiirle meşgulsünüz bildiğim kadarıyla... Türkiye'deki edebiyat ve kültür ortamını nasıl görüyorsunuz? 

Ülkemiz edebiyat ve kültür ortamı genel bir bakışla olumsuz bir durumu gösteriyor olsa da, bunu daha çok içinden geçilmesi zaruri bir popülarizasyonun sonucu olarak değerlendirmek gerekiyor. Yani bu durum bir biçimde yaşanması gereken ancak dozu ve yeri belli bir durum olarak görülmeli. Genele bakarak şunu söylemek mümkün, hangi yönden gelirse gelsin yeni üretim anlamında ciddi bir şey yok ya da çok az, yani çıkan bin kitap arasında okuyacak on kitap bulmak bir şans sayılmalı günümüzde. Durum böyle olsa da o on kitap bir şekilde bir yerlerde çıkıyor şükür. Önemli olan o on kitabın iyi seçilmiş olması ve genel bir bakışla haklarının verilebilmesi olmalı bence.

Başka bir durum olarak; edebiyat ve kültür ortamında hem minimal ölçeklerde hem de genelde bir yarılma ve giderek daha küçük parçalara bölünerek çoğalan bir gruplaşma yaşanıyor göründüğü kadarıyla. Bununla beraber bu yarılmış ve varyantlaşmış ortamda hemen her yerde artık başka çaresi kalmadığı için bir nitelik arayışının hız kazanmış olmasını sevindirici bir şey olarak görüyorum. Nitelikli bir şeyler yapma ve arama çabası kantitatif olarak her ne kadar az ise de, kalitatif anlamdaki nitelik arayışında yaşanan yoğunlaşmaya da bakmamız gerekiyor. Oldukça az ama bir o kadarda yoğun bir nitelik arayışı var çünkü. Şiirde ve öyküde yaşanan umut verici gelişimle özellikle eleştiri ve kuram bağlamında başlatılan tartışmaları da buna eklemek gerekiyor. Bunun içinde öncelikle sanat, edebiyat ve kültür ortamlarının ciddi bir sadeleşme ve bağımsızlaşma endişe taşıması gerekiyor.

11660Sanatçı ve eleştirmenin bu bağlamda öncelikle kendi durduğu yere sahip çıkması, hatır gönül yoluyla kotarılmış davranışların uzağında saf bir kültür ve edebiyat endişesini gözetmesi gerekiyor. Unutulmaması gereken en önemli husus iyi bir şey yapma arzusunun ve her ne şekilde olursa olsun gerek yapılan şey ve gerekse bu şeye yöneliş bağlamındaki arayışın mutlaka bir ihya etme / ihya olma endişesiyle süslenmesinin gereğidir… Söylediğim gibi az da olsa yoğun bir gelişim var bu anlamda ve bu gelişim çok ümit verici… 
 
Tahlil ve tenkitin düşünce, edebiyat ve sanat için önemi nedir sizce? Eleştiri ve değerlendirmeler nasıl olmalıdır?  

Belki çok ters bir yerden girmiş olacağım ama tahlil ve tenkit derken aklıma gelen en manidar örnek, O.Pamuk ve Nobel örneğidir. Bu örnek her bakımdan çok öğretici ve süregelen durumu tespit etmek anlamında da oldukça açık bir örnektir. Ülkemizde bir yazar, çabasıyla bir ödüle layık görülmüş ve bu ödül hiçbir biçimde layık olduğu şekilde tartışılamamıştır. Tartışmanın başladığı yer kesinlikle ülkenin resmi- kamusal alanıdır ve söylenen her şey de maalesef bu resmi/kamusal alanın renginde boğulup gitmiştir. Sözgelimi sendika liderleri ile pek çok yazarçizer aynı tonda ve renkte konuşmuşlar, daha da ötesi esnaf sanatkâr odaları ile ya da sözgelimi doktorlarla sanatçılar ve mühendislerle eleştirmenler hem O.Pamuk’ a hem de Nobel ödülüne aynı fenerin aydınlığında yönelebilmişlerdir. Kesin bir kapıp koyuverme durumudur bu ve bu durum sonucunda hem ülke genelinde hem dünyada ortaya çıkardığımız tek şey ise içi boş bir tahammülsüzlüğün portresinden başka bir şey olmamıştır. 

11661

Bu anlamda O.Pamuk özelinden çıkarak, daha genel bir çerçeveye yönelecek olursak öncelikle tahlil ve tenkidin ne anlama geldiği hususunda ciddi bir düşünce boşluğundan bahsetmemiz gerekecektir. Elbet bu anlamda ciddi bir bilgi noksanlığını da bu düşünce boşluğuna eklemek gerekecektir. Zira her şeyden önce gerek tahlil ve gerekse tenkit bir düşünce ve bilgi işidir ve en azından ne kadar gerekiyorsa o kadar bir bilgi ve düşünceyi zorunlu kılmaktadır.

Bu bilgi ve düşünce yoksunluğu da ancak bir kapıp koyverme geleneğinin ve bu gelenekten neşet etmiş  bir söylemin ortaya çıkmasına yol açacaktır. Ve böyle bir ortamda da en başından sanatın özerkliği ve bu özerklik içindeki mübarekliği unutulabilecektir.

Bu unutkanlığın kovacağı tek şey ise gerçek sanattır, elbet gerçek sanatın iyi para gibi kovulduğu bir yerde gerçek bir tenkit ve tahlilden de söz edilemeyecek ve tıpkı kötü paranın hüküm ferma oluşu gibi kötü tenkit ve tahlil de en önde yürüyecektir.

11659Yukarıdaki son iki soruyla bağlantılı olarak, başında bulunduğunuz Ayraç dergisinin bu alanda ne kadar etkili olabildiğini, size ulaşan tepkileri göz önünde bulundurarak açıklayabilir misiniz? 

Ayraç, evet bu anlamda bir arayışın ürünü olarak ortaya çıktı. Şimdilik ne kadar etkin ve başarılı olduğumuzu tespit etmek için oldukça erken. Çünkü henüz 5. sayımızla okurlarımızın ellerindeyiz.

Bu anlamda çok manidar bir biçimde Ayraç’ın sözgelimi öğretmenler ve öğrenciler ekseninde kolayca anlaşılamayan, zor bir dergi şeklinde nitelendiriliyor oluşu bizi çok düşündürüyor. Yani, öğretmen ve öğrenci nezdinde almış olduğumuz bu tepki ilk elde bizi anlayacağını ve beğeneceğini umduğumuz bir topluluğun bile nasıl bir anlayış ve zorluk düzeyinde olduğunu göstermek açısından manidar bir içerik taşıyor. 

Bir başka anlamda da, bu tepki son 30 yıldan bu yana tahlil ve tenkit derken nasıl bir dizgenin geliştirildiği ve alışkanlık haline getirildiğini göstermesi açısından da oldukça ilginç…

Bununla beraber, özellikle Ayraç’a ürün gönderilmesi sürecinde görmüş olduğumuz oldukça düzeyli ilgiyi eklemem gerekiyor… Bir başka açıdan da, Ayraç’la açmak istediğimiz geniş alanda arayışına yöneldiğimiz ve nereden gelirse gelsin tanışı olmayı dilediğimiz, hepimizi kuşatacak bir hikmet’e müteallik bereketten olacak, ayrıcalıklı bir ilginin odağında duruyor Ayraç… Bu anlamda açmaya ve korumaya çalıştığımız geniş eksen biraz şaşırtıcı ve belki biraz düşündürücü ama aynı biçimde korumaya çalıştığımız düzey dolayısıyla da bir o kadar saygı uyandırmış durumda… İlerleyen sayılarımızda hâlihazırdaki bu durumun nasıl gelişeceğini biz de bekliyoruz ve iyi olacağını umuyoruz… 
 
Türkiye'de bir derginin yoluna devam edebilmesi ancak azimli bir yürüyüşü göze alabilmesiyle mümkün. Çünkü dergicilik meşakkatli bir iş. Ayraç bu zorlukların ne kadarını aşabildi? Hala belli bazı zorluklar yaşıyor mu? 

Ayraç’ın en önemli şansı, bir çalışma olarak, hem birbirini hem de Ayraç’ı seven bir ekibin ürünü olmasında yatıyor… Bu sevgi daha en başından işimizi kolaylaştırıyor. Bununla beraber işin içinde olan hemen herkesin bileceği gibi, böyle bir derginin oldukça ciddi ve kayda değer bir ekonomik tarafı da var. Bu anlamda piyasada süregelen popüler gidişat ve bu gidişatla yönelinmiş bulunan ilginin Ayraç’a yakın bir yerde durmayışı işimizi biraz zorlaştırıyor… Sözgelimi istediğimiz ölçekte yaygın bir dağıtım ağına henüz ulaşamamış durumdayız. Buna rağmen ekseni ve içeriği ciddi biçimde güncel olarak belirlenmiş olan, profesyonel ticari gidişatın dilini bilen bir ekibiz. 

Ülkemizde en fazla üç bilemediniz beş bin kişilik bir özel okur gurubunun ilgi ve dikkatine değil, tüm kitapseverlere sunmuş olduğumuz bir dergidir Ayraç. Sadece nitelikli okumalar yapmak isteyen ve kitapla içten ve derinden bir bağ kurmak isteyen okurlarımızın ilgi ve desteklerine değil, kitapla iletişim kurmayı seven, bize destek olmak isteyen her okurumuza güveniyoruz. Bu anlamda şu sıralar başlatmış olduğumuz abone kampanyasına okurlarımızdan ilgi ve destek bekliyoruz.


22.02.2010 00:37:00