Ne
var ki, paylaştıkça çoğalmanın... ve çoğaltmanın yüceliğini nicedir unutmuş
görünüyor insanlar. Unutmasalar bile, hatırlamak istemiyorlar belki... İşin
içinde paylaşmak var diye herhalde... Ruhlarımıza; paylaşmanın elimizdekileri
azaltacağı korkusu öylesine sinmiş, öylesine derinlere kök salmış ki... Bu
korkuyla, kimse kimseye fazla yaklaşamıyor, kimse kimseye selâm verip,samimiyet gösteremiyor. Paylaşmanın cesaretini gösteremeyen insanlar, huzuru
kaybetmiş bir halde, savaşlar ve kavgalarla birbirlerini azaltmanın, böylece
de, paylaşacak kişi sayısını en aza indirmenin kanlı mücadelesini veriyorlar.
Çocuk; minicik yüreğinde, farkında olmadan büyüyen güzellikleri arkadaşlarıyla
paylaştıkça, çocuk olmanın hazzını daha çok yaşar, çocukluğundan tat ala ala
büyür. Sokak ise; bu paylaşmanın en iyi yaşandığı yerdir. Çünkü, özgür olduğu,kendi başına karar verebildiği tek yerdir çocuk için sokak...
Ve özgür olduğunu hissettiği sokaklarda, “dur, sus” sözlerine muhatap
olmadan, istediği gibi koşar, oynar, elini ayağını kanatır. Karışanı görüşeni
olmaksızın çın çın öttürür sokağı sesiyle... Şenlendirir ortalığı...
Tabii bu anlattıklarımızın çoğu eskidendi sizin de bildiğiniz gibi ey
okuyucular... Şimdi imkânı olanlar, sokağın yerine, etrafı surlarla,korumalarla çevrili kampüsleri koymuşlardır. Buna imkânı olmayanlar ise,evlerinin daracık odalarına, koridorlarına hapsolmuşlardır. Ara sıra, anne
babayı zorlayarak gittikleri parklardan başka eğlenceleri kalmamıştır
zavallıcıkların... Buralarda ise; rahat rahat oynayacağı, arkadaşım
diyebileceği çocuklar yoktur tabii ki...
Bazen, geçmişte oturduğumuz o eski mahallelerin, ıssızlık bürümüş sokaklarından
geçiyorum. Evlerinin çoğu yıkılmış, ayakta kalan birkaç evin de kimsenin
oturmadığı intibaını verdiği buralara artık sokak denemez. Niye derseniz?
Sokağa sokak olduğunu bildiren, ortalığı birbirine katan çocuk sesleri kalmamış
da ondan. Herkes çekmiş bir tarafa gitmiş. Şairin (Atilla İlhan) dediği gibi;
“şenlik dağıldı ve bir acı yel kaldı bahçede yalnız
o mahur beste çalar Müjgan’la ben ağlaşırız.”
Sebahattin Kudret Aksal’ın “Bizim Olan Sokaklar” adlı hikâyesi de bununla ilgilidir. Yazar; sokakların bugün giderek unutulan o insanî yüzünü anlatırken geçmişe dalar ve cümlelerinin sonunda, bugün bulamayacağı o güzellikten ötürü şimdinin sokaklarında yürümek istemediğini belirtir:
“Şimdi her akşam eve dönerken iki yandaki evlerin badanalarını bana biraz
soluk, dükkanların vitrinlerinin pek de bir şey söylemeyen halleriyle göründüğü
bu tozlu sokaklar, bir zamanlar, çocukluğumdan sıyrılıp ilk gençlik çağına
girdiğim sandığım sıralarda, benimle aynı duyguları, aynı umutları yaşayan bir arkadaşımla
beraber, yaz gecelerinde dolaşmaya doyamadığımız, dolaştıkça tiryakisi
kesildiğimiz sokaklar mıydı diye düşünüyorum da, bir bakıma, onları bu değişik
yüzleriyle tanımakta güçlük çekiyorum.
Lisenin son sınıfında bulunduğumuz, on altı on yedi yaşlarını yaşadığımız o
sıralarda bu sokaklar bize ne kadar aydınlık, geniş, rahat görünmüştü. Kaç yaz
gecesi el ayak çekildikten sonra bitmez tükenmez konuşmaların sonunu bir türlü
getiremeyerek yürümüş, şimdi ararda bir yolda gördükçe bulunduğu kasabanın
ismini söyleyen, benimde unutarak her defasında, yeniden nerede olduğunu
sorduğum o arkadaşımla birbirimizi evlerimize kadar götürerek mekik dokumuştuk.
Ne mi konuşurduk? Neler konuşmazdık ki! Sırasına göre elimize geçen bir
dergiden, o dergideki bilmem hangi yazıdan, bir on altı yaş insanının
düşüncesini kurcalamaya başlayan, bir iki yıl için insanoğlunun dertlerinin en
önemlisi sayacağı, her zaman için rahatsızlığını çekeceğini zannederek, bir iki
gün öylece bir yere bırakıvereceğini, bir daha da el atmak isteğini
duymayacağını ummadığı metafizik konularından, son günlerde aklımızdan eksik
edemediğimiz bir kızdan, ailelerimizden, arkadaşlarımızdan, hafta içinde
gördüğümüz filmlerden, daha buna benzer nelerden konuşurduk, konuşurduk da
vaktin gece yarısını geçtiğini anlamazdık bile.
Dünyayı tanımak kadar eşsiz bir şey yok muhakkak. Çocuğun eliyle, diliyle
masaları, iskemleleri, pencereleri, ateşi, suyu, şekeri, tuzu öğrendiği üç beş
yaşlarının çok güzel döneminden sonra, ikinci bir dünyayı tanımak çağı on altı,on yedi yaşlarında başlar bence. Bu da sokakları, yıldızları, uykusuzluğu,konuşmayı bulduğumuz, bir başka deyimle öğrendiğimiz zamanlar olsa gerek.
(...) Üç beş cümlede bitiverir, öz ondan sonra bitmeyen, konuştukça açılan, açıldıkça
konuşmak, belki saatlerce, belki günlerce durmadan, anlatmak istediğini
uyandıran bir bahse, aşklarımıza gelirdi.
(...) Sokaklar, unutulmaz yaz gecelerinde, kadınları, uykusuzluğu, özgürlüğü,yaşama sevincimizi bulduğumuz sokaklar, söylediğim gibi şimdi de her akşam
geçtiğim sokaklar tabii; ama bana artık bir yaz gecesinde başımı alıp yürümek
isteğini vermiyor. “
Görünce sokakları böylesine terkedilmiş ve böylesine sessiz... Çocuk seslerinden bu kadar yoksun... Hüzün, her zaman olduğu gibi, yeniden yâreledi sinemi ve ben içimi saran bu hissiyata tercüman olarak şiiri seçtim... Ne zaman geleceği belli olmayan mısra yangınından, ellerim yanarak sokaklar için bir şiir derledim kendimce... Okuyun ve siz de; yıllar öncesinde oynadığınız,ağladığınız, sevindiğiniz sokakları hatırlayın diye...
Bizim Sokaklarımızdı Bunlar
Akşamın karanlığı çökünce
sokağın yüzüne
Anlardı çocuklar eve gitme
zamanının geldiğini
Sonra kısalırdı ve yokolurdu
gölgeler
Evlerinin yolunu tutan
çocuklar gibi
Eriyen zamanı geri getirmek
Mümkün değildi ama
Sabah olunca çocuklar
Kaldıkları yerden
Devam ederlerdi oyunlarına
Sokağın değişik yüzüydü
Âşinâ olunmayanların sokağa
uğrayışı
Bazen ise kavgalar
doldururdu sokağın göğünü
Bir de kadınları bağırışı
Hele yazın
İnsanın sokaktan ayrılası
gelmezdi
Ve tatlı bir esinti
dokunduğunda sinelere
Sokaklar daha bir başka olur
Yürekleri muhabbetle
çarpanlar
Eve gitmeyi bilmezdi.
Bizim sokaklarımızdı bunlar
Neşeyi kahkahayı içlerinde
unuttuğumuz
Bizim sokaklarımızdı bunlar
Kaygısız ve uçarı
El ele tutuştuğumuz
Oyunlarımız orda kaldı
Saf çocukluk aşklarımız da
Ve
Salkım söğütlerle süslü
bahçelerin yerini
Devasâ binalar aldı
Şimdi kim ağlar kaybolan
sokak seslerine
Ve mâzinin derinliğinde kalan
insanoğlu insan nefeslerine
Ve kim ağlar
Akşam inince sokağa
Evlerde çizilen mutluluk
resimlerine
Bizim sokaklarımızdı bunlar
............................................
(İsmail Bingöl)