Mayın tuzaklarıyla, bombalarla hayatları
Parçalandı Bir Eylül Günü Hayatlar…
Gece yağdı saçlarıma… İçimin dehlizlerinde bir acı daha öncekilere eklendi. Zulüm, gözyaşı, sabır ve suskunluk boy verirken, uçup giden umutlar gökyüzünde bir yerlerde asılı kaldı. Kötüler, vicdanlarının sesini sonsuza değin susturmuşlar; yine yaptılar yapacaklarını ve bir nice canı toprağa düşürdüler. Sökün ettiler dört bir yandan yangınlı yürekleriyle insanlar… Elleri bağırlarında, içlerinin kederi yüzlerini kavurmuş. Gözyaşları tükenmiş, ah etmekten sesleri kesilmiş. Bir anda pörsüyen, sönen, tükenen canlar için ne söyleseler az, hangi yana dönseler çaresizlik, kime gitseler imkânsızlık… Her yan pusu, her yan acı, her yan feryat, her yan yokuş, her yan duvar… Yorgunluk bütün bedeni sarmış, diller susuz kalmış, yürekler hüzne gark olmuş…
Parçalandı Bir Eylül Günü Hayatlar…
Saçıldı dört bir yana bedenler… Merhametsiz yüreklerin kastına uğrayan suçsuz, günahsız canlar; az sonra bastıkları bir mayında parçalandılar. Parçalandılar ve kan gölüne döndü Hakkari’de bir Eylül günü ortalık… Bir velvele koptu zamanda… Çocuklar ses verdi… Kadınlar ses verdi… İhtiyarlar ses verdi… Yer ses verdi… Gök doldu, bulutlar bu acıya dayanamadı ve ağladı. Meleklerin bile yüzünde bir şaşkınlık dondu kaldı. Dağıldı dört bir yana; aşkları, umutları, sevdaları, hayalleri, gelecekleri yarım kalan insanların canları… Korkunun, kalleşliğin, kötülüğün hükümdar olduğu bu coğrafyada, sonrasız vakitlerin bekçisi olanlar, her vuruluşta, her kaybedişte, biraz daha kaybediyorlar sağduyularını, mantıklarını, makul düşünme yetilerini… Vuranın, vuruşun nerden geldiğinin, kimin vurduğunun artık önemi yok. Ya da bütün çaba; bu önemsizleştirmeyi büyütmek, önemsiz olduğu düşüncesini yaygınlaştırmak yönünde…
Parçalandı Bir Eylül Günü Hayatlar…
Parçalandı ve evler tutuştu, sokaklar tutuştu, caddeler ve şehir tutuştu. Bakışlar tutuştu, gözler tutuştu, yüzler tutuştu, kalpler ve kafalar tutuştu. Bütün bir şehir ve bütün bir ülke tutuştu. Bu tutuşmanın büyük hüznüyle, sessizliğiyle, matemiyle, akıl almaz depremiyle sarsıldı insan olmanın yükünü omzunda taşıyanların dünyası… Zalimler, zulme batmışlar, kan içiciler, hak yiyiciler, ışığın görkeminden dibe köşeye sığınıcılar; işte onlar, yalnızca ve sadece onlar, bu işten, bu olup bitenden, evlerin virane olup, ocakların sönmesinden haz duydular…
Parçalandı Bir Eylül Günü Hayatlar…
Ölenler kırık, eksik, yarım, parçalanmış bir hayat bırakıp geçip gittiler sonsuzluk yurduna; geride kalanlar acıları, sabrın büyük yükü ve yıkıcı bir hatırayı taşımak zorunda oluşlarıyla baş başa kaldılar. Analar, babalar, yavuklular, eşler ve dil bilmez bebeler ahlarıyla yeri göğü inlettiler; ölgün, süzgün, bezgin ve gözyaşıyla ıslanmış yüzleriyle ellerini Yaradan’a açıp, bucinayeti, bu tarif edilmez kahpeliği, bu insanı insanlığından belki bin belki yüz bin ve belki de sonsuz kere utandıran fiili işleyenlere beddualar edip, kendilerinden geçtiler. Anlamadılar acılar çağının çocukları hayatlarını cehenneme çeviren, geleceklerini bitmez tükenmez bir ayrılığa, sevgisizliğe mahkûm eden bu korkunç, bu dehşetengiz gerçeğin sebebini…
Parçalandı Bir Eylül Günü Hayatlar…
Ve bu parçalayışı gerçekleştirenlerin ruh dünyaları nasıldır, neye inanırlar, nasıl yaşarlar, onları başka türlü tanıyanların, bu yönlerini bilmeyenlerin yüzlerine hangi yüzle bakarlar, hangi duruşu takınırlar karşılarında… Ara sıra olsun; yaptıklarından nedâmet duyarlar mı yaptıklarıyla ilgili… Hiç rüyada mı görmez bu kişiler… Öldürdükleri, parçaladıkları ve ocaklarını söndürdükleri canlar; hiç mi rüyalarına girmez bunların… Yoksa hiç uyumadan; gece ve gündüz hep kötülük mü düşünürler birileri hakkında… Bu hâle nasıl gelmişlerdir ve kim, hangi sebepler itmiştir onları bu cânîliğe… Bu nasıl kavgadır ve bu nasıl vicdan? İnsan merak ediyor; acaba hangi amaca hizmet ettiklerinin ve kanın, onları büyütüp bu yaşa getiren ülkenin çocuklarına tuzak kurmanın, vücutlarını paramparça edip toprağı kızıla boyamanın onlara ne getireceğinin farkında mıdırlar acaba? Bu nasıl kin, bu nasıl nefret, bu nasıl gözü dönmüşlüktür ki; yıllardır bitmez, bitirilmez ve bitirilme ihtimali ortaya çıkınca eskisinden, öncekinden daha büyük bir kötülükle, arsızlıkla, kalleşlikle ortaya çıkar, darmadağın eder ortalığı ve henüz eskimemiş, küllenmemiş, dayanma gücü artmamış acılara; yeni ve daha büyük, daha yakıcı, daha kül edici yeni acılar ekler.
Parçalandı Bir Eylül Günü Hayatlar…
Yitirildi gerçek ve gözleri bürüyen manzara hepsine galip geldi. Hem öyle bir manzara ki; beyaz camdan seyretmesi bile; yürek ister, şefkatsizlik ve merhametsizliğe yakınlık ister, düşünceden ve düşünmeden yoksunluk ister. Belki sadece suskunluk ister; yazmadan, anlatmadan, öylesine derin ve çok anlamlı bir suskunluk… Kalplerden kalplere ulaşacak, gözlerden gözlere aktarılacak, şuurlardan şuurlara taşınacak, bir büyük yangın olup arşa taşınacak ve arşın, kürsün, bütün kâinatın sahibinin sabrını taşırıp, zülfüyâre dokunacak… İncittikleri, katlettikleri, parçaladıkları canlardan sebebiyle yıktıkları arşın altında kalmak; mukadder olacak onlar için…
Parçalandı Bir Eylül Günü Hayatlar…
Viran oldu gönüller, viran oldu haneler… Güller soldu, bülbül şarkısını kesti, bahçeyi dikenler bastı, can kuşu ötmez, diller konuşmaz oldu. İnsanlar yaşadıkları yerlerde sürgün olup, hayatları baştanbaşa bir kedere kalboldu. Her acıdan sonra herkesin tekrarladığı sözler daha büyük acı oldu. Yıllar geçtikçe parçalanmışlık hep arttı ve uzaklarda büyüklenenler söyledikleriyle kaldılar. Hayalleri ve gelecekleri sönenler ise; dertlere derman olmayan bu sözleri dinleyerek büyüdüler, asker oldular, yürüdüler, sürüldüler; bazen parçalanıp, bazen şehit oldular. Ancak sözler hiç değişmedi; anlayış, kavrayış, düşüncelerdeki ısrar ve inat yüzünden bir yere varılamadı. Herkes kendi doğrusunda ısrar ederken; ortak doğruda bir türlü buluşulmadı. İstismar büyüdü, kavga büyüdü, acı büyüdü, bazılarının karnı, kârı ve konumu büyüdü. Başkalarının acısına olan alışkanlıklar büyüdü. Kin büyüdü, nefret büyüdü, ayrılık, gayrılık büyüdü. Eskiden birbirimizle konuştuklarımızı, şimdi kendi aramızda bile konuşamaz olduk. Yeni yüzler, yeni eller, yeni ağızlar mı gerek bizi kendimize getirecek, bizi yeni zamanların öyküleriyle, masallarıyla, şiirleriyle, hikâyeleriyle tanıştıracak… Büyük aşklardan, büyük dostluklardan ve insan olmanın erdeminden haber verecek… Bize; yüzyıllardır beraber yaşayan, beraber ağlayıp beraber gülen, düşmana beraber karşı koyan, “Anadolu” gibi muhteşem bir isme sahip bu yüce, bu büyük, bu kutlu coğrafya için kanlarını beraber döken bir millet olduğumuzu hatırlatacak yeni yüzler, yeni eller, yeni ağızlar mı gerek?
Parçalandı Bir Eylül Günü Hayatlar…
Sonsuz bir acıyla sarsıldı zemin
Döktü yaprağını henüz açmamış lâleler
Gündüzün getirdiği ışık siyaha dönüştü aniden
Kesildi ahenk söndü can vuruldu kalbinden insan
Koparıldı güller menekşeler nergisler dalından
Zaman bir büyük korkunçluğu dile getirdi
Yüzler dalgın bir düşünce içindeyken
Sesler yükseldi ve gök kubbeden büyük bir cevap geldi
Hayatın rengi kaybolup ecel kuşattığında
Vakitsiz ve sonsuz bir dünyaya uzanıyordu
Çocukların kadınların gençlerin ve yaşlıların elleri
Yapışıp kalmıştı can kaybedildikten sonra bile
Dudakların kenarında şaşkınlığın donmuş emâreleri
Aldanmışların eliyle tarumar edilen hayatlar
Şarkılarını başka dilde söylemenin zorluğunu biliyorlardı elbette
Ve hicrânın dümdüz ettiği bir dünyanın esiri yürekler
Yeni yalnızlıklar büyütmeye mahkumdular korkularında