Erzurumajans-İşte sıradışı bir aşk, acı ve umut hikayesi... Sara ile köksal, 14 yıl
önce görür görmez aşık olup evlendi. İlk bebekleri 1 yaşına basmadan
öldü. Sonra ikinci, üçüncü, 13'üncü bebekleri... Sara kucağına aldığı 13
yavrusunu da toprağa verdi. Şimdi 14'üncüye hamile... Ama korkusu aynı:
Ya yine kaybedersim?
14 yıl önce, görücü usulü karşılaşıp ilk
görüşte de âşık olmuş Sara ile Köksal. Aile vermeyince el ele tutuşup
kaçmışlar. Aşkla başlayan ve öyle süren evliliklerinde eksikleri ne
para, ne ev, ne ellerinden alınan Yeşil Kartları… 13 kez anne-baba olan
ama hiçbir bebekleri bir yıldan fazla yaşamayan, üstelik bunun sebebini
bir türlü öğrenemeyen Sara ve Köksal “Herkesin çocuğu var, bizim de
olsun” diyerek İstanbul’a geldi. İşte çiftin hem göz yaşartan bir yandan
da umut veren hikâyesi…
Her
şey Erzurum’un Aziziye ilçesine bağlı Başçakmak Köyü’nde yaşayan Sara
ve Köksal Bayanka çiftinin hikâyesini minik bir haberde görmemizle
başladı. Haberde, bugüne kadar 13 kez doğum yapan Sara Bayanka’nın
çocuklarının bir yaşına girmeden öldüğü yazıyordu. Ama eşi Köksal
Bayanka, “Eşim geceleri ağlıyor, anne olmayı çok istiyor” diyordu. AKŞAM
Hafta Sonu ekibi olarak bu haberden çok etkilendik ve çiftin öyküsünü
dinlemek için harekete geçtik. Ama biz onları Erzurum’da ararken
İstanbul’da bulduk! İstanbul Bağcılar Medipol Hastanesi yetkilileri de
haberden etkilenmiş olacak ki, sorunu bulmak için, çift İstanbul’a davet
edilmişti. Bayanka Ailesi’ne ulaştık. Hastanede ziyaret edip ilginç
hikâyelerini kendi ağızlarından dinledik.
AMBULANSLA YOLCULUK
Bugüne kadar 13 çocuğunu da kaybeden Erzurumlu Sara ve Köksal çiftinin tedavi için İstanbul’a gelişine bir tesadüf vesile olmuş.
Karlı
bir gün köyden şehre yürüyerek inmeye çalışan Köksal Bayanka’nın
yardımına yoldan geçen bir ambulans yetişmiş. Yol boyu, laf lafı açmış.
Söz dönmüş dolaşmış Bayanka çiftinin bebeklerin ölüm konusuna gelmiş.
Ambulans görevlilerinden biri Köksal Bey’in başına gelenleri dinleyince
iletişim bilgilerini almış ve ona yardım edeceği sözünü vermiş. Birkaç
gün sonra çiftin kapısını Doğan Haber Ajansı yetkilileri çalmış. Biz de
Akşam Hafta Sonu ekibi olarak çifte ulaşmak için Erzurum’a gitmeye
çalışırken, sonrası malum... Dinledikçe insanı derinden etkileyen çiftin
hikâyesi İstanbul’dan birçok kişi yardım elini uzatmış. Çiftin tüm
hastane masraflarını karşılamayı üstlenen İstanbul Bağcılar Medipol
Hastanesi yetkilileri Bayanka Ailesi’ni davet etmiş. Şimdi aile
İstanbul’da; tanıdıklarının yanında misafir ediliyor. “Maddi imkânımız
olmadığı için şimdiye kadar kimse bizimle ilgilenip yol göstermemişti”
diyor Köksal Bey.
HASTANEDE BULUŞUYORUZ
Sabahın erken saati, hastanede buluşacağız. Bayanka çiftini bekliyoruz. Heyecanlıyım, tedirginim.
Ben
de anneyim. Bilirim evladın ateşi bile çıksa anne yüreğinin nasıl
acıdığını. Nasıl dünyanın dar geldiğini. Kızım 3 yaşındayken, lösemi
kuşkusuyla hastanede yattığı günler aklıma düşüyor. Doktorun;
“Tahlilleri yaptırın yarım saat içinde kızınızın lösemi olup olmadığını
öğrenelim” deyişi kulaklarımda hâlâ. Kendimi yerden yere atıp çığlık
çığlığa ağladığım anlar gözümün önünde... Zaman geçmiyor. Bekleyiş
sürüyor. Nihayet ailenin hastaneye geldiği bilgisi ulaşıyor. Sara ve
Köksal Bayanka çiftinin yanına gidiyoruz.
Herkes heyecanlı, tedirgin,birbirine bakıyor. Sara önce gözlerini kaçırıyor. İlk kez İstanbul’a
gelmiş. Ve karşısında hiç tanımadığı biri. İçimden ona sarılmak geliyor,kendimi tutuyorum. Ama biliyorum ki kadın kadına konuştuğumuzda
anlayacağız birbirimizin halinden... Önce iki aylık hamile olan Sara’nın
kan tahlillerini yaptırmasını bekliyoruz. O esnada Köksal Bayanka’yla
konuşuyoruz.
“RECEP AKDAĞ DOKTORUMUZDU”
Elinde hastane
raporları var. “Bakın” diyor “Hiçbir şey anlaşılmıyor. İstediğimiz
bilgileri Kars’taki hastane göndermedi. Niye bizi cevapsız
bırakıyorlar?”
Raporlara bakıyorum, okumak ne mümkün! Üstelik ölen
bebeklerin tedavisine ilişkin hiçbir bilgi yok! Baba Köksal’la
konuştuğumuzda çiftin ilki kız olan bebeklerinin doktorunun önceki
Sağlık Bakanı Recep Akdağ olduğunu öğreniyoruz.
Köksal Bey anlatmaya
başlıyor: “Recep Akdağ bile çocuğumuzun hastalığına teşhis koyamadı.
Anlayamadı ne olduğunu. Öyle diyor. Hayatında böyle bir vakayla
karşılaşmamış. Ama umudumuzu kesmedik. Yılmadık. Kimi evlat belası, kimi
evlat yokluğu çeker. Ama takdiriilâhî, Allah’tan umut kesilmez.
Bakalım.”
BARİ OTOPSİ YAPIN!
Normal süresinde,
normal hamilelik koşullarında, sağlıklı doğan bebekler kimi 6 ay, kimi 9
ay olmadan neden ölüyordu? Peki, hastane yetkilileri bebeklerin ölüm
sebebini nasıl açıklıyordu? Köksal Bey yılgın bir ifadeyle “Hiçbir zaman
doğru bilgi alamadık. Ateş ve titremeyle çocuğumuzu hastaneye
götürüyorduk. “Ya kalpten, ya beyinden” diyorlardı. Anlayamadık. İlaç
bile vermeden eve gönderiyorlardı. Biz ne bilelim, cahiliz, ne derlerse
inanıyorduk. Bize başka yol da göstermediler” diyor.
Dinlerken öfkeleniyorum, diyecek bir şey yok!
Bugüne
kadar doktorlardan hiçbir açıklayıcı bilgi alamayan Köksal Bey, geçen
yıl bir yaşını doldurmasına iki gün kala ölen 13’üncü bebeklerinin
başına gelenleri anlatıyor. “Çocuğumuzu hastaneden eve getirdik. Yine
‘Bir şeyi yok’ demişlerdi. Bir umut eve gelmiştik; ‘Geçer, nazardır’
demiştik. Annesi oğlumuzu yatağına koyup mutfağa gitti. Biberonuyla
döndüğünde cansız bedeni beşikte yatıyordu.”
İşte o an dayanamamış
Köksal Bey, ölmüş bebeğini kucağına aldığı gibi hastanenin yolunu
tutmuş. Hastane koridorlarında, kollarında bebeğinin cansız bedeni,
yetkililerin kapısını çalmış. Yalvarmış, yakarmış. “Ne olur otopsi
yapın, bari ne olduğunu bilelim!” Dinledikçe ‘insanlıklarından’ şüphe
ettiğim hastane yetkilileri, bu acılı babanın karşısında duvar olmuş.
Taş kesilmiş... İsteği geri çevrilmiş...
GÜNDÜZ KONUŞTUK, GECE KAÇTIK
Tam
bu esnada Sara, hastane yetkilisiyle yanımıza geliyor. Köksal Bey hemen
ayağa kalkıp eşinin yanına gidiyor. Önce fotoğraf çekimi için dışarı
çıkıyoruz. 15 yıllık evli çift, yan yana fotoğrafları çekilirken bile
birbirlerinden utanıyor. Sara başını eğip gülüyor. Fotoğraf muhabirimiz
Uygar Taylan’ın ısrarları sonucu Bayanka çiftini elele
fotoğraflayabiliyoruz...
Çekim bitiyor.
Nihayet Sara’yla baş başayız.
Dinledikçe şahit olduğum, birbirine sevdalı Sara’yla Köksal’ın tanışma hikâyelerini öğrenmek istiyorum önce.
Sara
eşine bakıyor, ondan anlat işareti gelince başlıyor konuşmaya:
“Birbirimizi görüyorduk ama köy yeri işte, öyle yanına gidip konuşmak
olmaz. Görücü usulü oldu bizimki. Komşular araya girdi de beni istemeye
geldiler. Ama annem istemedi, vermedi beni. Biz de kaçtık.” İşte bu
esnada gülmeye başlıyoruz. Köksal Bey mahçup tavırla söze giriyor:
“Maddi durumum iyi değil tabii. İnşaatta çalışıyorum. Yazın iş oluyorsa
kışın olmuyor. Ne yapalım” diyor. Hemen nasıl kaçtıklarını soruyorum
heyecanla. Sara rahatlamış bir ifadeyle ve olağan bir şeyden söz eder
gibi “Gündüz anlaştık, gece kaçtık” diye cevap veriyor.
Sizi aramadılar mı? Korkmadınız mı hiç?
“Yok,bir şey demediler. Niye korkayım ki. Bu güzel adam kaçar mı? Ondan daha
yakışıklısını nereden bulurum? Kurban olurum ona. Düğün yaptık, sonra
da ailemiz bizimle barıştı” diyerek iyice havayı yumuşatıyor.
“YAŞASIN DA ADI ÖNEMLİ DEĞİL”
Sara
eşine olan sevgisini anlatırken Köksal Bey memnun, yüzü gülüyor ve sözü
devralıyor: “Bana ‘Başka kadınla evlen. Senin de çocuğun olsun’ diyor.
Olur mu öyle şey? Ben başkasından çocuk istemem, olursa ondan olsun.”
Tedirginim
ama şimdi tam da zamanı diye düşünüp bebekleri soruyorum. Öncesini,
şimdiyi... Sara’nın gülen yüzü bir anda ciddileşiyor ve anlatmaya
başlıyor:
“Çok üzüldüm, çok ağladım. Kimse ne olduğunu söylemedi.
13’üncü bebeğimizdi Yavuz Selim; birinci yaşını kutlayacaktık. İki gün
vardı yaş gününe ama o da öldü. Herkesin, komşumun, kızkardeşlerimin
çocuğu var, benim de olsun. Bize anne, baba desin. İnşallah hayrını
görürüz.”
“İnşallah bu sefer sağlıkla dünyaya getirirsin çocuğunu,
bak emin ellerdesin” deyince “Allah nasip ederse ben de anne olacağım.
İnşallah buradaki doktorlar derdimize derman olacak” diyor.
O esnada
evlerinde konuk olarak kaldıkları hemşehrisi Nermin Hanım araya giriyor
ve “Kız olursa benim adımı, oğlan olursa da Enes koyacağız” diyor. Ben
de isim hakkı annenindir deyince Sara yine gülen yüzüyle “Öncekilerin
isimlerini amcamlar koymuştu. Sağlıklı olsun da, isim fark etmez” diyor.
Sara’nın adının ve soyadının anlamını merak ediyorum. Adının Hz.
Fatma’nın annesi Sarı Hanım’dan geldiğini, soyadının ise sarayda
padişaha muhafızlık yapan kişi anlamına geldiğini söylüyor... Sara’ya
“Bir başka çocuğun daha olsun istiyor musun?” diye sorunca “Bir çocuğum
olsun başka istemem. Yeter ki hayırlı evlat olsun” diye cevap veriyor.
Peki Sara, Başbakan’ın üç çocuk çağrısı için ne düşünüyordu? “Ölen
çocuklarımın çaresini bulamadılar. Bize çare olacak iyi bir hekim
istiyoruz. Üç çocuk diyorlar ama inşallah bu sağlıklı olur. Nasıl
bakacağız üç çocuğa? Yeşil kartımız da iptal oldu. Komşulardan para
toplayıp geldik. Burada ne kadar kalacağımız belli değil. Misafirlikte
öyle çok kalınmıyor ki. İnşallah bizimle ilgilenirler” diye dileklerini
belirten Sara, “İstanbul ucuz mu? Çocuk kıyafetleri buluruz değil mi?”
diye sorunca “En güzelini buluruz, sen merak etme” diyorum...
“MEZARDA AĞLAMAM”
Sıkça
komşu ziyaretleri yaptıklarını söyleyen Sara, “İşim de yok, birbirimize
gider geliriz. Öyle çok yapacak bir şeyimiz yok” diye anlatıyor köyde
geçen günlerini. Söz yine bebeklere geliyor; her hafta cuma günü ölen
bebeklerinin mezarlarını ziyaret etmeyi ihmal etmediğini anlatıyor Sara.
Nedense, mezar başında feryat eden bir kadın hayal ediyorum. Ölenlerin
ardından ağlanır ya. Ancak o dik duruşuyla anlattıkça şaşırıyorum. Yine
de soruyorum “Hiç mi ağlamıyorsun, nasıl tutuyorsun kendini?”
“Ağlamam.
Çocukların arkasından ağlamaz. Onlar melek oldu. Ağlarsam bütün
günahlar çocuklarıma yazılır. Hem çocuklarım ‘Anne bizi burada rahatsız
bırakma’ derler...”
Bu son sözlerden sonra başka bir şey
konuşmuyoruz. Bir süre sessizliği paylaşıyoruz. O sırada hastane
yetkilisi Sara’yı diğer tahliller için yanımızdan alıyor. Sarılıyoruz
birbirimize helalleşip iyi dileklerle uğurluyoruz. Sonra Sara’nın yeni
doğacak bebeğinin kalp kontrollerini takip edecek çocuk kardiyolojisi
doktoru Volkan Tuzcu’nun yanına gidiyoruz...
DR. VOLKAN TUZCU: SORUN KALPTEN OLABİLİR
“Ani
ölümlerde kalp ritmi bozuklukları en sık sebeplerden biri. Ellerinde
hiçbir raporları olmadan geldiler. Bugün elimize ulaşan birtakım
raporlar var ama Erzurum’daki Üniversite Hastanesi bilgi vermiyor. Bu
durum bize genetik bir rahatsızlık olduğunu gösteriyor. ‘Kalp
rahatsızlığı’ bile diyemiyorum çünkü elimde buna dair bir bilgi yok.
Annenin de birkaç kardeşi aniden ölmüş. Bu çiftimiz de kasılma
şikâyetleriyle hastaneye gittiğinde ilaç vermeden aileyi
gönderiyorlarmış. Başka şehre gitmek istediklerinde de gerek olmadığı
söylenmiş. Şimdi Sara Hanım 14’üncü çocuğuna iki aylık hamile. Elimizde
ölen bebeklere ait bilgiler olsaydı annenin karnından sıvı alıp hangi
hastalıkların olduğunu öğrenebilirdik. Biz de sıfırdan başlıyoruz. Nadir
görülen bir hastalık olabilir ve bulamayabiliriz. Neye bakacağımızın en
iyi yolu önceki tedavilere bakmaktır. Ailede ani ölümler oluyorsa çoğu
kalple ilgili genetik sebeplerden kaynaklanır. Beyinden de
kaynaklanabilir. O kadar çok cins ve nadir hastalıklar var ki. Halbuki
çocukların çekilmiş EKG’si olsa daha kolay bir tespit yapabilir,
hastalığın genetik teşhisini yapabiliriz. 14. çocuk için elimizden
geleni yapacağız ama işimiz zor görünüyor. Çocuk doğana kadar yakından
takip edeceğiz.” SİBEL ATEŞ YENGİN
sibel.ates@aksam.com.tr
10.02.2013 13:00:12
Herkesin çocuğu var bizim de olsun
İşte sıradışı bir aşk, acı ve umut hikayesi... Sara ile köksal, 14 yıl önce görür görmez aşık olup evlendi. İlk bebekleri 1 yaşına basmadan öldü.