'MİTHAT BAŞKAN' YANi MİTHAT TURGUTCAN... |
Toplumların, üzerinde konsensüs sağladığı isimler vardır. Kimi çevrelerde o kişiler için, "akil adamlar" denir, kimi çevrelerde de "emin insanlar"… Onlar; ne sağcıdır, ne de solcu... Onlar; sağlam değerlere sahip, adil, objektif ve vicdan sahibi kimselerdir. Onlar; menfaat yahut da mevki karşısında eğilip bükülmezler, konjöktöre göre konuşmazlar. Gün gelmiştir o kişiler, taraflar arasındaki bir nizada "hakem" görevi yapmıştır, gün de olmuştur sohbetleriyle, bunalan ruhlara aydınlık bir pencere açmışlardır. Çok şükür ki Erzurum, bu manada mümbit ve bereketli bir şehirdir... Her daim şahikalarımız olmuş, her devre mührünü vuran ulularımız çıkmış. Onlar; eserleri ve hizmetleriyle, öyle güçlü bir nefes olmuşlar ki, mesajları çağlar ötesine geçmeyi başarmış... Bakmayın siz ikide bir de kendimize acımasızca kıyıp durmamıza... Erzurum, bugün de "adam gibi adam" meselesinde, fark yaratmayı başaran bir şehirdir. Nobel Ödülleri'ni dağıtan vakfın kapısında şu ifade yazar:"Burada aynı düşünen iki kişiden biri fazladır" Her ne kadar baskın anlayış, aykırı görüşleri perdelese de, Erzurum bugün de, yine söylenemeyenlerin söylendiği bir şehirdir. Başka bir ifadeyle tam da şairin dediği gibidir Erzurum, "zor zamanda konuşan" bir şehir... İşte o şehrin bugün ki "değer"lerinden biri de, kuşkusuz ki her kesimin "Mithat Başkanı", yani Mithat Turgutcan'dır... Bu röportajda, bir yanıyla Erzurum'un yakın tarihine dair kesitler bulacaksınız, başka bir yanıyla da Mithat Turgutcan'ın kişiliğini, duruşunu ve ilklerini göreceksiniz… Mithat Başkan, biz gazetecilerin meslek büyüğü bir kimsedir; o sebeple otuz yıla yaklaşan hukukumuz ve dostluğumuz var. Ne vakit bir dost nasihatine ihtiyaç duysak, kapısını çalar fikirlerinden istifade ederiz. Çünkü O, ömrünü (maddi-manevi) Kızılay üzerinden bu şehre adamış, bu şehir için dur durak bilmeden çaba sarf etmiş bir isim... Erzurum'a, O'nun perspektifinden bakmak anlamlı olsa gerek... Mehmet Şener |
Mithat Turgutcan:Tahsin Uzer, Atatürk döneminin en şedit valilerinden biriydi. Gazi'nin, hemşerisi yani Selanikli olması hasebiyle de, kendisini hep öteki yöneticilerden ayrıcalıklı görür ve öyle davranırdı. Ben o vakitler henüz ortaokul öğrencisiydim. Tahsin Uzer de, 3. Müfettiş-i Umumi'ydi... Okulumuz Erzurum Lisesi'nin içindeydi. Yıl 1938, artık Atatürk'ün son günleri, sağlığı ciddi şekilde bozulmuştu. Ajans (radyo) her saatbaşı haber veriyordu; doktorlar şöyle dedi, doktorlar böyle dedi, diye...
Mehmet Şener: Üzülüyor muydunuz?
M.T: Üzülmez olunur mu, başta öğretmenlerimiz olmak üzere, herkes Gazi'nin bozulmuş olan sağlığından ötürü endişe duyuyorduk. Bir gün okul müdürü bizleri bahçeye çıkardı ve sıraya dizilmemizi istedi. Orda öylece beklerken, son derece asabi mizaçlı bir zat geldi ve bize nutuk irad etti: "Bakın" dedi. "Atatürk'ümüzün sağlığı artık çok bozuk; bugün yarın beklenen mukadder son ilan edilebilir. Ola ki, ailenizden, çevrenizden birileri Atatürk öldü diye, türlü sevinç gösterileri yaparsa, ben size yetki veriyorum, babanız olsa dahi çekinmeden vurabilirsiniz."
Bizler şaşırmıştık; ne demek istiyordu? Niçin Atatürk öldüğünde insanlar sevinsin ki?
M.Ş: Acaba o günkü Erzurum'da bir Atatürk aleyhtarlığı mı vardı, yahut da okulunuzda öğretmenleriniz size Atatürk'ü mü kötüleyip dururlardı ki, Tahsin Uzer öyle bir ikaz gereği duydu?
M.T: Hayır... Katiyen ne Erzurum'da Atatürk aleyhinde bir cereyan vardı, ne de öğretmenlerimiz arasında bize Atatürk'ü kötüleyen bir kimse...
M.Ş: Peki neden öyle konuşmuş olabilirdi, sonradan çözebildiniz mi?
M.T: Tam olarak sebebi nedir bilmiyorum. Lakin Tahsin Uzer, normal olmayan aykırı bir tipti ve O'na göre kendisinden başka herkes Atatürk'e karşıydı. Halbuki o günün Erzurum'unda, Atatürk bir kurtarıcı, önder ve tartışılmaz bir kahramandı. Kongre'yi Erzurum'da yapmış, Milli Mücadele meşalesini buradan ateşlemiş bir ulusal kahraman için, kim niçin öldü diye sevinsin ki? Tahsin Uzer, öyle bir yöneticiydi işte... Değil mi ki aynı Tahsin Uzer, 36'da Atatürk'ün Erzurum ziyaretini de "şartlar uygun değil" diyerek, Trabzon'a kaydırmıştı.
M.Ş: Atatürk vefat edince Erzurum'da Tahsin Uzer'in beklediği gibi, bir nümayiş oldu mu?
M.T: Asla... Tam tersi halk günlerce yas tuttu ve üzüldü.
M.Ş: Başkanım konuşulacak konu elbette çok ama istiyorum ki, belli dönemlerden kesitler sunalım… Misal 12 Eylül askeri darbesinden sonra neler olup bittiğini bir de sizden dinlemek isteriz.
M.T: O çok yakın bir tarih... Elbette ki üzerine konuşulacak bir husus. Ancak isterseniz size o günlere dair çarpıcı bir olayı nakledeyim.
M.Ş: Olur elbette. O vakit şu meşhur park yapımının nasıl olduğunu anlatsanız. Hani bugünlerde Kars'taki heykelden ötürü "ucube" tartışması var ya...
M.T: Tamam... Darbe'den sonra her ilde komiteler oluşmuştu. Erzurum'da da kuruldu. O komitede dönemin valisi Nihat Baştak, belediye başkanı Nihat Kitapçı, Rektör Hurşit Ertuğrul, Ticaret Odası Başkanı Ali Sırrı Kuşkay ve Kızılay Başkanı olarak da ben vardım. Komitenin sözcüsü de bendenizdim... Bir gün, sıkıyönetim komutanı Selahattin Cambazoğlu bizi (komite) topladı ve dedi ki, "3.Ordu Komutanı Erzurum'a gelecek, (hemşerimiz Selahattin Demircioğlu) Paşa'dan taleplerde bulunmamız gerekir.” Bunun üzerine bizler de toplandık ve neler isteyebiliriz diye düşündük...
M.Ş: O gün için öyle bir uygulama mı vardı, yani siviller talepte bulunur, askerler de yerine mi getirirdi?
M.Ş: Peki o sırada vali, belediye başkanı yani kimse bir şey söylemiyor mu?
M.T: Yahu kim ne söyleyecek; adam öfkeli, kimsenin fikrine ihtiyacı yok ki... O kendi kafasında bir plan kurmuş, bizleri laf olsun diye dinliyor o kadar.
M.Ş: Sonra ne oldu? Üçüncü projeyi sordu mu?
M.T: Ben devam ettim; dedim ki Paşam o zaman Erzurum'u Rize İkizdere'ye bağlayacak bir yol açalım. (Bugün herkesin dillendirdiği OVİT Geçidi) Böylelikle, Doğu Karadeniz'le Kuzey Doğu daha yakınlaşmış olur. Yine dinlemedi; hiddetle ayağa kalktı ve bağırarak şunları söyledi: Komitenin topladığı bu paralarla bir Atatürk Parkı yaptıracağız.
M.Ş: Komite para mı toplamıştı?
M.T: Evet, o gün halktan, kurumlardan, özel sektör işletmelerinden para toplanmıştı. Paşa'nın talimatıyla toplanan o paralar ve devletin üzerine koyduğu kaynakla 100. Yıl Parkı kuruldu. Oysa aynı tarihlerde Kayseri'de aynı askeri idare tarafından fabrika açılmıştı. Başka şehirlerde de başka türlü işletmeler kurulmuştu. Bize de hemşerimiz sayesinde sadece bir park yapılabildi.
M.Ş: Yani desenize hemşeri kazığı yedik!
M.T: Yok; o çok sert bir ifade olur. Fakat kesin olan şu ki, istenseydi o gün Erzurum'a birçok hizmet yapılabilirdi. Zira Selahattin Demirci çok önemli bir makamdaydı; 3. Ordu Komutanı…
M.Ş: Başkanım, biraz daha eskilere gidelim. Sizin 1958 yılında Menderes'le bir görüşmeniz var. Daha doğrusu sizinle birlikte Erzurum basınının önde gelen isimlerinin görüşmesi… O görüşmede siz Menderes'ten ne talep ettiniz, merhum Menderes size nasıl çıkıştı?
M.T: Ülke genelinde bir furya başlamıştı. Kimi istismarcılar, yalan yanlış gazeteler çıkarıyor ve isim olarak da gazetenin başına "Demokrat" adını koyuyordu. Farzımuhal "Demokrat Erzurum, Demokrat Edirne" gibi… Gazetenin ismi demokrat olunca, kafadan resmi ilanların yüzde yetmişi ona veriliyordu. Ben Yeni Erzurum Gazetesi'ni çıkarıyordum ve vaktiyle CHP görüşlerine yakın duran bir çizgisi vardı. Erzurum'da başka düzgün gazeteler de vardı elbette… Şarkın Sesi, Demokrat Doğu ve Doğu Ekspres gibi… Menderes'le görüşmek için, Turan Bilgin, (Ankara Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Nazmi Bilgin'in babası) Hüseyin Durak (Bir zamanlar MHP'nin Doğu'daki Başbuğ'u Yılma Durak'ın babası) ve Nuri Bey (Soyadını hatırlayamadı) ve ben randevu talep ettik. Başvekil'e bu istismarı anlatıp, müdahale etmesini isteyecektik.
M.Ş: O tarihlerde bir başvekil, taşralı gazetecilere randevu verir miydi?
M.T: Bilmiyorum; ama bilinen şuydu: Menderes o günlerde çok asabiydi ve hiçbir heyeti kabul etmiyordu. Boynunda bir çıban çıkmıştı; o çıbanın verdiği rahatsızlıktan olmuş olsa, kimselerle görüşmüyordu. Bizim talebimiz de zaten o gün Erzurum'un DP vekili ve aynı zamanda Menderes'in çok kıymet verdiği bir kimse olan Doktor Hasan Numanoğlu üzerinden iletilmişti. Yani randevuyu Hasan Numanoğlu almıştı.
M.Ş: Sizin Menderes'le ilk karşılaşmanız mı olacaktı?
M.T: Evet… Neyse uzatmayalım, Başbakanlık binasında Menderes bizi kabul etti. Tam 45 dakika ve de ayakta bize nutuk çekti. Bizim şikayet konumuza ise itibar etmedi bile. Biz tekrar edince, "Hayır, ben mahalli basının kalkınmasını istiyorum" diyerek kestirip attı. 45 dakika boyunca herkese kızdı durdu. "Bu ülkenin aydını şehir kulüplerinde oturup satranç oynarken benim iktidarımı eleştiriyor; bilmiyorlar ki halk beni tutuyor" deyip, önüne gelen her kesimi yerden yere vurdu. Dışarı çıktığımızda ben arkadaşlara, "Menderes'in aklıseliminden şüphe ediyorum" dedim. Ertesi günü kahvaltıda bir Doğu mebusunun (O isim vermiyor ama Kasım Kührevi) yaptıklarını ve söylediklerini görünce, anladım ki, hayır Menderes yanılmıyor. Ülkenin aydınları korkak, maskeli ve çifte standartçı…
M.Ş: Niçin böyle düşündünüz?
M.T: Ben aynı zamanda şeyh olan o Doğu vekiline dedim ki, "Efendim rivayet olunur ki, şehrinizde sizin hemşerileriniz atınızın bastığı yerde biriken pis suyu zemzem diye içermiş. Bu doğru ise eğer, inanın ki bize ispat hakkı filan lazım değil."(Burada küçük bir parantez açalım. O tarihlerde Türkiye'de basının ispat hakkı yok. Diyelim ki bir haber yazdınız (iktidar aleyhine) ve elinizde o haberi doğrulayacak belgeler mevcut. İlgili kişi sizi dava ediyor ama siz mahkemeye belge sunamıyorsunuz. Çünkü kanunen basının ispat hakkı yok)
M.Ş: Şeyhin veya vekilin tepkisi ne oldu?
M.T: Adam Sorbon'da felsefe tahsili görmüş ama şeyhlikten de vazgeçmiyor. Kaşlarını çatarak cevap verdi: Ne yani, halkım öyle mutlu oluyorsa ben niçin o saadeti onlardan esirgeyeyim ki? Orada anladım ki, ülkenin münevverlerinin bir bölümü bu tür zatlardan oluşuyor ve Menderes de adamları iyi tanımış…
M.Ş: Şu halde sorununuzu çözemeden Erzurum'a döndünüz..
M.T: Aynen öyle… Bu seyahatin bizim için artı tarafı, Sorbon mezunu, Doğu milletvekili bir şeyhi yakından tanımak oldu!
M.Ş: Başkanım bir de şu Nene Hatun meselesi var. Hani bir gazete Nene Hatun için " O bir mamadır" diye yazmış ya… Ne oldu o yazıdan sonra?
M.T: Demokrat Doğu Gazetesi'nde yazı yazan İhsan Ünüvar adlı bir arkadaşımız, bir gün bir makale kaleme aldı ve dedi ki, "Esasında Nene Hatun denilen bu kadın, vaktiyle mamalık yapmış bir kimsedir (genelevde kadın satıcısı). Şehirde çok büyük bir tepki oluştu. Nene Hatun o tarihte hala hayattadır ve özellikle gençler çok büyük saygı duyuyordu. Hatta 3. Ordu Komutanlığı (O tarihlerde 3. Ordu Erzurum'dadır) Nene Hatun'u, ordunun "annesi" ilan etmiş ve O'na ev bile yaptırmıştı.
M.Ş: Tabii ki aslı astarı olmayan yalan bir haber, yani iftiraydı değil mi?
M.T: Elbette; hem de son derece çirkindi. Yazının çıktığı akşam, 3. Ordu Kurmay Başkanı Ragıp Gümüşpala Paşa, beni ve Turan'ı (Bilgin) aradı. "Paşa sizinle görüşmek istiyor; filanca saatte gelmenizi istirham ederiz" dedi.
M.Ş: Şaşırdınız mı, Paşa durup dururken sizi niye çağırıyor ki?
M.T: Anladık; muhakkak bugün çıkan o yazıyla ilgilidir diye… Nitekim yanılmadığımız çok geçmeden ortaya çıktı. 3. Ordu Komutanı Nurettin Baransel'di… Turan'la birlikte konuta gittik. Çay-kahve sohbetinden sonra Paşa asıl konuya geldi: "Bakın arkadaşlar" dedi. "Nene Hatun artık bu ordunun bir annesidir ve tarihi bir kahramandır. Bugün bir yazı okuduk ve ordu olarak müthiş üzüldük. Sizlerden istirhamımız bu nevi şeylerin bir daha tekrarlanmamasıdır."
M.Ş: Yazıyı yazan İhsan Ünüvar. Paşa sizi niye davet ediyor. Doğrudan Ünüvar'la görüşemez miydi?
M.T: Bilmiyorum; öyle takdir etmiş.
M.Ş: Başkanım, Paşa sizi şehrin seçkinci eliti olarak mı görüyordu acaba?
M.T: Ne olarak gördüğünü sormadık; ama biz aktif gazetecilerdik ve basının önde gelen isimleriydik. Muhtemelen o sebeple bize söylemiş olabilirdi…
M.Ş: Anlaşılan bu konuda detaya girmek istemiyorsunuz. Şu halde son bir soru daha sormak istiyorum. O da 60 askeri darbesinden sonraki günlere dair… 27 Mayıs 60 darbesi olunca Erzurum basını gelişmeyi nasıl karşıladı. Siz biraz CHP tandanslı olduğunuz için belki size göre sürpriz olmadı ama genelde basında durum neydi?
M.T: Öyle aşırı bir tepki olmadı. Nasıl olsun ki? Asker her şeye el koymuş, müdahale ediyor. Bazı adamlar anında saf değiştirip tornistan ederken, kimileri de bedel ödedi. Basın umumiyetle suskun kaldı. Bir tek Doğu Ekspres Gazetesi'nin sahibi Şinasi (Ünal) o gün ihtilali protesto için gazetesini bembeyaz çıkardı; tek bir haber koymadı.
M.Ş: Ne oldu peki, askerler sessiz mi kaldı bu protestoya?
M.T: Sessiz kalırlar mı? Anında Şinasi'yi tutukladılar ve bir süre cezaevinde kaldı. Ben araya girdim Vali'den ricalarda bulundum bir müddet sonra salıverdiler.
M.Ş: O tepki bugün için dahi ileri bir hamle… Demek ki Şinasi Ünal, ya demokrasiye çok bağlı ve yürekli bir basın mensubuydu, ya da çok rijit bir DP'liydi…
M.T: Olabilir… Şinasi o gün o tepkiyi göstermişti…
M.Ş: Başkanım, son soru demiştim ama bir de o günün siyasi atmosferini sormak istiyorum…
M.T: Şimdilik yeter… Söz bir başka zaman da o hususu konuşuruz.
07.06.2011 16:19:00