Erzurumlu gazetecilerin Ermenistan izlenimi!..

Sevda Güneş ve Cihat İncesu iki Erzurumlu gazeteci olarak Ermenistan'a gitti. Neler yaşadıar, nelerle karşılaştılar?.. İşte Cihat İncesu'nun kaleminden bir solukta okuyacağınız Ermenistan izlenimleri...

ERZURUM-ERİVAN HATTI!..


NTV haber merkezinden “Hazırlanın Ermenistan’a gidiyorsunuz” telefonu gelince oldukça heyecanlandım.  Daha öncede hiç gitmediğimiz,  Türkiye ile problemleri olan bir ülkeye gidiyorduk. Görevimiz;  Ermenistan’ın başkenti Erivan’da yaklaşık bir milyon Ermeni’nin katılımıyla gerçekleştirilen ‘sözde soykırım günü’ etkinliğini takip etmekti. Ancak hayalim bir yolunu bulup işgal altında olan Karabağ’a gitmekti.

 

Kısa zamanda Ermenistan’a girmek istiyorduk. Karslı bir dostumuzun yardımı ile tanıştığımız ve Ermenistan’ın Gümrü şehrinde bir kilisede görev yapan Harut ile bağlantı kurduk. Çok iyi seviyede Türkçe bilen ve tehcir zamanında Türkiye’den  göç etmiş bir ailenin oğlu olan Harut,  Ermenistan’da bize mihmandarlık yapacaktı.

 

Harut’a iyi bir araç kiralayarak sözleştiğimiz saatte Türkiye Gürcistan sınırından gelip bizi almasını söyledik. Posof sınırından Gürcistan’a geçince Harut ile buluşup, kısa bir tanışma faslından sonra Erivan’a doğru yol çıktık. 


Erivan Iğdır’a yaklaşık yarım saat mesafede olmasına rağmen Alican sınır kapısının kapalı olması nedeni ile Gürcistan üzerinden Ermenistan’a giriş yapılabiliyordu. Buda yaklaşık 8 – 10 saat yolu uzatmak demekti.... Ve heyecan ve merak dolu Ermenistan serüvenimiz başlamıştı...

Cihat İNCESU

Erzurum Ajans-Gürcistan’dan Ermenistan sınırına girmek için yaklaşık 180 km. yol kat etmeniz gerekiyor. Normal şartlarda 2 saatte gideceğiniz bu mesafeyi Gürcistan’dan 8 saatte kat ediyorsunuz. Yollar oldukça kötü ve bakımsız. Eskiden Türk yurdu olan ancak şimdilerde Türk’ün esamesi dahi okunmayan Ahıska bölgesi fakirliğin ve yoksulluğun hat safhada hissedildiği bir yer olmuş. Yollar stabilize ve tarla gibi, evler ise virane. Yüreğimiz burkulsa da Harut’ un anlattıkları ile birden kendimize geliyoruz. Birkaç yıl öncesine kadar bu bölgede devlet hiç yokmuş.

Asayişin olmadığı bir yerde boşluğu tabii ki hırsızlar, çapulcular almış. Yol kontrolü yapan Gürcüler geçen araçları durdurup soyuyormuş. Şimdilerde durum daha iyi dese de Harut’un gözlerini yoldan ayırmaması bizleri tedirgin etmedi değil.  Köstebek yuvası yollardan geçerken Türk yurdu Ahiska’nın fakir manzaralarını seyrediyoruz. Ermenistan sınırına yaklaştıkça yerleşim birimlerinde Ermeni sayısı artıyor. Gürcistan’ın eski Türk yurdundaki köylerde şimdilerde tamamıyla Ermeniler yaşıyor. Buralar Ermeni toprağı diyince Gürcü yetkililerle problem yaşamış. Harut’un bu anekdotu anlatması ile ‘sizde başkasının toprağına göz dikmek irsimi” esprisini yapmadan geçemedim.


ERMENİ POLİS İYİ DAVRANDI


Gürcistan’dan Ermenistan sınırına yaklaştıkça beğenmediğimiz çukur yollar yerine tarlalara bırakıyor. 70 km. uzunluğundaki bu mevkide hiç yol yok. Tarlalardan, toprak zeminden güçlükle ilerliyoruz. Ermeni sınırına yaklaştıkça sınırda nöbet tutan askerlerin Rus olduğu gözümüzden kaçmıyor. Pejmurde halde olan bu askerler ellerindeki kalaşnikof silahlar ile sınırdan tek tük geçen insanları gözleri ile süzüyorlar. Sınıra geldiğimizde rütbeli olduğu her halinden belli olan bir asker Harut ile beni araçtan indirerek kısa bir sorgulama yaptı. Ermenistan’a gidiş sebebimizi ve gazeteci olduğumuzu söyleyince Ermeni görevli beni şaşırtacak derecede iyi davrandı. Türk olduğumuz için hele hele gazeteci olduğumuz için sorun yaşayacağımızı düşünüyordum. Ancak tam tersine Ermeni asker Sevda’nın da araçtan inmesini ve vize işlemlerinin yapılması esnasında bir şeyler içmemizi söyledi.


Çat-pat Azerice konuşan Ermeni görevli ile İngilizce Azerice karışık anlaşmaya çalışırken Harut imdadımıza yetişti. Pasaportumdaki bir ay öncesinde Azerbaycan’a yaptığımız ziyaretin vizesini gören Ermeni asker birden ciddileşerek, neden Azerbaycan’a gittiğimizi sordu. Bizde ‘görev gereği’ olduğunu söyleyip geçiştirdik. Azerbaycan bizlere bir aylık vize vermişti, Ermeni asker, nisbet yaparcasına pasaportun tam da Azerbaycan konsolosluğunun mührünün arka sayfasına 2 aylık vize verdi. Bizim işimizin bir hafta süreceğini söylesem de “önemli değil ülkemizi gezersiniz” diyince pek ses çıkarmadık.

 

VE  ERMENİSTAN’DAYIZ!...


Ermenistan’a sorunsuz girmiştik. Sınırdan geçer geçmez haber merkezine ‘içerdeyiz’ diye mesaj attık. İşin asıl önemli kısmını atlatmıştık. “Bundan sonrası kolay” diye düşünüyorduk. Zira ertesi gün Ermenistan’ın Türk gazetecilerinin ülkeye girişini yasaklama kararıyla, bu düşüncemizde ne kadar haklı olduğumuzu anladık. Şansımız şimdilik yaver gidiyordu.

Ermenistan’a girince Gürcistan’ın Ahıska bölgesinin tam aksine asfalt ile tanıştık. Aracımız asfalt yolda hızla ilerlerken Ermeni trafik polisinin işareti ile durduk. Mekan Ermenistan olunca her şeyden şüpheleniyor insan ister istemez.


Alkol kontrolü yapmak isteyen trafik polisi Harut’u görünce selam vererek oradan ayrıldı. Her ne kadar Harut kiliseden tanıdığını söylese de ilerleyen günlerde yaşayacağımız anılar Harut’un yalnızca kilise görevlisi olmadığını gösterecekti. Ermenistan’ın Gümrü şehrinde kısa bir mola vererek dinlendikten sonra Erivan’a doğru yola çıktık.

 

KATİLLERİN TORUNLARI BURAYA  NEDEN GELDİNİZ?

 

Ermenistan’a yaklaştıkça daha bir modern ortama girdiğimizi hissediyoruz.  Erivan’a geldiğimizde hava kararıyor. Harut’a kalabileceğimiz güzel bir otel ayarlamasını istiyoruz. Biraz dinlendikten sonra şehri gezmek istediğimizi söyleyerek odalarımıza çıkıyoruz. Oldukça lüks olan oteldeki kalabalık dikkatimizi çekiyor. Fransa’dan, Amerika’dan gelen diaspora Ermenilerinin de aynı otelde konakladığını öğreniyoruz.

 

Sabah erkenden kahvaltıya iniyoruz. O sırada kahvaltı salonuna 40’lı yaşlarda bir bayan gülerek giriyor. Tamda işte gülen bir yüz diye Sevda ile sohbet ederken,  birden yanımıza gelerek oldukça güzel bir Türkçe ile bizlere ‘ katillerin torunları, neden buraya geldiniz?’  diyor.  Beklemediğimiz bir tepkiyi Ermenistan’da güzel bir İstanbul Türkçesi ile almak bizi şaşırtıyor. Şaşkınlığımızı kısa sürede atıp gazeteci olduğumuzu söyleyerek kadına masamıza oturmasını rica ediyoruz. Teklifimizi geri çevirmeyen bayan, kendisinin Fransa’dan geldiğini ve ailesinin Türkler tarafından katledildiğini anlatıyor. Kadın konuşurken dahi Türkler’e karşı olan kini gözlerinden okunuyor. Gazeteci olarak burada görev gereği bulunduğumuzu anlatan Sevda polemiğe girmek istemiyor. Kısa bir sohbetin ardından katilin torunları diye hitap ettiği bizlerden özür dileyerek yanımızdan ayrılıyor.

 

SÖZDE SOYKIRIM ANITI


Kahvaltıdan sonra şehri yaya olarak gezmek istiyoruz. Sözde soykırım anıtına gitmek için taksiye binmek istiyoruz. Tüm yolların kapalı olduğunu öğrenince dünyanın dört bir yanından gelen Ermeniler ile birlikte yaya olarak tören alanına doğru ilerliyoruz. Eski Türk filmlerindeki gibi koyu renkli üniforma giyen polis çevrede geniş güvenlik önlemleri almış. Her an durdurulup sorguya alınabileceğimiz endişesi ile geçiyoruz polis güvenlik noktalarını. Ancak sanki biz yokmuşuz gibi davranıyorlar.

 

Ağaçlık alandan yukarıya doğru ilerlerken göğüslerinde onlarca madalya asılı yaşlı Ermeni askerlerini görüyoruz. İlerledikçe kalabalık artıyor. Sözde soykırım anıtı binlerce dönüm araziye inşa edilmiş. Yaklaşık yarım saatte çıkıyoruz anıtın bulunduğu bölgeye. Etraf mahşer yeri gibi. Dünya’nın dört bir tarafından Ermeni sözde soykırımı anmak için gelmişler Erivan’a. Aralarında Türkiye’de askerlik yapmış şimdilerde Amerika da yaşayan Ermeni’de var. Hiç Türkiye’yi görmemiş dünyanın dört bir tarafından gelen Ermeniler’ de. Ortak  paydaları Türkler’e kin gütmek.

 

Yaşları genç olanlar dahi jenerasyon farkı demenden 1915 olaylarını dün yaşamış gibi davranıyor. Sonradan Ermenistan’ın sözde soykırımı ve Türk düşmanlığını anaokulu seviyesindeki öğrencilere ders olarak okuttuklarını öğrenince bu kinin kaynağını anlıyoruz. Öyle ki mink minik çocuklar kiliselerin öğrettiği ve içinde Türkler’e kin kusan şarkıları koro halinde söyledikleri manzaraları görünce, aradan yüzyıllar geçse de Ermeni’nin Türkiye’ye olan düşmanlığının neden bir nebze dahi olsa azalmadığına şahit oluyoruz.

 

Dünyanın dört bir yanından gelen yaklaşık bir milyon Ermeni kafileler halinde sözde soykırım anıtına gelerek ölen Ermeniler için karanfiller bırakıyorlar. Gruplar içinde üniforma gibi tek tip elbise giyinen diaspora üyeleri dikkatimizi çekiyor.

Çekim yaparken kalabalıkta Sevda ile Harut’u kaybediyorum. İnsan seli içinde anıtın bulunduğu yere doğru ilerliyorum. Önümü bir polis memuru kesiyor. Pasaportumu göstermek için hamle yaparken beklememi işaret ediyor. Kısa bir süre sonra daha rütbeli bir memuru yanımıza gelerek kim olduğumu ve niçin burada bulunduğumu Azerice soruyor. Gazeteci olduğumu öğrenince amirlerine bilgi vermek için ayrılıyor. Kısa bir beklemenin ardından panik yapmaya başlıyorum ve içimden “buraya kadarmış” diyorum. Biraz önce benle Azerice konuşan Ermeni polis yanında emniyet müdürü ile geliyor. “Bir problem mi var?” soruma karşı gayet kibar bir şekilde ‘ hayır gruplar içinde size tepki gösterebilecek insanlar olabilir endişesi ile yanınıza görevli bir polis vermek istiyoruz’ diyor. Şaşkınlığımı gizleyemiyorum, benim için görevlendirilen polis kalabalığı yararcasına bana yol gösteriyor ve içlerinde Sevda’nın da yer aldığı gazetecilerin bulunduğu yere getiriliyorum.

Az sonra farklı bir hareketlilik yaşanıyor. Ermenistan Cumhurbaşkanı Sarkisyan törenlere katılarak anıta karanfil bırakıyor.

 

Anıtın içinde minik çocukların bulunduğu ve başlarında renkli bir cübbe giyinmiş bir damın bulunduğu bölüme geçiyorum. Çocuklar hiç durmadan koro halinde şarkı söylüyorlar. Harut bunların kilise korosu olduğunu söylüyor. Söyledikleri şarkılarda ise Türkler’in ne kadar kötü insan olduğunu anlatıyormuş. Yaşları 5-6 olan bu çocukların ilerde gerçekleri anlaması nasıl düşünülebilir ki.

 

ERİVAN’IN GÖBEĞİNDE CANLI YAYIN

 

Erivan’ı daha yakından tanımak için yaya olarak Sevda ile birlikte turluyoruz. İnsanlara nereli olduğunu sorduğumuzda aldığımız cevaplara şaşırıyoruz. Erzurum, Bingöl, Van, Elazığ, Şanlı Urfa, İstanbul. İnsanlar ailelerinin geldiği şehirleri söylüyorlardı. Öyle ki büyük bir tamirhanesinin tabelasında Erzurum 93 yazısını görünce şaşkınlığım biraz daha artıyor. İnsanlar ailelerinin şehirlerini işyerlerinin tabelasına yazmışlardı.

 

İnsanlar ile sohbet edince Erivan’da yaşayan Ermeniler’in Türkiye’ye karşı sempati beslediğini, hatta sınır kapılarının bir an önce açılmasını istediklerini görüyoruz. Ancak yurtdışından gelen ermeni diasporası için aynı şeyi söyleyemeyeceğiz. Törenlerden sonra Erivan’dan canlı yayın yapmak istiyoruz. Güvenlik nedeni ile kapalı bir mekanda yayın yapmamız isteniyor. Taşnak Partisine ait canlı yayın aracını kiralıyoruz. Adamlar binlerce dolar almalarına rağmen yayının kötü olması için ellerinden gelen kıllığı gösteriyorlar. Sevda Erivan’ın merkezinden canlı yayın yapmak istediğini söyleyince karşı çıkıyorlar, ısrar ediyoruz. Israrlarımız sonuç veriyor ve şehrin en büyük meydanında canlı yayın yapıyoruz. Yayın esnasında bir grup fanatik Ermeni, slogan atarak, davul çalarak Sevda’yı protesto ediyor.

 

İŞGAL ALTINDAKİ KARABAĞ

 

Karabağ’a gitmek için arayış içindeyiz. Zira Karabağ özerk bir cumhuriyet ve Türkler’e vize vermiyor. Harut bizleri kaçak olarak Karabağ’a sokabileceğini söyledi. Karabağ’a gitmek için uzunca bir yolumuz var. Öncelikle Laçin koridorunu geçmemiz gerekiyor. Karabağ’ı Ermeniler işgal ettiklerinde Erivan ile karayolu bağlantısını kurmak için Laçin koridoru ve etrafındaki köyleri de işgal etmişler. Yol boyunca yanımızdan askeri konvoylar geçiyor. Harut aracın önünde oturuyor ve oldukça gergin. Askeri konvoyları ve içlerindeki Rus askerlerini görüntülüyorum.  Araca yakıt almamız gerekiyor. Benzin istasyonu denilen şey tam bir ucube. Anlatmaya kalksam saatler sürer. Bu nedenle fotoğrafını çekiyorum. Oldukça ilkel bir tesis. Bir kamyonun üzerine doğal gaz dolu olan tüpleri yerleştirmişler. Gelen araçlara buradan satış yapıyorlar. Her hangi bir güvenlik tedbiri bulunmuyor.

 

KESKİN NİŞANCILAR VAR

 

Araçla ilerlerken yolun 500 metre kadar altında tepelerin eteklerine bir yerleşim birimi dikkatimi çekiyor. Buranın boşaltılan bir Türk köyü olduğunu öğreniyoruz. Ancak diğer köylerin aksine buraya Ermeniler yerleşmemiş. Köyün konumu ve güzelliğini düşününce sebebini öğrenmeye çalışıyoruz. Oraya gitmek istiyoruz ancak araç şoförü buna karşı çıkıyor.   Israr ediyoruz. Köyün içine giremeyeceğini yakınına kadar gidebileceğini söylüyor, kabul ediyoruz. Köye yaklaştıkça şoför iyice gerginleşiyor. Köyün karşısındaki  tepeler Azeri sınırı imiş. Azeri snaypırlar (keskin nişancı ) sürekli bu köye ateş edermiş. Sınıra yakın olduğu için hiçbir Ermeni gelip yerleşme cesaretini gösterememiş. Araçtan inince köye doğru Sevda ile ilerliyoruz. Film setini andırıyor, hayalet bir köy. Evlerin tamamı sağlam, okulu, camisi hatta minik bir süt fabrikası dahi var. Türk ve Müslüman bir köy olduğu her halinden belli.


Evlerin içine giriyoruz, yüreğimizi burkan manzaralar ile karşılaşıyoruz. Ermeni saldırılarına karşı köylüler sofralarını bırakarak kaçmışlar. Her şey yerli yerinde, camlara asılı tül perdeler, yemek kapları. Köyün içinde Sevda ile ilerliyoruz. Çekimler yapıyor, diğer taraftan da  gözümü tepelerden alamıyorum. Zira keskin nişancıların bizlerin Türk olduğunu anlaması o mesafeden biraz zor.

 

Yüreğimiz buruk köyü arkamızda bırakarak araca doğru ilerliyoruz. Daha önümüzde bir hayli yol var ve Karabağ’a daha giremedik. Harut kendinden emin. Sınırı vizesiz geçeceğimizi söylüyor.  Kontrol noktasına yaklaşıyoruz, kameramı ayaklarımın altında saklıyorum. Harut konuşmamamızı, araç şoförünün yalnızca ruhsatı götürüp  kontrol noktasındaki polise işleteceğini söylüyor. Ermenilere vize olmadığı için araç içindekileri pek kontrol etmiyorlar sanırım. Kontrol noktasına yaklaştığımızda önümüzdeki  araç evraklarını göstermek için duruyor.  Bu sırada şoförümüz beklemeyerek yanından vurup geçiyor. Heyecanla aracın arka camından bizi takip eden var mı diye bakıyorum. Durum sakin, gelen giden yok ve işgal topraklarındaki Karabağ’dayız.

 

KARABAĞDAYIZ

 

Yol boyunca irili ufaklı askeri konvoylar ilerliyor. Her taraf asker, her taraf yanmış, yakılmış askeri araç veya bina. Savaşın izleri aradan yıllar geçmesine rağmen silinmemiş. Azeri savaşında üstün başarı göstermiş bir tank sergileniyor tepelerin üzerinde. Hava çok sisli, Karabağ’ın başkenti biz Türklere göre Han kenti, Ermenilere göre de Stapanakert  şehrine doğru ilerliyoruz.  Karabağ’ın başkentine gitmeden birkaç yerleşim biriminden geçiyoruz. Birinde görüntü almak için araçtan iniyorum. Harut yanıma gelerek buradan derhal gitmemiz gerektiğini söylüyor. Yüzündeki tedirginliği görünce ısrar etmiyorum.

 

TÜRK İZLERİ

 

Ermenistan’da oldukça şen şakrak olan Harut, Karabağ’da gergin bir hal alıyor. Sebebini anlayamıyoruz. Han kentinde girişte kapalı bir cami görünce hüzünleniyoruz. Türk’ün izini bölgeden silmeye çalışan Ermeni’nin gücü ecdadımızın yaptığı bu büyük camiyi yıkmaya yetmemiş. Tarihi caminin bazı bölümleri yıkılsa da minaresi dimdik ayakta. Han kentinde insanlara yaklaşıyoruz. Bizlerin Türk olduğunu anlayınca şaşırıyorlar. Konuştuğumuz her kes bölgede çok acıların yaşadığını, Azerilerin mutlaka ailesinden birini öldürdüğünü söylüyor. ‘’Aramıza kan girdi ‘’ diyen yaşlı bir Ermeni kadın Azeriler ile bir daha birlikte yaşanamayacağının altını çiziyor. Ancak kimse Azerbaycan’da yaşayan ve topraklarından koparılmış bir milyon kaçkından bahsetmiyor. Binlerce yıldır Türk toprağı olan Karabağ’ın Ermenilerin elinde asimilasyona tabi tutulması yüreğimi burkuyor.  


Karabağ’da nereye baksanız bakın Türk’ün izine rastlarsınız. Vizemiz olmadığı için vakit kaybetmeden çekimlerimizi yapıp bölgeden ayrılmak durumundayız. Araç ilerlerken camdan insanlara bakıyorum. Bölgedeki insanların mutsuzluğu yüzlerine yansımış. Gerçi acılar ve kan üzerine kurulan bir yaşamın mutluluk yansıtması mümkün değildir elbette. Aynı yollarla tekrar Ermenistan’a, Erivan’a ve oradan da güzel ülkemiz Türkiye’ye dönüyoruz.