Erzurum Lisesi'nin kara lastikli çocuğu Türkiye'nin gururu...

Herkes O'nu yolsuzlukların yılmaz savaşcısı CHP İstanbul Milletvekili Erdoğdu olarak tanıyor... Ama o Şehitler Mahallesi'nde büyüyen, Erzurum Lisesi'nden mezun olan kara lastikli yoksul çocuklardan biri...

O bir Erzurumlu.. Şehitler Mahallesi'nde büyüdü. Kara lastikleri ile okula giden, SSK işçisi bir babanın 4 çocuğundan en küçüğü Aykut... Yoksul olduğunu Erzurum Lisesi'nde öğrendi. Orada solcu oldu. İşte, her ortamda Erzurumlu olmaktan gurur duyan,  Şehitler Mahalleli  Aykut Erdoğdu'yu Sozcu Gazetesi'nde ki  köşesinde usta gazetesi Uğur Dündar yazdı...

Öyle bir "Er-Doğdu" ki!.

Be­nim­le ay­nı gün­de ama yıl­lar son­ra, 28 Ağus­tos 1972'de iki­si kız 4 kar­de­şin en kü­çü­ğü ola­rak Er­zin­ca­n'­da dün­ya­ya gel­di. Ai­le­si Er­zu­rum Şen­ka­ya­lıy­dı.
Ba­ba­sı Er­zin­can SSK Has­ta­ne­si­'n­de iş­çi ola­rak ça­lı­şı­yor­du. An­ne­si ise oku­ma yaz­ma bil­me­me­si­ne kar­şın, ço­cuk­la­rı­nın iyi eği­tim al­ma­la­rı için çır­pı­nan, fe­da­kar bir ev ka­dı­nı?
Ha­ya­tı­nın ilk unu­tul­maz ma­ce­ra­sı, ba­ba­sı­nın ye­ni gö­rev ye­ri için Er­zin­ca­n'­dan Er­zu­ru­m'­a eş­ya kam­yo­nu­nun ka­sa­sın­da gi­der­ler­ken yap­tı­ğı yol­cu­luk ol­du.

Er­zu­ru­m'­da ta­şın­dık­la­rı ev top­rak dam­lıy­dı. Yağ­mur yağ­dı­ğın­da her ta­ra­fı akı­yor­du. Böy­le du­rum­lar­da an­ne­siy­le bir­lik­te evin için­de ko­şu­şur­lar, ten­ce­re, ko­va ne bu­lur­lar­sa, akan yer­le­re ko­yar­lar­dı.

Ama gü­nün bi­rin­de öy­le­si­ne yo­ğun yağ­dı ki bun­lar yet­me­di. An­ne­si­nin tek eş­ya­la­rı olan ya­tak­la­rın ıs­lan­ma­sı­nı ön­le­mek için çır­pın­ma­sı yet­me­miş, hep­si sı­rıl­sık­lam ol­muş­tu. Ce­fa­kar ka­dın "Ben ak­şa­ma si­zi ne­re­de ya­tı­ra­ca­ğı­m" di­ye­rek hün­gür hün­gür ağ­la­mış­tı.

***
Er­zu­ru­m'­un Do­ğu sı­nı­rın­da­ki
Şe­hit­ler Ma­hal­le­si­'n­de ça­tı­lı bir ev ki­ra­la­dık­la­rın­da ken­di­le­ri­ni sı­nıf at­la­mış, ade­ta zen­gin ol­muş gi­bi his­set­ti­ler. Zi­ra ar­tık yağ­mur yağ­dı­ğın­da ıs­lak ya­tak­lar­da uyu­mak zo­run­da kal­ma­ya­cak­lar­dı!..

İl­köğ­re­ni­mi­ne Şe­hit­ler İl­ko­ku­lu­'n­da baş­la­dı. Tüm ma­hal­le­li yok­sul ol­du­ğu için on­lar da yok­sul­luk­la­rı­nı fark et­mi­yor­lar­dı. Ör­ne­ğin öğ­ren­ci­le­rin hep­si oku­la las­tik ayak­ka­bı ile gi­di­yor­lar­dı. Er­zu­ru­m'­un so­ğu­ğu ün­lü­dür. Ka­ra­kı­şa "Ne­re­li­si­n" di­ye sor­muş­lar. O da "Er­zu­rum do­ğum­lu­yu­m" di­ye ce­vap ver­miş!

He­nüz 7-8 yaş­la­rın­day­ken, ısı­nın sı­fı­rın al­tın­da 30 de­re­ce­ler­de do­laş­tı­ğı böy­le­si­ne don­du­ru­cu bir gün­de, so­kak­ta ar­ka­daş­la­rıy­la oyu­na da­lın­ca, ayak­la­rı­nın ıs­la­nıp don­du­ğu­nu fark ede­me­miş­ti. Eve dön­me za­ma­nı ge­lip yü­rü­mek­te zor­la­nın­ca kö­tü du­rum­da ol­du­ğu­nu an­la­mış­tı.
Zor be­la gel­di­ği ev­de an­ne­si he­men ayak­la­rı­nı su­yun al­tı­na sok­tu. Buz gi­bi su, san­ki kay­nar çay­dan­lık­tan dö­kü­lü­yor­muş gi­bi ca­nı­nı ya­kı­yor­du. Yav­ru­su­nun fer­yat­la­rı­na da­ya­na­ma­yan an­ne­si, he­men ayak­la­rı­nı göğ­sü­ne bas­tı. Ana-oğul, da­ki­ka­lar­ca böy­le kal­dı­lar. So­nun­da çi­le­keş an­ne­ci­ği, yav­ru­su­nun kü­çü­cük ayak­la­rı­nı kur­ta­rıp aç­ma­yı ba­şar­mış­tı.

***

Do­ğu­'nun las­tik ayak­ka­bı­lı ço­cuk­la­rı­nın ço­ğu, so­ğuk­tan ro­ma­tiz­ma olur.
Kü­çük­ken ya­ka­la­nı­lan ro­ma­tiz­ma, iler­le­yen yaş­lar­da kal­be si­ra­yet eder. Za­ma­nın­da te­da­vi edil­me­yen kalp ro­ma­tiz­ma­sı has­ta­la­rı da, er­ken yaş­lar­da yi­tip gi­der­ler.

O yıl­lar­da yok­sul ai­le­ler için ısın­ma­nın en eko­no­mik yo­lu, te­zek kul­lan­mak­tan ge­çi­yor­du. Var­lık­lı­lar ev­le­ri­nin et­ra­fı­na inek ya­yar­lar, ço­cuk­lar da bu­ra­lar­dan  te­zek top­lar­lar­dı. An­ne­si da­ha güç­lü ısıt­ma­sı için te­ze­ği kö­mür to­zuy­la ka­rış­tı­rır­dı. Te­zek­ler ta­şı­nır­ken kar­de­şi onun sır­tı­na ip ge­çi­rir o da ipe bağ­lı çu­va­lı eve ka­dar çe­ker­di. Böy­le­ce kar­de­şi kov­boy, o ise at olur­du!

***

Bir yaz ta­ti­lin­de, ai­le büt­çe­si­ne kat­kı­da bu­lu­na­bil­mek için ayak­ka­bı bo­ya­cı­lı­ğı yap­tı. O sı­ra­da 8 ve­ya 9 ya­şın­day­dı. San­dı­ğı ha­zır­la­yın­ca, doğ­ru­ca Göl­ba­şı­'n­da­ki oto­büs du­rak­la­rı­nın yo­lu­nu tut­tu. Tüm bo­ya­cı­lar sı­ra sı­ra di­zil­miş, müş­te­ri kap­ma­ya ça­lı­şı­yor­lar­dı.
Ama onun el ya­pı­mı san­dı­ğı en kö­tü­ler­den bi­riy­di. Tüm pa­ra­sı an­cak si­yah ve kah­ve­ren­gi ol­mak üze­re iki çe­şit bo­ya al­ma­ya yet­miş­ti. O ne­den­le san­dı­ğı gö­ren uzak­la­şı­yor­du. Ni­ha­yet bir be­le­di­ye sü­pür­ge­ci­si­nin ayak­ka­bı­sı­nı ya­rı fi­ya­tı­na bo­ya­dı. Ama adam be­ğen­me­miş­ti. "U­lan bu na­sıl bo­ya­" di­ye ba­ğı­rıp, sü­pür­gey­le ko­va­la­ma­ya baş­la­dı. Ka­çıp, da­yak ye­mek­ten kur­tul­muş­tu ama ya­şa­dık­la­rı çok ağ­rı­na git­miş­ti. Bir da­ha da ayak­ka­bı bo­ya­ma­ya çık­ma­dı.

***

Okul­la­rın­da zen­gin­li­ğin sim­ge­si ku­maş ön­lük­tü. Sa­de­ce bir­kaç ço­cu­ğun ku­maş ön­lü­ğü var­dı. Di­ğer­le­ri­nin tü­mü nay­lon ön­lük­lüy­dü. Kış­la­rı so­ba­nın ba­şın­da ısın­ma­ya ça­lı­şır­ken nay­lon ön­lük­ler da­yan­maz erir­di. 


Uzun, es­mer, za­yıf, çe­lim­siz bir ço­cuk­tu. Ti­pik bir yok­sul ço­cu­ğu.
Yok­sul semt­le­rin­de yok­sul ço­cuk­lar pek se­vil­mez. Ama il­ko­kul öğ­ret­me­ni Fah­ri­ye Yıl­maz, onu çok se­ver­di. Er­zu­ru­m'­un kök­lü ai­le­le­rin­den bi­ri­nin kı­zıy­dı. Onu 5 yıl bo­yun­ca bir öğ­ren­ci­den çok, ço­cu­ğu gi­bi se­ve­rek  okut­tu.

Li­se ça­ğı gel­di­ğin­de, ağa­be­yiy­le bir­lik­te
Do­ğu­'nun en iyi okul­la­rın­dan bi­ri olan Er­zu­rum Li­se­si­'ne kay­dol­mak is­te­di. An­cak va­roş­tan gel­di­ği için ken­tin sos­yo-eko­no­mik dü­ze­yi iyi ai­le­le­rin ço­cuk­la­rı­nın oku­du­ğu oku­la al­mak is­te­me­di­ler. Ama tüm en­gel­le­ri aşa­rak o gü­zel oku­la gir­me­yi ba­şar­dı.

Yok­sul ol­du­ğu­nu Er­zu­rum Li­se­si­'n­de öğ­ren­di. Ora­da sol­cu ol­du. Sol­cu ol­du­ğu­nu da üni­ver­si­te­de fark et­ti.

***

Üni­ver­si­te­ye ha­zır­lık te­la­şı baş­la­mış­tı. Pa­ra­sı olan­lar ders­ha­ne­ye gi­di­yor­du. Oy­sa on­lar­da pa­ra ol­ma­dı­ğı için ders­ha­ne, hat­ta üni­ver­si­te­ye ha­zır­lık ki­ta­bı bi­le yok­tu.
Ev­de bat­ta­ni­ye­ye sa­rı­lıp li­se ders ki­tap­la­rı­na ba­ka­rak üni­ver­si­te­ye ha­zır­lan­ma­ya ça­lı­şı­yor­lar­dı. Al­la­h'­tan ma­te­ma­tik ho­ca­la­rı Zafer Bey ve kı­sa sü­re­li­ği­ne ders­ha­ne­ye gi­den can dos­tu, sı­ra ar­ka­da­şı Al­pas­lan yar­dım­cı olu­yor­du.

Ga­zi Üni­ver­si­te­si Ka­mu Yö­ne­ti­mi bö­lü­mü­nü ka­za­nın­ca, hem­şi­re ab­la­sı ve ast­su­bay eşi­nin An­ka­ra Eti­mes­gu­t'­ta­ki loj­man­la­rı­na ta­şın­dı. Üni­ver­si­te­yi 4 yıl­da bi­ti­rir­ken mes­lek sı­nav­la­rı­na ha­zır­lan­ma­yı da ih­mal et­me­di. Ay­rı­ca İn­gi­liz­ce ve Al­man­ca­'sı­nı da iler­let­ti.
Me­zun olur ol­maz,
Zi­ra­at Ban­ka­sı Uz­man­lı­ğı ile Ha­zi­ne Kon­tro­lör­lü­ğü sı­nav­la­rı­na gi­rip, bin ki­şi ara­sın­dan de­re­cey­le ka­zan­dı. Bun­lar için ya­pı­lan söz­lü sı­nav­la­ra ha­ya­tı­nın rol mo­del­le­rin­den CHP İz­mir Mil­let­ve­ki­li Aş­kın Tü­re­li ağa­be­yi­nin ta­kım el­bi­se­si­ni gi­ye­rek git­miş­ti!..

***

İş ha­ya­tı­na Ha­zi­ne Kon­tro­lö­rü ola­rak baş­la­dı. Gö­re­vi ge­re­ği ban­ka­la­rı, ba­kan­lık­la­rı ve Kİ­T'­le­ri de­net­li­yor­du. Ha­ya­li ih­ra­cat­tan ban­ka so­ruş­tur­ma­la­rı­na, ka­ra pa­ra in­ce­le­me­le­rin­den bü­yük alt ya­pı pro­je­le­ri­ne ka­dar bir­çok ko­nu­da in­ce­le­me, araş­tır­ma ve so­ruş­tur­ma­yı üst­le­ni­yor­du. Gö­zü çok ka­ray­dı. Gö­rev­de­ki ba­kan­lar hak­kın­da bi­le yol­suz­luk fez­le­ke­si dü­zen­le­yip, yar­gı­ya gön­de­ri­yor, as­la çif­te stan­dart uy­gu­la­mı­yor­du. Yö­ne­tim­le so­run­lar ya­şa­dı­ğı olu­yor­du ama
Al­lah hak­kı için, AKP dö­ne­mi­ne ka­dar hiç­bir ba­kan ve müs­te­şa­rın, gö­re­vi­ni yap­ma­sı­na en­gel çı­kar­dı­ğı­nı ha­tır­la­mı­yor­du.

2004 yı­lın­da kı­dem sı­ra­sı ge­re­ği yurt dı­şı­na gön­de­ril­di. Bir yıl sü­rey­le
Vir­gi­ni­a Rich­mon­d'­da kal­dı. Ar­dın­dan Car­ne­gi­e Mel­lon Üni­ver­si­te­si­'n­den ge­len çağ­rı üze­ri­ne ora­da "Ka­mu Po­li­ti­ka­la­rı ve Yö­ne­ti­mi­" ala­nın­da yük­sek li­sans yap­tı. 2007 yı­lın­da Tür­ki­ye­'ye dön­dü­ğün­de "Fa­kir Ai­le­le­re Kö­mür Da­ğı­tı­mı­" pro­je­si­ni in­ce­le­me gö­re­vi­ni üst­len­di. Her yıl ru­tin ola­rak ya­pı­lan in­ce­le­me­ler­de o ta­ri­he ka­dar hiç­bir so­run tes­pit edil­me­miş ve Ha­zi­ne yak­la­şık 1 mil­yar do­lar pa­ra öde­miş­ti. So­ruş­tur­ma­yı de­rin­leş­tir­di­ğin­de ör­güt­lü bir yol­suz­luk dü­ze­ni ku­rul­du­ğu­nu gör­dü. Suç du­yu­ru­su ra­po­ru dü­zen­le­yip, An­ka­ra Cum­hu­ri­yet Baş­sav­cı­lı­ğı­'na gön­der­di.

Bu olay mes­le­ğin­de so­nun baş­lan­gı­cıy­dı. Ha­zır­la­dı­ğı ra­por ne­de­niy­le ba­şı­na gel­me­dik kal­ma­dı.
Tüm gö­rev­le­ri elin­den alın­dı, mo­bin­ge uğ­ra­dı.

***

Ra­po­ru 4 yıl bo­yun­ca iş­le­me ko­nul­ma­dı. En so­nun­da af ka­nu­nu çı­ka­rıp, so­rum­lu­la­rı ak­la­dı­lar.
Bu ara­da dev­le­tin 4 mil­yar do­la­rı­nı he­ba et­tik­le­ri gi­bi yüz­ler­ce ma­den iş­çi­si­nin ca­nı­na kıy­dı­lar. Bo­lu, Şır­nak, Zon­gul­dak ve So­ma­'da ma­den iş­çi­le­ri bu yol­suz­luk ko­nu­su kö­mür­le­ri çı­ka­rır­ken, kat­li­am gi­bi ka­za­lar­da can ver­di­ler.

***
Sev­gi­li okur­la­rım,
Er­zu­ru­m'­un yok­sul Şehitler Ma­hal­le­si­'nin, nay­lon ön­lük­lü, las­tik ayak­ka­bı­lı, za­yıf, çe­lim­siz bu iş­çi ço­cu­ğu kim bi­li­yor mu­su­nuz?

2011'den bu ya­na CHP İs­tan­bul Mil­let­ve­ki­li olan Ay­kut Er­doğ­du.
Halk Are­na­sı prog­ram­la­rın­da ka­mu­oyu­nun
"yol­suz­luk sa­vaş­çı­sı, ce­sur ve dü­rüst si­ya­set­çi­" ola­rak ta­nı­dı­ğı Er­doğ­du, gel­di­ği ye­ri Cum­hu­ri­ye­t'­in bir ba­şa­rı­sı ola­rak gö­rü­yor ve bu­nun­la gu­rur du­yu­yor. Tüm gü­cüy­le hal­kı­na bor­cu­nu öde­me­ye ve ken­di­si gi­bi yok­sul olan ço­cuk­la­ra eşit fır­sat­lar sağ­la­ma­ya ça­lı­şı­yor.

O hal­de yü­rek­ten söy­le­ye­yim; onu ta­nı­mış ve ta­nıt­mış ol­mak­tan ben de gu­rur du­yu­yo­rum.

12.08.2015 18:06:48