''Sen abi olarak bana bir şey vermedin!''
Bende dedim ki;
''Ben sana üç şey verdim. Günü gelince ancak anlayacaksın ve bu verdiklerimi bana karşı ilk sen kullanacaksın!''
O hırçınlığı ile tebessüm etti, birazda alaya alarak beni;
''Hadi ya... Ne verdin ki?'' diye sordu.
Bende tebessüm ettim.
O anda bitmişti kavgamız…
Başladım anlatmaya:
Bir; 'Hayır diyebilmeyi' öğrettim sana...
İki; 'Gidiyorum diyebilmeyi..'
Ve üç; "Gidiyorsun" diyebilmeyi öğrettim sana …
"Şimdi hepsini de kullanabilirsin " dedim.
***
Aslında yaşadıklarımız bizi öğreten adam yapıyor. Biz sevdiklerimize; öğrenirken ödediğimiz bedelleri, ödetmeden öğretmeye kalkışıyoruz. Bu da; en acı kişisel hatamız oluyor.
Ve sevdiklerimizin nazarında bile, bizi değersiz kılıyor... "Bedelini onlar da ödesin" dediğimiz zaman ise, onlarla aramızdaki bağın değeri ortadan kalkıyor...
Yine değersizleşiyoruz!..
İşte ben; kardeşime bir özgüven verdim.. O'nu hayallerimde ve hayallerindeki seviye belki getiremedim ama şu an en güvenli limanda...
Ben ona ne öğrettiysem bedelini ödettirmeden, O önce bende deneyecek...
Aslında biz millet olarak bunu yapıyoruz!
Türkler kime özgüven vermemiş ayağa kaldırmış da kötü olmamış!..
İşte Kürt kardeşlerimiz...
Tarih boyunca ilk defa Cumhuriyet döneminde tam yurttaş olmadılar mı?
Ve ya Ermeniler...
Biliyor musunuz?
Bizans döneminde Ermenilerin İstanbul'a girmesi bile yasaktı.
Satraplık (eyalet) yani prenslikleri vardı... Ama aslında her satraplık, prensin gözetiminde bir insan çiftliğiydi. Sadece Roma döneminde imar işlerinde çalıştırılan insan kaynaklarıydılar... Osmanlılar İstanbul'u feth edince Fatih Sultan Mehmet, bunlara paye, patriklik verdi...
Onlar ne yaptı!
Döndü; Osmanlıyı vurdular.
Burada Osmanlıların nasıl imparatorluk olduğunu da sorgulamak gerekiyor. Hani, Bizansın site devletçikleri yani tekfurlukları yardı ya …
İşte o tekfurlar, çılgın şekilde mevcut bir sistemi parçalıyorlar ve Osmanlı'ya katılarak kölelikten kurtuluyorlardı.
Düşünsenize; kızını vergi olarak veren bir sistemden, oğlum belki ileride sadrazam olur diye bir devşirme sisteme koşuyorlardı...
Buna ulaştılar… Oğullar sadrazam oldu ve günü geldiğinde ilk Osmanlı'yı vurdular...
***
Malum bu yıl Balkan Harbi'nin 100'üncü yılı...
Bu insanlık tarihinin en ilginç harbini kim başlattı?
Boşnaklar değil mi!
Osmanlı garnizonunu basıp 300 askerimizi katledip sonra Alman ve Avusturyalılarla birlikte hepsini tek toplu mezara gömmediler mi?Ah.. Ah!...
Şu toplu mezarlar ve Boşnaklar...
Ne büyük acı ve garip değil mi!
***
Peki ya Cemal Paşa'nın Kudüs müdafaasında anlattıklarına ne demeli!
Gece yarısı Kudüs'te alayımızı, İngilizlerle birlikte tarayan ve askerlerimizi katleden kimlerdi?
Hay aksi tarih, unutmuyor işte!
Şu aksi Türkler unutsa da, tarih unutmuyor işte..!
***
Biliyor musunuz?
Büyük milletlerin hafızası yoktur.
Onların hafızası tarihtir.
Bu yüzden bizim ülkemizde gündem iki üç günde bir değişir ve bizim sol-liberal mankafa aydınlarımız ise milletimizi balık hafızalı olmakla suçlar...
O mankafalar bilmez mi ki!
Yine büyük milletlerin adalet mekanizması da yoktur!
Çünkü onların adalet mekanizması ilahi adalettir.
Yani; tarihe geçecek olaylar, eylemleri bulma derdindedirler yaşar giderler...
Başarabilen bireyleri ise tarih yazar ve bu yazılan tarihe de küçük insanlar ve küçük milletler tabi olur.
***
İşte benim şehrim... Kadim Türk yurdu Erzurum...
Biliyor musunuz?
100 yılda bir kavmini değiştirir her kadim şehir.
İşte bugün Erzurum'da olduğu gibi. Yine kavim değişiyor!
Yine özgüven verdiklerimiz bize biz olmayı öğretiyor.
İnsan yaşadığı kentin 30-40 yıl öncesini özlerken kendi kişisel tarihini de özlemez mi?
Siz, 30 - 40 yıl önceki halinize dönmeyi sahiden özlüyor musunuz!
Aha bir kavmi daha çekip gitti bu kadim şehrin...
Şimdi sizin 30-40 yıl önceki halinizi bilenler yok ya sallayın gitsin!..
30-40 yıl öncesini özlüyorlarmış!..
Hadi oradan be!
Siz neyseniz biz de oyuz işte!..
20.11.2012 13:31:01