Bir merhabayla neler çözülmez ve nelere kavuşulmaz ki? Kırgınlıklar giderilir, acılara ortak olunur, yürekler birbirine bağlanır ve bu başlangıç vasıtasıyla bazen yeni bir dünya kurulur, yeni güzelliklere yelken açılır. Aslında hür olmanın, hür yaşamanın ve hürriyetin taşıdığı anlamın farkına varmanın da sembolüdür aynı zamanda merhabalaşmak, selam vermek… Kadri, kıymeti hiçbir maddi ölçüyle karşılaştırılamayacak olan hürriyete ve özgürlüğe sahipken verilecek olan bir selamın değeri bambaşkadır ve bunları kaybedenler, hele de bir vatan toprağı üzerinde yaşamanın hazzına varamayanların ne yüzlerinde gülümseme vardır ve ne de dillerinde merhaba… Onun için de; hürriyetimizin, toprağımızın ve de merhabamızın farkına, onları kaybetmeden varmalıyız.
Ama ne yazık ki, dille tarifi mümkün olmayan birçok güzelliğe kapı açmanın anahtarı olan merhabalaşma, selâmlaşma; toplumumuzda giderek yoklara karışıyor. Örfümüzden, âdetimizden, kültürümüzden devralıp bugüne getirdiğimiz ve nice güzel şeylere vesile olabilecek bu davranışı her geçen gün biraz daha unutuyor, bir kenara koyuyoruz. Sokağımızı, mahallemizi, oturduğumuz apartmanı onun birleştirici ve kaynaştırıcı, birbirimizden emin kılıcı etkisinden mahrum bırakıyoruz.
Sokakta; birbirimizin yanından öylesine geçip giderken, gülümsemeye eklenmiş bir merhabanın, bir selâmın yeri yok artık hayatımızda ya da çok az… Halbuki; içten, gönülden, yürekten; bilerek, isteyerek, büyük bir arzuyla verilen merhabaya… Bir dostluğun nişanesi, bir sevginin bahanesi, bir güzelliğin başlangıcı, bir tanışmanın ilk adımı olabilecek merhabaya; her zamankinden daha çok muhtacız.
Bırakalım sokağı, mahalleyi; yıllardır aynı apartmanı paylaşanlar bile; bu güzelliği birbirinden esirgiyorlar… Oysa; bir yanıyla giderek ağırlaşan, sıkıntıların üst üste bindiği zaman parçalarıyla hemhal olduğumuz bir hayatı; bir merhabanın, bir selâmın kısacık ve sıcacık bir anıyla güzelleştirebilir, yüreğimizi şenlendirebilir, bir nebze olsun, sıkıntılarımızdan uzaklaşabiliriz.
Aramızdaki bağların yenilenmesi, kuvvetlenmesi, uzun soluklu olması ve gönüllerde yer oluşturması için; selamlaşmayı önemsemeli, bu güzel davranışı ayakta tutmaya çalışmalıyız. Çünkü selamlaşma; barışın, sevginin ve iletişimin anahtarıdır. Bununla insanlar birbirlerine ilk olumlu sinyali vererek, diyalog kapısının açılmasını sağlarlar. Bundan sonrası ise; bizim bu konuda göstereceğimiz gayrete kalmıştır. Unutmayalım ki; tanışmak, bilişmek, arkadaş ve dost olmak kolaydır; asıl zor olan bunları sürdürmektir.
Hazreti Muhammed(s.a)’in Medine'ye hicretinde insanlara yaptığı ilk tavsiyelerden birisinin ''Selâmı yayınız.'' olduğunu hatırlatırsak; konunun önemini bir kere daha vurgulamış oluruz. Giderek bireysel hayat tarzının egemen olduğu günümüzde, aynı binalarda yaşıyor olsak da; birbirimizi tanımadan, tanışmadan, selâmlaşmadan, birbirimizin yüzüne bile bakmadan yıllarca yaşıyoruz. Bunun sonucunda da; adeta birbirimizden korkar hale geldik ve bu yüzden de, etrafı yüksek duvarlarla çevrili, ileri teknoloji ürünü, güvenlik sistemleriyle donatılmış ve özel korumaların görev yaptığı modern sitelerde, insani ilişkilerin asgariye indirildiği bir hayat tarzını benimsemeye doğru gidiyoruz ne yazık ki…
Prof. Dr. İsmail Hakkı Ünal’ın “Selâmlaşma” konulu makalesinde yazdığı gibi; “ İşte selam bu duvarları yıkmak, insanı insan olduğu için kucaklayan, mensuplarını bir bedenin uzuvları gibi gören bir dinin, huzurlu toplum idealini gerçekleştirmek için önerdiği tılsımlı bir şifredir. Amaç bir iletişim ve sıcaklık sağlamak olduğuna göre, selâmlaşmada kullanılan kelimelere takılmak yerine, ondan elde edilecek sonucu dikkate almak daha önemlidir.
Dolayısıyla; yerine göre 'merhaba' 'günaydın' 'hayırlı sabahlar' 'iyi günler' 'iyi akşamlar' 'hayırlı geceler' gibi selâmlama kalıplarının kullanılması ve selâm verenin tercih ettiği kalıba göre karşılık verilmesi iletişimin sağlıklı olması bakımından önemlidir.''
İlgi göstermenin en basit şekli ve biriyle aramızda bağ oluşturmanın ilk adımı sayılabilecek olan selâm verme, merhabalaşma; hiçte küçümsenecek bir davranış değildir. Az önce de söylediğimiz gibi; toplum; selâm vermenin, merhabalaşmanın yüreği yumuşatıcı etkisinden giderek uzaklaşmakta ve böylece hem kendine ve hem de bulunduğu çevredeki insanlara yabancılaşmaktadır. Ne var ki, inanılması güç ama, bir merhaba bazen bir hayat bile kurtarabilir. Nasıl derseniz; Yitta Halberstam ve Judith Leventhal’in “Küçük Mucizeler” başlığıyla naklettikleriyaşanmış hikâyeyi sizlere aktararak bu soruya cevap verelim:
“1930'larda bir Polonya kasabası olan Prochnik'in saygın baş hahamı Samuel Shapira, kırlık bölgede insanı dinç tutan yürüyüşlere çıkmayı adet edinmişti. Sıcak, sevgi dolu ve merhametli kişiliğiyle tanınan haham yürürken karşılaştığı Yahudi olsun, olmasın herkese selâm vermeye dikkat ederdi. Günlük yürüyüşlerinde sürekli karşılaştığı insanlardan biri de, çiftliği kasabanın dışında olan Bay Mueller adında bir köylüydü. Haham Shapira, tarlasında harıl harıl çalışan çiftçinin yanından her sabah geçerdi. Haham başıyla selâm verir ve güçlü bir sesle “Günaydın Bay Mueller," derdi. Haham sabah yürüyüşlerine başlama kararı alıp da Bay Mueller'i ilk kez bu şekilde selâmladığında, çiftçi soğuk bir bakışla arkasını dönmüştü. Bu köyde, Yahudiler ve Yahudi olmayanlar arasındaki ilişkiler iyi değildi; dostluklarsa çok nadirdi. Fakat haham yılmadı. Günlerce Bay Mueller'i içten bir merhabayla selâmladı. En sonunda çiftçi hahamın içtenliğine inanmış, onun selâmlarına şapkasını eğip gülümseyerek cevap vermeye başlamıştı. Bu olay yıllarca sürüp gitti. Her sabah haham Shapira,”Günaydın Bay Mueller! "diye sesleniyor ve Bay Mueller şapkasını eğip , "Günaydın Bay Haham!" diyerek karşılık veriyordu; ta ki Naziler gelene kadar.
Haham Shapira ve ailesi, köydeki diğer tüm Yahudilerle birlikte toplama kampına götürüldüler. Shapira sürekli, bir toplama kampından diğerine sürülüyordu. En sonunda, onun son durağı olacak olan Auschwitz'e getirildi. Trende inip yere ayak bastığında, seçmelerin yapıldığı sıraya girmesi emredildi. Sıranın arkasında beklerken, uzakta kamp komutanının sopasıyla sağı solu işaret ettiğini gördü. Sola işaret ölüm anlamına geliyordu; sağ ise vakit kazandırıyor, hatta kurtuluş anlamına geliyordu. Kalbi hızla çarpıyordu. Sıra ilerledikçe komutana daha da yaklaşıyordu. Sıra ona gelmekteydi. Karar ne olacaktı; sağ mı, sol mu? Keyfi kararıyla onu alevlere atacak olan seçmeden sorumlu adamın yanına varmasına bir kişi kalmıştı. Bu nasıl bir adamdı? Binlerce insanı bir günde kolayca ölüme gönderebilen bu adam nasıl biriydi? Korkmasına rağmen sıra ona geldiğinde cesur bir şekilde komutanın yüzüne baktı. O anda ikisinin de bakışları birbirine kenetlendi. Haham Shapira komutana doğru yaklaştı ve yavaşça " Günaydın Bay Mueller! "dedi. Bay Mueller’in soğuk ve hiçbir hissin okunmadığı gözleri bir an için seğirdi. O da alçak sesle , "Günaydın Bay Haham!" diye cevap verdi. Daha sonra sopasıyla işaret edip, güç bela fark edilen bir baş selamıyla bağırdı: " Sağa " Yaşama... !
Az önce de yazdığımız gibi, bazen alınmasa bile, alınacağı güne kadar ısrarla selâm vermek, yaşanmış bu hikâyede olduğu gibi, insanın hayatını kurtarabilir. Haham Shapira hayatını kurtaracağını düşünmeden,sadece sevgi ve barış için veriyordu bu selâmı Bay Mueller’e… Ama sonunda hayatının kurtulmasına bile vesile olmuştu bir selâm…
İnsanlar arasındaki “küçük şeyler” üzerinde durarak, bunları anlatarak, kişilerarası iletişimde bunların ne kadar önemli olduğunun sürekli altını çizen yazar ve akademisyen Üstün Dökmen’in de söylediği gibi; sadece insanlara değil, tabiattaki diğer varlıklara da merhaba demeli, selâm vermeliyiz belki de:
Yola çıkınca her sabah,
Bulutlara selâm ver.
Taşlara, kuşlara, atlara, otlara
İnsanlara selâm ver.
Ne görürsen selâm ver.
Sonra çıkarıp cebinden aynanı
Bir selâm da kendine ver.
Hatırın kalmasın el gün yanında
Bu dünyada sen de varsın!
Üleştir dostluğunu varlığınla,
Bir kısmı seni de sarsın.
Ve Nihal Atsız’ın iki güzel mısraıyla bir kere daha selâm gönderelim uzaklardakilere, yakındakilere, gönüllerini birleştirmesini bilenlere:
“Gönülleri birleşenler selâm sizlere
Uzaklarda dertleşenler selâm sizlere”
22.07.2009 17:46:00