Erzurumajans-Eski Sağlık Bakanı ve AK Parti Erzurum Milletvekili Recep Akdağ, TOBB
Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi Küresel Düşünce Topluluğu tarafından
düzenlenen ve 28 Şubat darbesini konu alan sempozyumda, sahneye konulan
tank maketinin öğrencilere dönük olan namlusunu duvara doğru çevirdi.
Akdağ, "Demokrasinin kendisi zaten dengedir, balanstır. Demokrasiye
balans gerekmez" dedi.
TOBB ETÜ Küresel Düşünce Topluluğu
tarafından düzenlenen “Özgürlüğe Post-Modern Müdahale: 28 Şubat” isimli
sempozyuma konuşmacı olarak katılan eski Sağlık Bakanı Recep Akdağ, 28
Şubat dönemine ilişkin öğrencilerle sohbet etti. Konuşmak için çıktığı
kürsüye konulan tank maketini gören Akdağ, namlunun öğrencilerin üzerine
dönük olduğunu görünce tank maketine müdahale ederek namlunun ucunu
duvara doğru çevirdi. Tank maketinin yönünü değiştirdikten sonra kendi
hayatından da örnekler vererek askeri darbeler hakkında konuşan Akdağ,
askeri darbeleri süreğen hastalığa benzetti. Akdağ’ın konuştuğu kürsünün
altında hazır olarak bekletilen şemsiye dikkatlerden kaçmadı.
“JANDARMA ONBAŞISI MOLLA ALİ DEDEMİ 3 GÜN MEREĞE HAPSEDİYOR”
28 Şubat döneminde kendisinin Atatürk Üniversitesi’nde öğretim üyesi
olduğunu söyleyen ve 28 Şubat günlerinin çok daha ağırının 1980
öncesinde olduğunu, öğrenci olarak o felaket dönemlerini çok ağır
şekilde yaşadıklarını ve çok ciddi bedeller ödediklerini ifade ederek
ihtilal sürecinden bahsetti. Kenan Evren’in ‘asmasaydık da beslese
miydik?’ ya da ‘denge olsun diye bir sağdan bir soldan astık’ sözlerini
hatırlatan Akdağ, Türkiye’nin yakın tarihine bakıldığında çok ciddi bir
demokratikleşme sorunuyla karşılaşıldığını altını çizerek kendi
akrabalarının yaşadıklarından örnek verdi. Akdağ, “O zaman Türkiye’de
ezanın Arapça okutulması yasaklanmış, nasılsa gözlerden ırağız diye
bizim dedemiz ezanı yine Arapça olarak okumaya devam etmiş. Bir jandarma
onbaşısı bunu fark ediyor, Molla Ali dedemizi 3 gün mereğe hapsediyor. 3
gün boyunca bizim dede orada mahkum olarak kalıyor. Daha sonra
kendisini razı ediyorlar, bir şekilde para vererek razı ediyorlar ve
bizim Molla Ali dedeyi hapisten çıkartıyorlar. Bu hapis kararını bir
jandarma onbaşısı veriyor. Kendisi kolluk kuvveti, savcı, hakim,
gardiyan. Bu militanizmin zirvede olduğu bir dönemin sembolik bir
ifadesi, 1940’lı yıllar” şeklinde dedesinin başına gelen hikayeyi
anlattı.
“KİM ÖZRÜNDE GECİKMİŞSE EN AZINDAN ÇIKIP TOPLUMDAN ÖZÜR DİLEMELİ”
“2013 yılının Şubat ayında biz umut ediyoruz ki, Türkiye’deki bu darbe
hastalığı, askeri bürokrasinin bizim irademizi haksız yere gasp eden bu
özellik tamamen artık bu ülkenin gündeminden çıkmıştır, hepimiz bundan
kurtulmuşuzdur” diyerek darbeleri kronik hastalığa benzeten Akdağ, bu
hastalığın gündeminden tamamen çıktığından emin olmanın tamamen gençlere
bağlı olduğunu ifade etti. Akdağ, “Bu darbeler, post-modern darbeler,
bu zalimler, zalimlikler, bu faşizan tutum her seferinde belli
kimlikleri ortaya çıkartıyor. İnsanların karakterleri bu dönemde ortaya
çıkıyor. Bir kısım insanlar o faşizan kimliğe sahipler. İdeolojinin
hangi tarafta durduğundan çok tarzı önemli, onlar zaten askeri zevatın
içinde bir kısmı var, yargının içinde bazıları var. Onların meselesi
kendi zorbalıklarıyla kendilerince elit oldukları düşüncesinin
hakimiyetini bütün millete kabul ettirmek. Onlar zaten bu işin baş
aktörleri. Onlardan Allah hepimizi korusun. Bu hastalıklı bir yapı.
Bunların hemen yanına geçenleri görüyoruz, dalkavuk tipler. Bunlardan
medyanın içinde, üniversitenin içinde var, üniversitenin hocalarından
var, yargının içinden, işadamlarının içinden çıkıyor. O faşizan yapının
elinde bir güç var, genellikle elinde silah var. Silahı ellerine halk
veriyor, ‘bu silahı al beni koru’ diyor. Silah bu sefer halkın üzerine
döndürülmüş oluyor, bir sürü de gerekçesi oluyor. Azıcık silahın
kabzasını gören ir çok kişi hemen onun yanında yer alıyor. Bu bana göre
ciddi bir karakter bozukluğu. En kötü ihtimalle şerlerinden korkar da
susarsınız. O zamanın gazete patronlarından birisi çıktı dedi ki, ‘bize
yalan yanlış çok haber yaptırdılar, pişmanız’. Biz toplum olarak, siz
gençler olarak bu kişilerden bir özür beklemiyor muyuz? Kim özründe
gecikmişse en azından çıkıp toplumdan özür dilemeli. Siz siz olun,
karakterinizi zorbalıkla karşınıza çıkan her kimse ona karşı dimdik
ayakta tutun. O zaman bir daha ülkede darbeler ya da benzeri hiçbir
şeyin olmayacağından, o süreğen hastalığın ortaya çıkmayacağından emin
olabiliriz. O zaman hepimizin içi rahat eder” diye konuştu.
AKDAĞ’I EN ÇOK İNCİTEN GÖRÜNTÜ
Kendisini en çok inciten görüntüyü açıklayan Akdağ, “Sayın Bülent
Ecevit’in meclisteki bir konuşmasını dinledik. 28 Şubat’tan 2 sene
sonraydı. Fırtınada titreyen bir yaprak gibi konuşmasını izledik. Bülent
Ecevit orada ‘bu kadına haddini bildirin’ diyor. O kadın meclise
seçmenlerinin oyu ile giren bir kadın, suçu kıyafeti. Haddini bildirmek
isteyen demokrasi adına bu işi savunmasını bekleyeceğimiz bir başbakan,
aslında demokrasi için ciddi kavgalar da vermiş bir kişi. Demek ki
şartlar insanları bazen olmadık yerlere savuruyor. Beni en çok inciten
görüntü odur. Bu ne büyük bir ayrımcılıktır. O gün o kişiyi meclise
taşıyan partinin üyeleri var, hepsi susuyorlar, başka bir parti daha
var, onlarda milliyetçi, muhafazakar karakterinde insanlar, onlarda
susuyorlar. Acaba bende o gün o mecliste olsam susar mıydım diye şimdi
çok düşünüyorum. Allah’tan yoktum, büyük bir vicdan azabı içinde
olacaktım bugün” şeklinde konuştu.
“BUGÜN TARİHİ BİR GÜN”
TOBB ETÜ’de yapılan bu etkinliğin çok önemli olduğunu söyleyen Akdağ,
“Silahın doğrudan doğrultulduğu zamanlara darbe dedik, en sonuncusunda
da doğrudan doğrultulmadı, sivil kuvvetler diye bir takım tarifler
yapıldı. Burası TOBB Üniversitesi, ne yazıktır ki, o zaman TOBB’un da
içinde olduğu 5’li grup bu meselenin yanında durmuştu. Bugün tarihi bir
gün. TOBB Üniversitesi’nde bu meseleyi eleştirel tarzda burada konuşuyor
olmamız çok önemlidir. O zaman bir kısım medya, üniversite, yargı hep
birlikte bana göre o karakter zayıflığını gösterdiler. İnşallah
ülkemizin gençleri gelecekte buna benzer olaylarda, benzer derken çok
daha uzağındaki benzerlerden bahsediyorum, faşizan tehditlere karşı
karakterlerimiz dimdik ayakta duran insanlar oluruz ve ülkede aydınlık
bir geleceğe doğru devam eder” ifadelerini kullandı.
“28 ŞUBAT’IN EN ÖNEMLİ AKTÖRLERİNİN BAŞINDA ÜNİVERSİTE HOCALARI VARDI”
Bir öğrencinin; üniversitelerde kütüphaneler olmadığını, olan
kütüphaneleri de kimsenin kullanmadığını, bunun da seviyeyi düşürdüğünü
söylemesinin ardından söze giren Akdağ, “Çok okumakla, profesör olmakla,profesör olduktan sonra okumakla bu şekildeki darbe ya da darbe benzeri
görüşten uzaklaşılacak diye bir şey yok. Bu biraz insanların vicdanı
ile ilgili bir şey. Cübbeleri ile askerlere yol gösteren hocalarımız
vardı. Gereksiz bir polemik konusu olmasını istemem ama 28 Şubat’ın en
önemli aktörlerinin başında üniversite hocaları vardı, YÖK başta olmak
üzere. Söyleyeyim mi bilmiyorum ama, ‘ben sana bakan olamazsın demedim
oğlum adam olamazsın’ demiş ya anası. Öyle şeyler oluyor bazen” dedi.
“KORKMAYALIM ARTIK”
Akdağ; 18 yaşında bir öğrencinin “Biz insanların korku duvarlarını
nasıl yıkacağız, ben darbe ile karşılaşmayacağımıza nasıl inanacağım, 5
yıl sonra okulum bittiğinde o psikolojik darbe ile karşılaşacağımı
düşünüyorum” sorusuna, “Sadece başörtülü karşı yapılan zulümden
bahsetmemeliyiz. İçinizden kime böyle bir haksızlık yapılırsa hep
birlikte ayağa kalkmalısınız. Bunu yaptığınız zaman her şey kolay. Bunu
yapabilmeliyiz. Sürekli olarak millet korkutularak gelinmiş, korkmayalım
artık. Allah’tan başka birinden korkmak için çokta sebep yok” cevabını
verdi.
Liseli bir öğrencinin kılık kıyafet özgürlüğüyle ilgili
sorusuna ise Akdağ, “Bana göre korkmamak lazım, kısıtlama da yapmamak
lazım” karşılığını verdi.
“EN BÜYÜK İRTİCA DEMOKRASİYİ RAFA KALDIRMAKTIR”
Bir öğrencinin, “O günlerde terörün sorun olduğu kadar irtica ve
gericilik de bir sorun değil miydi” diyerek, irticaya örnek olarak
dönemin başbakanının çeşitli ülkelere gidip çeşitli liderlerle yaptığı
görüşmeler ve Kaddafi’nin o dönemde yaptığı açıklamaları göstermesi
üzerine Akdağ, “Ben o zaman üniversitede öğretim üyesiydim, başhekim
yardımcısıydım, başhekimliğim söz konusuydu, irticacı olarak fişlendiğim
için başhekim yapılmadım. Bugün ise 10 sene bu ülkede Sağlık Bakanlığı
yaptım ve bugün sizin karşınızda konuşuyorum. O zaman şimdi çok daha
büyük irtica tehlikesi olması lazım. Dönemin başbakanı Libya’ya gitmiş
bir çöl kültürüne sahip bir adam terbiyesizlik ve kabalık yapmış. Bunun
irtica ile uzaktan yakından bir ilgisi yok. Bana başka bir örnek verin.
Ben o günleri o kadar canlı yaşamış bir kişiyim ki, ne mizansenler
yapıldı, bir kadın ile basılan şeyhler ortaya çıkartıldı, neler neler. O
gün onları ortaya çıkartan medyanın patronlarından birisi çıkıp diyor
ki, ‘bize çok yanlış ve yalan haber yaptırdılar’. ‘Ben halkımdan özür
diliyorum’ demeye çalışıyor. 12 Eylül’den sonra benim eşim başörtülü
olduğu için okulunu terk etmek zorunda kalmıştı, o dönemde de kızım
başörtülü olduğu için gidip Amerika’da okumak zorunda kaldı. İrtica
dediğimiz şey ney, bunu tanımlamak gerekiyor. İrtica ‘geriye gidiş’
demekmiş, en büyük irtica demokrasiyi rafa kaldırmaktır, bundan büyük
irtica mı olur?” şeklinde konuştu.
Akdağ, “Demokrasinin kendisi zaten dengedir, balanstır. Demokrasiye balans gerekmez” ifadeleriyle konuşmasına tamamladı.
26.02.2013 17:27:07
Akdağ'dan tanka balans ayarı!
Eski Sağlık Bakanı Akdağ, TOBB ETÜ'de katıldığı darbe sempozyunumda sahneye konulan tank maketinin öğrencilere dönük olan namlusunu duvara doğru çevirdi.