***
Sanıyorum 3 yıl önceydi. O gün Harbiye'de ki TRT İstanbul Radyosu'nda canlı yayın konuğuydum. Poroğrama konuk eden de TRT Erzurum Radyosu'nun eski prodüktörlerinden arkadaşlarımız Nigari Erdem'di. Proğram için Gaziosmanpaşa'dan otobüsle Taksim'e gitmek üzere yola çıkmıştım. Tam Beyoğlu Emniyet Amirliği'nin karşısında ki durağa gelmiştik ve ineceğimiz yere bir durak kalmıştı ki, otobüs şoförü aniden arkasını dönerek biz yolculara''Değerli yolcularımız, burada sizleri indirmek zorundayız. Polis, güvenlik sebebiyle yolu burada trafiğe kapatmış. Bir sonraki durağa kadar sizleri yürüteceğimiz için çok üzgünüz. Anlayışınız için de teşekkür ederiz'' uyarısında bulundu. Zaten şoförün anonsu yaparken ki 'nazik'liği, 'durumun nazikliğini' anlatmaya yetiyordu! Hepimiz, olağanüstü bir durum olduğunu hemen farketmiştik ve şoförün dediğini yaptık, otobüsten indik, Tarlabaşı'ndan Taksim'e kadar yürümeye koyulduk!
***
Zaten karşısında durduğumuz Beyoğlu Emniyet Amirliği binasının önünden geçdiğimde polis panzerlerinin yol kenarında konuşlandığını ve 100 kadar çevik kuvvet polisinin de 'hazır kıta' beklediğini gördüm. Ancak hava, sıcak olmasına rağmen hafif dumanlıydı! Bu duman neyin nesiydi doğrusu pek de anlayamamştım. Ancak çok geçmeden, zaten yokuş yukarı olduğu için zorlanarak yürüdüğümde burnumun ve gözlerimin sızladığını farkettim. Az sonra da boğazım tıkanmaya başlamıştı. Evet, vücüdumda bir acı hissediyordum ve çok geçmeden bu acının, az önce burada sıkılan biber gazından olduğunu anladım. Ama iş işten geçmişti! Çok değil, 10 dakika önce polisin biber gazı sıktığı yerden geçiyordum ve biber gazının etkisi beni de sarıp sarmalıyordu! Ateş bacayı çoktan sarmıştı bir kere! Öyle ki artık dayanacak hal kalmamıştı. Bu durumda mutlak surette bir şeyler yapmalıydım. Ama ne? İşin kötüsü de oydu zaten. Kazık, sille filan çok yemişliğim vardı ama hayatımda hiç biber gazı yememiştim ki?
***
O acı ile birlikte kendimi Beyoğlu'nun arka sokaklarına zor attığımı bilirim. Benim gibi bir kaç kişi de gazın etkisiyle 'çil yavrusu' gibi sağa, sola dağılıyordu. Çok geçmeden çektiğim sıkıntıyı anlayan birinin, ''Limon sık yüzüne, su serp''ddeiğini işitiyordum. Bu uyarı üzerine ben Beyoğlu'nun arka sokaklarında büfe, bakkal filan aramaya koyuldum. Ama nafile. Yok oğlu yok! Lüzumlu, lüzumsuz bir zürü işyeri var ama ilaç için bir tane bakkal, makkal yok! Yüzümdeki dayanılmaz yakıcı ateş,alabildiğine devam ediyordu. En kötüsü, gözlerim yandığı için doğru dürüst önümü göremiyordum. Bir şekilde kurtulmam lazımdı bu durumdan. Herhalde bir 10 dakika, 'deli dana'lar gibi bakkal aradım, durdum. Az sonra köşe başında bir Tekel Bayisi görüyordum! Serap değil, gerçekti! Alalacele 'su' diye seslendim ve akabinde bayinin de hemen yarım litrelik suyu, elime uzattığını farkettim.. İnsan evladıymış! Çıkartıp parasını dahi vermemiştim ki, o paniğe rağmen kapağı açtım, suyu yüzüme döküyordum. İlk döküşümde adeta yandım! Ama iyi geldiğine inandığım için bir avuç suyu tekrar yüzüme serptim. Bu arada nefes almakta zorluk çekmeye devam ediyordum. Boğazım kilitlenir gibi oluyordu. Ancak az sonra durum biraz normale biniyordu. En azından artık gözlerimi az buçuk açabiliyor, önümü görebiliyordum. İstiklal Caddesi'nde bulmuştum bir an kendimi. Yaşasındı! Artık, tehlike kısmen geçmiş, görmeye de başlamıştım!
***
Ben bir biber gazının kokusundan bu hale düştüm. Acaba gerçekten o gazı yiyenin hali nicedir,merak edyorum! O yüzden o biber gazı yiyenlere ben sizden daha çok acıyorum! Çünkü onu yaşayan biliyor! Ben o hengamede bir şekilde Harbiye'deki proğrama yetiştim yetişmesine ama acaba o gazın aslını yiyenler ne durumdaydı, proğram boyunca hep merak ettim durdum. Öğrendiğime o gün İMF'den bir heyet gelmiş ve Hilton Otel'de toplantı yapmışlar. Bunu duyan bir grup yasa dışı örgüt üyesi de bu İMF heyetini protesto için toplanmış. Polis Taksim'den Tarlabaşı'na kadar bu grubu kovalamış. Sloganlar atarak kaçan örgüt elemanları işte benim o geçtiğim Beyoğlu Emniyet Amirliği'nin önünde sıkıştırılmış ve polisin biber gazına rastlamışlar! Onlar sayesinde biz de bu biber gazı illetini az buçuk yaşadık ve bize de 'acı bir hatıra' olarak kalakaldı! Nasipmiş! İstanbul'da Fettucine Risotto değil sadece, biber gazı da yemek nasip olacakmış!
***
Bugün 1 Mayıs sebebiyle yine izinli, izinsiz kutlamalar yapılacak. Tabii kutlamaların merkezinde de İstanbul ve dolayısıyla Taksim olacak. Gazetelerde karşılıklı beyanatlar var. Birileri illa da Taksim derken, birileri de ''Sakın ha!'' modunda. Ama ben artık idmanlıyım. Değil Taksim'e gitmek, oradan geçmek, en azından bugün için adını bile anmam arkadaş! Tamam, Taksim Taksim de, ama bugün değil! Allah aklımı mı almış bugün Taksim'e gideyim? Gidecek olsam da gitmem! Zira bu pantol bana büyük gelir! Gazı yiyen bilir! Bir işci emeklisi olan ben, sadece iyi niyetli duygularımla bütün işçilerin bu bayramını kutluyor, herhangi bir kutlama proğramında yeralmayacağımı üzüntülerimle belirtmek isterim.
***
Aslında ben günlerden Mayıs'ın 1'i olması sebebiyle ''Haşlanmış yumurta günü!'' başlığıyla bugün karşınıza çıkmak istiyordum! Benim için İşçi Bayramı olması yanında Haşlanmış yumurta, ev helvası ve herefene günü de bellemişimdi 1 Mayıs'ı! Pasinler'de geçen çocukluk günlerim boyunca 1 Mayıs'ları hep bir 'Kır günü' olarak yaşadım! 1 Mayıs'ın henüz siyasallaşmadığı, hoyratca geçirilmediği, 'dört başı mamur' bir gün olarak görürdüm hep bu günü.. Çünkü her 1 Mayıs'ta evden rahmetli anacığımın pişirdiği haşlanmış yumurtaları, sıcaklığı kolay kolay gitmez helvaları, okul olarak çıktığımız kırda arkadaşlarımla yer, içer, bayram ederdik bayram! İşçi bayramı değildi biz aklı henüz kesmemişlerin, haşlanmış yumurta ve helva bayramıydı 1 Mayıs! Ve galiba o bayram, bayrammış gerçekten be! Bugün o bayramımı arıyorum ben. Bayramımı geri verin, ne olur!