Şu iki anlayışa oldum olası hep mesafeli yaklaşmışımdır.
Müşteki
olduğum bu anlayışın ilki, "Sahipsiz memleket" hükmüdür. Bu anlayıştan
müştekiyim; çünkü: toplum psikolojisinde müthiş bir tahribata yol
açıyor.
Bu anlayış yüzünden, şehre egemen olan mağlubiyet hissi
yarınlarımızı yok ediyor, umutlarımızı tüketiyor, heyecanımızı
öldürüyor. En kötüsü de, kitleler üzerinde oluşturduğu "kurtarıcı"
beklentisidir.
Müşteki olduğum anlayışın ikincisi ise, "Vatandan alacaklı şehir"
Geçen
asra ait bir hamaset? Hoş kötü bir niyetle veya vatanı borçlandırma
maksadıyla söylenmemiş. Bilakis Erzurum'un tarih içerisindeki önemine
dikkati çekmek hedeflenmiş ve bir de Erzurum Kongresi özelinden
hareketle, çok değerli bir misyonun altı çizilmiş. Fakat zaman içersinde
bu iyi niyetli ifade, birileri tarafından hep "devletten alacak"
şeklinde kullanılmış. Hal böyle olunca da, "devlet versin ben yiyeyim"
beklentisi, neredeyse ortak kimlik haline dönüşmüş.
Şairin dediği
gibi, "İki el bir baş içindir. Baş da sen de el de sendedir" düsturunu
ilke edinmek dururken, niye "kurtarıcı" bekleyip durduk ve neden, müflis
tüccar gibi eski veresiye defterinden medet umduk ki?
Tabii ki
sitem etme hakkımız var, tabii ki, şehrimize dönük yanlışlara itiraz
edip, her zeminde mücadele vermeliyiz. Lakin bir kenara çekilip ağlamak
niye?
Takip eden dostlar biliyordur Kayseri lobisi son zamanlarda
Erzurum'u hedef seçmiş durumda: Erciyes'in yıldızını parlatalım derken,Palandöken'i karartmaya çalışıyorlar.
Buna itiraz ettik ve her
ortamda tepkimizi gösterdik. Bunu yaparken de ne ağladık, ne de bir
yerlerden medet umduk? Onların elinde kalem ve medya varsa bizde de var.
Onlar bir dediyse biz iki dedik. Sonunda geri adım atan biz olmadık.
Aynı
mücadele şeklini, yıllardan beri olduğu gibi şimdi de şu "irtica"
meselesinde yapmalıyız ki, Erzurum'un üzerine yapıştırılmak istenen
haksız bir yaftadan kurtulalım.
İTİRAZ EDİYORUZ
Bazı kesimlerde Erzurum'a karşı şaşı bir bakış olduğunu öteden beri biliriz. Peşin hükümlü bir anlayıştır bu?
Bir
yere kadar, bu şaşı bakışı anlayışla karşılamak veya gülüp geçmek
mümkün; ama bu yargısız infaz yapanların içlerinde bazıları var ki,
inanılır gibi değil? Adamlar buldukları her fırsatta, Erzurum'a
bindirmeyi kendilerine görev edinmişler.
İş sebebiyle çok fazla
seyahat ediyoruz. Gerek Türkiye'de, gerekse başka ülkelerde yüzlerce
insanla temasımız oluyor. Bu insanların arasında Erzurum'u bir defa bile
görmediği halde yalan-yanlış bilgilerle, acımasız yakıştırmalarda
bulunanların sayısı ne yazık ki giderek artıyor. Temel yaklaşım ise şu:
Erzurum irtica merkezi!
Bu peşin hükümlü bakışı destekleyen
etkenlerin başında kuşkusuz ki, basında çıkan kimi yorum ve haberler
gelmektedir. Cehalet de işin tuzu biberi oluyor.
Eskiden sıkça yapılan bir yakıştırma vardı. Bu uzmanlara(!) göre manzara şöyledir:
"Tarikat ve cemaatlerin genel müdürlükleri Malatya'da, müsteşarlıkları da Erzurum'dadır"
Adam tam bir uzman!
Hükmü vermiş, mührü basmış!
Erzurum da, Malatya da artık bu hükme boyun eğmek zorunda...
28
Şubat sürecinde, bazı gazeteler ve yazarlar Erzurum'u, İran'ın Kum
kentine yahut Afganistan'ın Kandahar'ına benzetirlerdi. Öyle bir salgın
hale gelmişti ki, sonunda Atatürk Üniversitesi'nin adı, "medrese"ye
çıkmıştı. Rektöre de "müderris" denilmesi, bu cümledendi!
Klasik
bir ifade olacak ama vakıa o ki, 28 Şubat sürecinde kimi adamlar
İstanbul'da Boğaz'a nazır plazalarında İskoç viskisini, Küba purosu
eşliğinde yudumlarken, muhtemelen hiç görmedikleri şehir ve
tanımadıkları insanlar hakkında fermanlar yayınlardı. Tam da, bu histeri
halinin artık gerilerde kaldığını ve bir döneme ait bir ayıp olduğunu
düşünmeye başlamıştık ki, aynı kafa kendisini yeniden hatırlattı.
Bakıyorsunuz adam daha tanışma faslında soruyor:
"Erzurum'da nasıl yaşıyorsunuz?"
Sizin, "gayet güzel yaşıyorum" demenize fırsat tanımadan, bastırıyor:
"İrtica en fazla Erzurum'da etkili, değil mi?"
O hükmünü vermiş, size öylesine soruyor işte; daha doğrusu acıyor aklınca?
"Neye
dayanarak böyle bir görüşe sahipsiniz?" deyince de, vaktiyle
yayımlanmış saçma sapan yazıları veya haberleri kaynak gösteriyor.
Lafa bakar mısınız?..
"Tarikatların genel müdürlüğü Malatya'da, müsteşarlığı Erzurum'da."
Birkaç
yıl önce bu başlığı taşıyan bir yazı çıkmıştı, adam unutmamış yahut da
zaten öyle görmek istediği için, o başlığı hatırlatıyor.
Ardından da eklemeyi ihmal etmiyor:
"Gerçi artık mürtecilerin egemen olmadığı yer de kalmadı ya"
Bir başkası yandan söze giriyor:
"Erzurum'da kadınlar başları açık halde dışarı çıkabiliyorlar mı?"
Evet, haklısınız ben de sadece tebessüm ettim?
Sözün bittiği yere gelinmişti.
Hazin bin manzara!
Dünya ne kadar değişirse değişsin, bizdeki bazı kafaların değişmesi asla mümkün değil.
Erzurum'un muhafazakar yapısı, oldum olası birileri açısından hep "sorun" olmuştur.
Eskiden,darbe ortamlarından cesaret alarak, Erzurum'u "irtica merkezi" olarak
göstermeye çalışan o anlayışın sürmekte olduğu görmek üzüyor insanı.
THY'nin hosteslere daha kapalı bir üniforma öngörmesini bile Erzurum'la ilintilendirmek isteyenlere bile rastladım.
Bazıları da?
İddialarını güçlendirmek için, dönüp dolaşıp aynı argümanı tekrarlıyorlar:
"Pek çok tarikat ve cemaat lideri Erzurumlu"
Başka?
"Bir de Erzurum'da içkili restoran yok"
"Hayır"
diyorsunuz. "Savunma yapmak gibi olmasın ama Erzurum'da hem de çok
kaliteli restoranlar vardır" diyorsunuz. Ve bu kez siz bastırıyorsunuz:
-Daha?
"Daha ne olacak, kadınlar kayak yapamıyor"
Bunlar yetmez, daha başka ne var?
"Şey, şey; bir de insanlar çok tutucu"
Bakar mısınız anlayışa...
Adam eline bir yafta almış şehirleri kodluyor!
Erzurum'un payına düşen de "irtica merkezi" olmak...
Biliyorsunuz, idari mekanizmada müsteşarlık genel müdürlüğün üstü bir makamdır.
Erzurum da böylesi yakışırdı doğrusu! Madem ki Doğu'nun merkezi bir şehirdir; dolaysıyla müsteşarlık da burada olmalı.
Peki müsteşarlığın bağlı bulunduğu bakanlık nerede?
Ankara'da mı, Konya'da mı, İstanbul'da mı?
Sahi bu tarikat ve cemaatlerin bağlı bulunduğu bakanlık nerede?
Aslında cevap belli:
"Ankara"
Çünkü: o tespite göre Ankara zaten "irtica kuşatması" altında!
Karanlık
bir el, ne zaman Türkiye'de istikrarı, düzeni, hoşgörü ortamını,
kalkınma hamlesini, demokrasi iradesini, hukukun işlerliğini bozmak ve
yerine kaosla örülü bir sistem koymak istiyorsa, işe önce hassasiyetleri
kaşımakla başlıyor.
Kişiler, partiler, sivil örgütler ve şehirler...
Birer birer kategorize edilerek, düşmanlıklar tesis ediliyor.
Cumhuriyete
giden yolda en çetin virajların dönülmesini sağlayan ve o tarihten beri
de devleti ile barışık yaşayan bir şehre "irtica merkezi" demek için ya
çok insafsız, ya akıl fukarası ya da çok kötü niyetli birisi olmak
lazım.
Bunların hepsini bir arada taşıyan olursa; anlayın ki kronik bir rahatsızlık var.
Dindar
olmanın dinci, milliyetçi olmanın kafatasçı, geleneklere bağlı olmanın
bağnazlık ve farklı düşünmenin düşmanlık olmadığını anlamıyorsa adam ne
yapılabilir ki?
"Tarikat ve cemaatlerin müsteşarlığı Erzurum'da" diyorsa bir yazar, siz ağzınızla kuş da tutsanız hükmü değiştiremezsiniz!
Ne diyelim Allah akıl izan versin...
Halbuki sorgulanması gereken o kadar ciddi sorunumuz var ki?
Misal; barış sürecinin başarıya ulaşıp ulaşamayacağı, suç sayısındaki artış,
ardı arkası kesilmeyen vurgun ve talanlar, şehirlerde kol gezen çeteler,siyasi istismar, ekonomik sorunlar, işsizlik, erkler arasında giderek
kızışan kavga, dış politikada Türkiye'ye kurulan tuzaklar?
Birileri durup durup düğmeye basıyor.
Oysa şu soruya cevap arasa belki kendisi de rahatlayacak:
Kimler bu ülkenin karışmasından çıkar elde eder, kimler Türkiye'nin kaos ortamına sürüklenmesinden parsayı götürür?