Akdağ'ı bir de benden dinleyin…

Recep Akdağ, politikaya paraşütle inmesine inmişti ama esasında O, merhum babası Yahya Bey’den ötürü, politikaya zaten şerbetliydi. Lise yılları, babasının MSP Erzurum mebusu olması nedeniyle Ankara’da geçmiş.

Dolayısıyla okul dışındaki hayatında, Meclis’i de yakından tanımış siyaseti de…

Ankara, O’nun hiç de yabancısı olmadığı bir şehir…

2002 yılında AK Parti’den vekil aday adayı olarak, politikaya soyunduğunda, aslında nasıl bir şeye talip olduğunu çok iyi biliyordu. Yani gelindiği gibi bir gün de gidilmesi gerektiğini hiç unutmamıştı. Bu sebepledir ki,dün 11 yıldan beri oturduğu Sağlık Bakanlığı koltuğundan kalkarken, zerre kadar müteessir olmadı ve arkasına dönüp bakmadı.

Nasıl ki her faninin ölümü tadacağı ilahi gerçeği asla değişmiyorsa, yerküredeki hiçbir makam da kimseye ilelebet yar olmuyor.

Eski ifadeyle, mahkemenin kadıya mülk olmadığı gibi…

Recep Akdağ, Kabine’de, Başbakan Erdoğan’dan da kıdemli bir isimdir. Öyle ya,ilk AK Parti Hükümeti’ni Abdullah Gül kurmuştu ve o hükümette Tayyip Bey yoktu.

Dile kolay, Türkiye gibi en baba makamların bile sabun köpüğü hükmünde olduğu bir ülkede, (hem de en zorlu bir zamanda) 11 yıl boyunca ateşten gömlek giymek “herif” işidir.

Bir yanda ilaç lobisi, beri yanda özel hastanelerin baskısı, öte tarafta sırtını kamuya yaslamış çıkar çevreleri…

Ve Erzurum’dan genç bir adam çıkıyor, 11 yıl boyunca adeta yedi düvele karşı çarpışarak, devrim üstüne devrim yapıyor.

Tabii ki bu devrimler birilerinin nasırına basmak demekti, tabii ki bu devrimler Recep Akdağ’a karşı kılıç kuşanan cephelerin genişlemesi demekti. Çünkü O, tavrını halk ve Hakk’tan yana koymuştu.

Kutusu 60 liraya satılan aynı ilacın, 11 yıl sonra 6 liraya satılması ne şakaydı, ne de devlet sübvansesi…

Sadece ve sadece soygun düzenine artık “dur” demekti…

Bıçak parası veremediği için hastane koridorlarında ölümle pençeleşen insanlar, öyle bir gün geldi ki helikopterle köyünden alınıp, birinci sınıf hastanelerde ameliyat edildi.

Tabii ki bu, birilerinin fena halde canını sıktı. Çünkü vatandaş, “halk” olmaktan insan olmaya terfi etmişti!

Dışarıdaki muayenehanesini, vatandaşı söğüşleme aracı olarak kullanan, aklına estiğinde arada bir maaş aldığı hastaneye uğrayan doktor hegemonyasını bir çırpıda silip attığı için, tabii ki kimi beyaz yakalıların ve Marksist meslek örgütlerinin hışmına uğrayacaktı…

Testiyi taşıyanla, testiyi kıranı ayırmak gerekir deyip, yatan doktoru çalışan doktordan tefrik etmek adına, performans sistemini getirmesi yüzünden tabii ki, sırtını kamuya yaslamış yatan kardeşlerin gözünde “zalim bakan” olacaktı…

Bu çağda, anne ve bebek ölümleri bu boyutta olmamalı diyerek, bilindik tüm ezberleri bozarak, emzikli kadınların yitip gitmesinin önüne geçtiği için tabii ki ölü sevicilerin gazabına uğrayacaktı.

Üniversitelerin tıp fakültelerini ve araştırma hastanelerini kuşatan “beyaz Türk’ler”in kartondan şatolarını tuzla buz ettiği için tabii ki Boğaz’ın öte yakasında “en sevilmeyen adam” ilan edilecekti.

İnsanlar basit bir rahatsızlık nedeniyle, dağ taş aşıp kent merkezlerine gelmesin diyerek, her ilçeye hastaneler yaptığı için tabii ki sağlık çetesinin hedef tahtasında olacaktı.

Sağolsun Başbakan Erdoğan…

O arkasında durmasaydı, O bu desteği ve cesareti vermeseydi belki de çok muhterem hemşerimiz, kıymetli ağabeyim ve dürüstlük abidesi bu insan, böylesi devrimlere imza atamayacaktı…

11 yıl…

Kabine’de, Recep Bey’den başka kesintisiz aynı bakanlıkta oturan başka kim var ki…

Tayyip Bey, Akdağ’ı hep koruyup kolladığı için nasıl müteşekkir olmuştuk ise, bugün de “yeter” dediği için hoş buğzedecek halimiz yok ya…

Ama üzüldük…

“Erzurum bakansız kaldı” diyerek ağıt yakıyoruz.

Haksız da değiliz hani… Fakat ben çok da ah vah etmiyorum. Zira biliyorum ki Başbakan Erdoğan, bu şehri en az Akdağ kadar seviyor ve biliyor. Yani öksüz kalmadık…

Adım gibi biliyorum, iki günden beri birileri Akdağ’ın ardından teneke çalıp duruyor. Olsun, zerre kadar önemsemiyorum.

Nasılsa tarih her şeyi bi hakkın kaydetti.

Muhterem Bakan’ım veya kıymetli Talat ağabeyimizin ifadesiyle değerli hocam…

Merhum Necip Fazıl demiş ki;


Tohum saç, bitmezse toprak utansın!

Hedefe varmayan mızrak utansın!

Hey gidi küheylân, koşmana bak sen!

Çatlarsan, doğuran kısrak utansın!


Eski çınar şimdi Noel ağacı;

Dallarda iğreti yaprak utansın!

Ustada kalırsa bu öksüz yapı,

Onu sürdürmeyen çırak utansın!


Ölümden ilerde varış dediğin,

Geride ne varsa, bırak utansın!

Ey binbir tanede solmayan tek renk,

Bayraklaşmıyorsan bayrak utansın!


Devlette devamlılık esastır diyoruz değil mi?

Şu halde yeni Sağlık Bakanı’na düşüyor o büyük görev…

Size 11 yıl boyunca hep “Sayın Bakanım” diye hitap ettim. Oysa öncesinden “ağabeyi” diyordum.

Özelde Erzurum, genelde Türkiye bir yanıyla vurgun yedi. Buna rağmen yine de kimseye dair peşin hükümlü değilim. “Bencillik” demeyecekseniz eğer işte burada itiraf ediyorum:

Ben “Recep ağabeyi”yi çok özlemiştim.

Hoşgeldin, sefalar getirdin…

Baltahane’de buluşmak dileğiyle… 
Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.