Bu içli öykü, çok meşhur bir halk hikâyemizin Muş yöresinde geçen küçük bir kısmını oluşturur. Bu türkü Leyla ile Mecnun hikâyesinden değil ama Leyla ile Mecnun hikâyesi kadar meşhur olan bir başka halk hikâyemizden, Kerem ile Aslı hikâyesinden alınmıştır. Kerem’in dilinden dökülen bir türkünün hikâyesidir bu:
Çok eski zamanlarda güçlü, kudretli, merhametli ve dağa, taşa sözü geçen bir “bey” ve ‘keşiş” namıyla bilinen bir de hizmetkârı vardır. bey ve halkı büyük bir mutluluk içinde yıllarca yaşarlar. Fakat zaman gelir bu mutluluk bey için büyük bir hüzne dönüşür. Çünkü bu adaletli beyin sevip okşayacak, sımsıcak bağrına basacak bir çocuğu yoktur. Gün gelir bu çocuksuzluk beyi dertlere düşürür. Ama ne gariptir ki beyin hizmetkârı olan keşişin de çocuğu olmaz. Bey de keşiş de bu duruma çok ama çok üzülürler.
Bir gün hasbahçede bey ve keşiş baş başa vermiş dertleşirlerken karşılarına ak sakallı, nur yüzlü bir ulu kişi çıkagelir. Onlara birer küçük fidan verir ve bu fidanları götürüp bahçeye dikmelerini söyler. Fidanlar dikilir ama ne çare ki ümit edilen olmaz. Yani fidanlar dallanıp budaklanıp meyve vermezler. Böylece bir hayli zaman geçe ve sonunda bu ağaçlardan birinde, bir yanı beyaz diğer yanı kırmızı olan bir elma biter. Ak sakallı pirin dediği gibi bu elmanın yarısını beyin karısı, diğer yarısını da keşişin eşi yer. Çünkü o ak sakallı Pir, çocukları olmayan bu insanların rüyalarına girip böyle söylemiştir. Hayli zaman sonra beyin bir oğlu, keşişin de bir kızı olur. Keşiş ve hanımı, yıllar sonra bu bey kızımızı oğluna isteyecek” diye düşünürler. Dinlerimiz ayrı biz biricik kızımızı başka dinden olan birisine nasıl veririz, diye tasalanırlar. Karı koca düşünüp taşınıp bir yalan uydururlar. Kızlarını bir vesileyle gizlice uzak bir diyara gönderdikten sonra “Çocuğumuz akrabalarımızı ziyarete gitmişti; orada hastalanıp ölmüş. Artık bu ellerde kalmak bize acı verir. Biz buralardan göçüp gitmek istiyoruz,” derler ve beyden yüklüce hediyeler alıp o diyarlardan göçüp giderler.
Yıllar geçer; beyin oğlu büyür ve avlanmaya başlar. Günlerden bir gün yine bir av esnasında derin uykuya dalar ve rüyasında melekler kadar güzel bir kız görür. İşte bu güzel kız keşişin kızı Aslı’dır. Hikmet bu ya, aynı zamanda Aslı da Kerem’i görür rüyasında. Bundan sonra Kerem Aslı’ya, Aslı da Kerem’e rüyalarda da olsa sevdalanmışdır. Kerem, Aslı’ya kavuşmak için dağlar aşar. Kerem onlara yaklaştıkça Keşiş Aslı’yı daha uzaklara kaçırır. Fakat Kerem’i hiçbir güç yıldıramaz. Dağ demez taş demez, dere demez tepe demez düşer yollara; günler, aylar geçer Aslı’yı arar Kerem. İşte Kerem’in bu gezmeleri sırasında bir gün de yolu Muş’a düşer.
O gün gürül gürül, her yanı sel götürür bir yağmur yağar. Kısa zaman sonra hava açar ve dağları elvan elvan bir gökkuşağı, boydan boya sarıp sarmalar. Kerem yola revan olup iner Muş Ovası’na. Ova değil bu, sanki bir yeşil derya. Üstünde bin bir renkli çiçekleriyle, çimenleriyle güzel bir bahar yüzer bu ovada. Gelinler, kızlar desen, sanki güzelim Muş Ovası’yla yarışırcasına rengarenk giyinmişler. Kerem Muş’a varır. Geceleri bir handa konaklar. Günlerce Muş’ta Aslı’yı arar. Hancıya, hamamcıya, yolcuya, çobana Aslı’yı sorar. Belki birisi Aslı’yı görmüş olabilir, diye hiçbir gün ümidini yitirmez. Dağların eteğine oturmuş, türlü çiçeklerle, güzelim lalelerle bezeli Muş, Kerem’i de bu güzellikleri seyretmeye davet eder. Bu güzelliklerin karşısında kimin gözü, gönlü açılmaz. Muş’un güzelleri, lalesi sümbülü, Aslı’dan başkasını düşünmeyen yüreği yangın Kerem’i söyletir dertli dertli.
Açılmış laleler güller
Uzar gider Muş Ovası
Güzeller kol kola girmiş
Gezer gider Muş Ovası
Muş Ovası, Muş Ovası
Garip âşıklar yuvası
Karasu akar boyunca
Murat suyu gider ince
Dolaşır gider boyunca
Şen olası Muş Ovası
Muş Ovası, Muş Ovası
Garip âşıklar yuvası
Yaz gelince çayır çimen
Güz gelince basar duman
Âşıkların eder figan
Uzar gider Muş Ovası
Muş Ovası, Muş Ovası
Garip âşıklar yuvası
(Yöresi: Muş; Kaynak kişi: Suphi DİNÇBİLEK; Derleyen: Merdan GÜVEN)