12 Eylül 1980 darbesinin yıl dönümü... 12 Eylül öncesi ve sonrası çok acılar yaşandı; çok ocaklar söndü bu ülkede...1968 kuşağının iki kanadından birini oluşturan ülkücü hareketin içinde eylemsel bazda olmasada da, aktif bir öğrenci olarak yer almıştım. Biraz da benden kaynaklı yatılılık hakkım elimden alınmış ve bir öğrenci için hayli zor sayılacak günler geçirmiştim o yıllarda... Daha sonraki yıllarda ise, öğretmen ve yönetici olarak görev yapmış; yaşanılan üzücü ve olumsuz süreci yaşım itibarı ile hep yakından izleme ve bir başka şekil ve boyutta yaşama ve sürdürme imkânım olmuştu.
Bir önceki 1960 İhtilàli'nde, rahmetli babam askerì darbe karşıtlığıyla yargılanmış, suçsuzluğuna rağmen bir kış günü beklenmedik bir sürgün yaşamıştı. Bu arada ben öğretmen okulu sınavlarını kazanmıştım. Ama gidilen yerde ortaokul olmadığından kızkardeşlerimden üçü, ilkokuldan sonra ne yazık okuma imkânı bulamamıştı. İlkokul 5. sınıf öğrencisi olarak babamın yargılama sürecini, rahmetli dedemle hep endişeyle izlemiştik. Körpe yaşımda yaşadığım bu travma, bilinç altımda, askeri darbelere karşı, bende hep derin bir ürperti ve silinmez olumsuz izler taşır...
Yıllar sonra, vaktiyle babama yapılanın benzeri haksız muameleye ben maruz kalmıştım. 12 Eylül sıkıyönetim komutanlığının teklifiyle, yöneticilik görevinden alınmış ve sakıncalı bir personel olarak Erzincan'ın bir köyüne gönderilmiştim. Böylece devletin belge ve arşivlerinde "sakıncalı piyâde" misâli yer almıştık artık... Aylarca her hafta Erzurum'dan Erzincan'a gidiş-geliş yapma zorunda bırakılmıştım. 12 Eylül'ün hemen öncesi yurt dışı sınavlarını kazanmış; İstanbul Türk- Alman Kültür Merkezi'nde üç buçuk aylık dil kursunu başarıyla tamamlamama rağmen, kursa devam eden 276 kişiden ben hariç tamamı yurt dışına gönderilmiş, görevden alınmam gerekçe yapılarak şahsıma özgü konulan yasak ile yurt dışına gidişim keyfi biçimde engellenmiştı.
Sıkıyönetim dönemlerinde yargı yolu kapalı olduğundan, haliyle hak arama imkànı da mevcut değildi. İdeolojik eylemlere dayalı olmayan yasal işlemerimizden dolayı da Ağrı ilinde üç yılı aşkın haksız bir yargılama süreci yaşamıştık. Nihâyetinde, 1984 yılnda Kars İl Milli Eğitim Müdürlüğüne asaleten atanma kararnamem, Kenan Evren tarafından üç kez imzalanmayarak iade edilmişti. O hayıflı ve talihsiz yıllarda yapılanlara da asla pes demedim; imkànlar dâhilinde ve kendi şartlarımda hep direnmeye çalıştım.
Velhâsıl kimi gençler, 12 Eyĺül öncesi toprağa girdi. Kimileri 12 Eylül sonrasında civân yaşlarında dar ağaçlarında can verdi ve kimileri de hapishanelerde akıl almaz işkencelere maruz kaldı. Benim gibilerin de dahil olduğu kimileri de eylem bazında olmazsa da, sırf düşüncelerinden ve günün şartlarından kaynaklı hükümet değişiklikleriyle görevden alınarak sürgün edilme ve ölüm endişesi dâhil benzeri çok sıkıntılı geçen günler ve mağduriyetler yaşadılar.. (Meslek hayatımda 12 Eylül öncesi 7, bu dönemde de 14 olmak úzere toplam 21 kez görevden alındım. Herhalde kabahat (!) hep bizde olacak) Her nedense halkımız, darbecilerin dayattığı bu ant-i demokratik ve otoriter muhtevali 1982 Anayasasına %92' ler gibi yüksek denilecek bir kabul oyu verdi. O günkü tüm cemaat ve tarikatlar bu askerî darbeye oy vermekle kalmadılar, içten bir iştiyâkla tam destek verdiler. Bu anayasaya bir muhalif olarak hayır demiştim. Bu nedenle % 8' lik hayır oyları içinde negatif olmaktan müsterihim.
Rahmetli babamın ve şahsımın uğradığı mağduriyetlerin de etkisiyle ve ayrıca ant-i demokratik yönetim biçiminden kaynaklı bu ve benzeri otoriter yönetimleri hiç sevmedim ve hiç içselleştiremedim. FETO, o tarihlerde, din kültürü ve ahlâk bilgisi dersini anayasaya zorunlu ders olarak koyduran Kenan Evren için: "Sadece bu hareketiyle cennete girmeye hak kazanmıştır" ifâdelerini kullanabiliyordu. Yapılan seçimlerde bilinen cemaatlarin hemen hepsi Anavatan Partisi ve Halkçı Parti yerine, askerlerin destekledıği Millıyetçi Demokrasi Partisi'nden yana tavır koymuşlardı. Zâlimler her dönemde zâlimlere divân dururlar.
12 Eylül darbesi sonrası, fikir ve kişiliğimi oluşturan kültürel milliyetçiliğe dayalı dünya görüşüm ve milletimizin sahip olduğu değerlere bakışımda bir kayma veya bir sapma söz konusu değil elbet... Ama o günün şartlarının oluşturduğu siyah-beyaz dışında renk tanımayan ön yargılı dar ve kat'ı ideolojik ufkumuzun, düşünce biçim ve algımızın nasıl bir değişim ve olgunluğa evrildiğinin görüldüğü söylenebilir. Nasıl böylesi pis bir oyuna ve tezgàha getirildiğimizin farkına varıldığı tartışılabilir. Yıllar sonrasında hiçbir bedel òdemedikleri halde, parsayı kimlerin nasıl topladıklarına şahit olduğumuz pekalâ irdelenebilir.
Sozün özü, darbe dönemlerinden ve ideolojik çatışmalardan çok dersler aldığımızı ve her kesimin ve tüm hepimizin nasıl çıkmaz yanlışlara ve onulmaz açmazlara düştüğümüzün bilincine vardığımızı, en az kendim için itiraf edebilirim; söyleyebilirim.. "Bir musibet bin nâsihattan evlâdır" derler, fakat ders almayanlar için ne musibet biter; ne de nâsihat biter.
Netice; demokrasinin ve özgürlüklerin yasal sınırlarda alabildiğine yaşandıği, hukukun üstünlüğünün egemen olduğu korkusuz bir demokratik yönetimde yaşamak en güzeli..Şairin ifâdesiyle "Yaşamak güzel şey be kardeşim !"
"Kalkın ey felâh-ı vatan dediler kalktık; onlar oturdu biz ayakta kaldık"