Erzurum'da salgın hastalıkların geçmişi

İnsanoğlu, kendisine bahşedilen hayat sürecini uzatmak ve yaşam koşullarını kolaylaştırmak için çabalarken dünyanın kendisine sunduğu zorluklarla da her an mücadele etmek zorundadır.

Tarih sayfaları, hastalıkların ve savaşların çoğunlukta olduğu bu mücadelelerin sayısız örnekleriyle doludur.

“Çabuk unutan bir varlık olarak bilinen insan, ne yazık ki bu mücadeleleri ve hayatın gerçeklerini bilmesine rağmen her şeyi hayatın akışı içerisinde çabuk unutur ve hatırlamaz.

Bu özelliğinden dolayıdır ki, dinler ve düşünce sahipleri, insanlara bu özelliğini hatırlatmaya çalışır.

Peygamber Efendimizin  “Ölüm gelmeden hayatın, hastalık gelmeden sağlığın, meşguliyet gelmeden boş vaktin, ihtiyarlık gelmeden gençliğin, fakirlik gelmeden  zenginliğin.” kıymetini bilin ifadesi bu hatırlatmanın en güzel örneklerinden biridir.

Bilindiği üzere şu an tüm dünya insanları olarak salgın bir hastalığın tehdidi altındayız. İnsanlar korku ve ümit arasında bu hastalıktan en az zararla çıkmanın gayreti içerisindeler.

Ölümün soğuk yüzünü hatırlatan ve sağlığın kıymetini ortaya koyan bu korkutucu tablo aynı zamanda insanın bilgiye olan ihtiyacını da ortaya koymaktadır.

“Yeryüzünde insanlık yokken hastalıklar vardı” bilgisi, dünya üzerinde yaşayan insanların her an, çeşitli hastalıklarla muhatap olacağına işaret etmektedir.

Medeniyetleri ortadan kaldıran milyonlarca insanı yok eden çoğu kez insanı aciz bırakan veba, çiçek, sıtma, verem, cüzzam, tifo, tifüs, kolera, trahom gibi hastalıkların ürkütücü hikâyelerini tarih sayfalarından öğreniyoruz.

1347 yılında Avrupa nüfusunun dörtte birinin, yine 1335 yılında  Asya kıtasında 24 milyonun vebadan, 1918-1920 yılları arası 50 ile 100 milyon civarında insanın İspanyol Gribi’nden ölmesi salgın konusunun vahametini ortaya koymaktadır..

Tarihî İpek Yolu üzerinde bulunan ve Osmanlı’nın en büyük gümrüklerinden birine sahip olan  Erzurum’da  bu salgın hastalıkların zaman zaman yaşandığı şehirlerden biridir.

Erzurum’un da sağlık konularıyla ilgili tespitlerde bulunan seyyahlar ve uzmanlar, şehirdeki salgın hastalıkları lağım kanallarının olmayışına, suların kirliliğine, derelerin ıslah edilmemesine, temizlik kurallarına uyulmamasına, şehrin kuzeyinde bulunan bataklığa, yeterince ilaç ve sağlık personelinin bulunmamasına, tuvalet kültürünün yaygınlaşmamasına ve kaderci bir anlayışın hakim olması gibi sebeplere bağlamaktadırlar.

Erzurum’un Sıhhat müdürlerinden Dr. Şerif Soylu, 1913 yılında hazırladığı raporda hastalıkların sadece sulardan kaynaklanmadığını, fakir halkın soğuktan korunmak için bir odada yattıklarını ve hastalıkları bulaştırdıklarını ayrıca hastalıktan korunmayı bilmediklerini, hatta ölen insanların elbiselerinin ve çamaşırlarının dahi kullandığından söz etmektedir.

1632 yılında Erzurum’a gelen Tavernier, şehirde göz hastalıklarına yakalanma riskinin çok fazla olduğunu belirterek konuyla ilgili uzman bulunmadığını ,bu sebeple yanına bir Fransız cerrah getirdiğini ve bir çok hastaya da yardımcı olduğunu yazmaktadır.

1828-1829 Osmanlı- Rus Savaşı’nda Erzurum’da bulunan Aleksandr Puşkin, şehirde veba salgını olduğunu öğrendiğinde çok korktuğunu, bu sebeple hemen uzaklaşmak istediğini söylemektedir. Puşkin, bir pazar yerinde gördüklerini : ‘’Bir silahçı dükkânı önünde durup, bir hançeri gözden geçirmeye başladım. Ansızın bir el dokundu omuzuma döndüm ve korkunç bir dilenciyle burun buruna geldim. Yüzü ölü gibi sararmıştı. Kan çanağına dönmüş irinli gözlerinden şıpır şıpır yaş akıyordu. Veba düşüncesi yine içime düştü. Dilenciyi anlatılmaz bir tiksinti duygusuyla itip, gezintiye çıktığıma bin pişman Saraya döndüm. Ama merakım ağır bastı. Ertesi gün hekimle birlikte ben de ordugâha gittim. Burada vebalılar vardı çadırdan bir hasta çıkarıp getirdiler. Yüzü sapsarıydı. Sarhoş gibi sallanıyordu. Bir başka hasta kendinden geçmiş yatıyordu. Vebalıyı gözden geçirip zavallı adama çabuk iyi olacağı ümidini verirken iki Türk ilgimi çekti. Bunlar hastanın koluna giriyor, onu soyuyor elleriyle vücudunu yokluyorlardı. Adam sanki veba değil de nezleydi. Bunu görünce Avrupalı ürkekliğinden utandım.” cümleleriyle anlatmaktadır.

Puşkin, Erzurum halkının, gördükleri her Frenk’i hekim sandıklarını, bunun için kendisini görenlerin hemen dillerini çıkardıklarını bu durumun da kendisini çok rahatsız ettiğini belirtmektedir.

Puşkin’i doğrulayan İngiliz belgeleri ,1805 ve 1830 yılları arasında Erzurum’da ciddi bir veba salgınından bahsetmektedir.

Veba salgınının ülke genelinde yayılması üzerine 1838 yılında kurulan Karantina Meclislerinden biride Erzurum’da çalışmaya başlamıştır.

1839 yılında etkisinin azaldığı sanılan vebanın 1840 yılı Eylül’ünde Erzurum köylerinde tekrar görüldüğü ve salgının 1841 yılı başlarında azaldığı, Mayıs ayından itibaren de tekrar şehre döndüğü, bir yıl sonra Erzurum’un kuzeydoğusunda baş gösterdiği ve 1843 yılında ise azaldığı kaynaklardan anlaşılmaktadır.

Hastalığın Erzurum ve havalisinde tekrar görülmesi üzerine 1841-1842-yılında Erzurum Karantina Müdürüne “ Erzurum Karantina Baş Müdürü” unvanı verilerek 2000 kuruş aylık bağlanmış ve başmüdürlük emrine de iki tabip verilmiştir.

1877 -1878 Osmanlı Rus savaşında Erzurum’da görev yapan  Charles S.Ryan  şehirde tifüs, kangren, kan zehirlenmesi, zatürre gibi hastalıkların görüldüğünü yazmaktadır.

Erzurum’da Türklerin ve Ermenilerin kümeler halinde tifüsten öldüklerini bu salgından Rus askerlerinin de etkilendiklerini anlatan  Ryan ,o günleri “Aralık ayı başında hava çok kötü bir hale geldi, pek çok kar yağdı ve hastaneler hastalarla doldu. O halde ki şimdi şehir hastanelerinde dört bin hasta ve yaralı bulunuyordu… Hastalık etrafı kırıp geçirmeye başladı. Keskin soğuk yaralıların çektikleri azabı şiddetlendirdi. Bir yaralının kırılmış kolunu ameliyat ederek omuzundan kesmiştim ve adamın hayatını kurtarabileceğimi umuyordum; fakat hüküm süren korkunç soğuk benim gayretimden kuvvetli çıktı. Zavallı yaralı Zatülcenb’e yakalanarak bir gün içinde öldü” diyerek özetlemektedir.

Erzurum’da görev yapan doktorların neredeyse tamamının tifüse yakalanıp yatağa düştüğünü anlatan Ryan, tifüs salgınının şehri kırıp geçirdiğini, bu hastalıktan 27 doktorun öldüğünü, 1878 yılının başlarında asker ve sivil halktan çok sayıda insanın kaybedildiğini ifade edip,  şehirde bulunan 17 000 kişilik askerden her gün 302’sinin öldüğüne dikkat çekmektedir.

Ryan, hasta insanların gölge gibi yerlerde sürüklendiklerini ve ölenlerin karlar üzerine düşüp kaldıklarını, şehirdeki başıboş köpek sürülerinin de bu cesetleri parçaladıklarını gözlemlerinde ifade etmiştir.

1876-1877yılları arasında Anadolu’yu gezen ve seyahatinde yolu Erzurum’a da düşen Freud Burnaby şehirdeki Askeri Hastanede Rum bir baş cerrah ile Macar bir asistanın bulunduğunu belirtip, hastaların çoğunun tifo’ya yakalandığını, yer darlığı sebebiyle de tifo hastalarının, göz hastalarıyla birlikte yattıklarını ayrıca halkın tıbbî bilgiler ve ilaçlar konusunda hiçbir malumatının olmadığını dile getirmektedir.

Bu konuyla ilgili olarak 17. yy ’da Anadolu’ya gelen Fransız seyyah Thevenot  “ Türklerin genelde ilaç kullanmadıklarını, çok gerekli olunca Hristiyan ve Musevi hekimlere başvurduklarını, Ermeni ve Yahudilerin ise ilaç yaptıklarını anlatmaktadır.

1880 yılında Erzurum’da bulunan üç eczanenin İtalyan Dr Lavin ile Giovanni Ricci, ve Agop Uzunyan isimli gayrimüslimlere ait olması bu değerlendirmeleri teyit etmektedir.

1910 yılında ahaliden 1500 kişinin tifo’ya yakalanması üzerine Erzurum Valisi Mehmet Emin Bey’in, Dahiliye Nezareti’ne bir telgraf çekerek şehri tehdit eden tifo, dizanteri gibi hastalıklara yol açan su kaynaklarını ve şehrin kuzeyindeki bataklığı rapor etmesi, şehirdeki salgını ve sebebini özetler niteliktedir.

Dr. Şerif Soylu, 1907 yılında şehir merkezinde 300’den fazla çocuğun kızıldan vefat ettiğini, bunun sebebini ise” Kızıl” ve “Kızamık” hastalığına yakalanmış çocukların iyileşmeden hamamlara götürülmesine ve hastalığın bu suretle yayılmasına bağlamıştır. Dr. Soylu, kızıl ve kızamıktan canının kurtarıp da 5-6 yaşına ulaşan çocukları şanslılar kervanına katmaktadır. Umumi tuvaletlerin lağımlarının şehrin kuzeyindeki bostanları sulamasının da sağlık için ciddi tehditler oluşturduğunu dile getiren. Dr. Şerif Soylu, evlerin yarısında tuvaletin olmadığını vurgularken, mevcut tuvaletlerin de sağlıksız olduğunu, helası olmayan evlerde pisliklerin kül ve tezeklerle dışarı atıldığını, lağımların içme sularına karıştığını bu nedenle salgın hastalıklara davetiye çıkarıldığını ifade etmiştir.

Erzurum’un sağlık konusunda en önemli şahsiyetlerinden biri olan  Sıhhat Müdürü Dr Şerif Soylu, şehirde çiçek, kızıl, kızamık ,kuşpalazı,, dizanteri, kolera, trahom, tifo ve kalp hastalıklarının yaygın olduğunu raporlarında belirtmiştir. Dr. Şerif Soylu, bu hastalıklar içerisinde en fazla tifo hastalığı üzerinde durarak, tifonun vilayetin her yöresinde görüldüğünü belirtmiş ve gördüğü manzarayı “Hindistan’da Kolera neyse Erzurum’da da tifo aynıdır” sözüyle ifade ederek 1908 yılında ahali ve askerden 1500 kişinin tifodan öldüğünü  vurgulamıştır.
Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.