Eğitim Haber Girişi : 25 Eylül 2018 17:40

DESAM’dan eğitim raporu

DESAM’dan eğitim raporu
Demokrasi ve Eğitim Stratejik Araştırmalar Merkezi (DESAM) Başkanı Gürkan Avcı: Eğitimde uzmanlık, ehliyet ve liyakat temel ilkemiz olmalıdır.
Erzurumajans-Demokrasi ve Eğitim Stratejik Araştırmalar Merkezi (DESAM) Başkanı Gürkan Avcı, “Küreselleşme, bilişim çağı, yapay zekâ ve dijital devrimin etrafını sardığı insanlık ailesinin yaşadığı büyük değişim ve dönüşümden giderek daha hızlı bir şekilde etkilenen Türk toplumunun bu yenidünya karşısındaki çaresiz kafa karışıklığı artan bir ivmeyle devam ediyor” dedi.

Yeni dünyada bilgi ve eğitime ulaşma neredeyse tamamen zahmetsiz parasız hale geldiğini anlatan Avcı, “Eğitim ve bilgi akışı mekân -sınır tanımadan saniyeler içinde gerçekleşiyor. Herhangi bir bilgi - eğitim datası - görüntü - video - haber sanallaştığı anda sınırsız sayıda bire bir kopya edilebiliyor. Bu yüzden çok rahat bir şekilde dijital devrimin eğitim sistemlerini de allak bullak ettiğinden bahsedebiliriz. İnternetin eğitim sistemlerindeki kaldıraç etkisi bütün eğitim disiplin, felsefe ve ilkelerinde alışılmışın çök ötesinde bir hareketlenme ve yenilik başlatmıştır. Bu büyük değişim eğitimi de arz-talep dengesi üzerine oturttuğu gibi eğitimdeki yaklaşım, davranış ve söylemleri de yeni baştan oluşturmaya devam etmektedir” diye konuştu.

“Bu kadar hızla değişen dünyada hemen her konuda ‘sorun bu, çözüm de şudur demek mümkün değildir” diyen Avcı açıklamasını şöyle sürdürdü; “Amacımız dünyadaki değişimi anlamak ve belki de bizim için en önemlisi bu değişimi Türk toplumu lehine olumlu mecralara çekip kaçınılmaz olan olumsuz yanlarından korumaya çalışmak olacaktır. Bunun için özel bir bakış açısıyla (Teknopedagog, teknososyolog, teknopsikolog edasıyla) bir birinin içine geçmiş siyasal, sosyal, kültürel, ekonomik, pedagojik alanları iyi etüt edip Türkiye’nin derin yapılarının ve insanımızın doğasının bütün karmaşasının içerdiği değerli bilgileri, bizi geleceğe götüren dinamikleri analiz ederek, öngörülerimizi güncellemeye, analizlerimizi birleştirmeye dönük bir çalışma yaptık. Yoksa bu yenidünyayı öngörmek hiç kolay bir iş olmadığı gibi öngörüler üzerinden net konumlanmak kimsenin harcı da değildir. Çabamız Türkiye’nin atması gereken adımları anlamaya ve analitik silo oluşturmaya çalışmaktan ibarettir”

MİLLİ EĞİTİM NE KADAR MİLLİ?

Türk toplumu arasında Milli Eğitim Sisteminin; kimileri için otoriter, vesayetçi, kimileri için laik-dinsiz, kopyacı kimileri için ilkel, hantal ve kırtasiyeci, kimileri için piyasacı, kapitalist, kimileri için baskıcı, İslamcı, mezhepçi, kimileri için faşist, ırkçı, kimileri için şövenist, militarist, partizan, kimileri için derin, pragmatist yahut, sığ ve sahipsiz olduğunu anlatan Avcı, açıklamasını şöyle sürdürdü;

“Türkiye bu zihinsel parçalanmışlığın çözümü için eğitimde duyulan yeniden yapılandırma ihtiyaçlarının gereklerini yerine getirmelidir. Demokratik bir Türkiye için en başta eğitim sisteminin demokratikleştirilmesine ihtiyaç vardır. Bilgi ve kültür toplumunu hedefleyen bir Türkiye’nin en başta eğitim sistemini tüm basamaklarıyla tamamen parasız, adil ve eşitlikçi fırsatlar sunan aydınlanmacı, halkçı, bağımsızlıkçı, bilimsel, nitelikli ve kati surette özgün/milli bir forma kavuşturması gerekmektedir. Aksi yöntemler sorunu kronikleştiren politikaları, ayrışmaları ve uygulamaları art arda devreye sokacaktır. Çünkü eğitim sistemi yahut Türkiye’deki haliyle sistem anarşisi siyasi bakışı, felsefeyi, ekonomiyi ve toplumsal davranışları hazırlayan, yaygınlaştıran ve derinleştiren başlıca amildir.

TÜRKİYE’DE HİÇBİR ŞEY EĞİTİM KADAR İDEOLOJİK OLMADI

Bu itibarla eğitim sistemi Türkiye’nin en çok tartışılan alanlarından birisi olma vasfını hiçbir zaman kaybetmedi. Türkiye’de hiçbir konuya da eğitim kadar ideolojik yaklaşılmadı. Cumhuriyeti kuran kadro, son Osmanlı'dan devir aldıkları anlayışla, eğitim sistemini yeni insan tipi yetiştirmenin en önemli aracı olarak görmüştü. Bu alışkanlığın devamı olarak tüm iktidarlar ve dahi ideolojik merkezler toplumsal hayat içerisinde ikbal / siyasi gelecek kazanmak amacıyla eğitim devrim/reformlarına/yatırımlarına özel ve yoğun bir gayretle sarılmaya devam etmektedirler.

Bugün dahi eğitimi konuşmaya başladığımız da önümüze çıkan en büyük engel, siyaset/ideolojiler üzerinden konuşma mecburiyetidir. Bu nedenle tartışılması gereken konuları yeterince bilimsel/akılcıl ve pedagojik temelde dünyanın/ülkenin reel ihtiyaçları bağlamında konuşamıyor ve düşünsel / siyasi çeşitlilik içerisinde çıkış yollarını objektif /nesnel bir akılla pek üretemiyoruz.

Böylece her iktidar değişikliğinde üzerinde oynanan bir eğitim politikası Türkiye’nin makûs talihi olmuş; hatta aynı partinin iktidarlarında dahi farklı hükümet ve milli eğitim bakanları bile eğitim politikalarını sürekli olarak değiştirmiştir.

Batı merkezli bir çözümsel vizyonunda ciddi bir problem olduğu tecrübesiyle evrensel değerler ile demokratik, bilimsel, eleştirel, nitelikli eğitimin amaçlanması durumunda özgün bir eğitim sistemi başarılabilecektir. Türkiye’de temel sorunlardan birisi de otoriter, etnosantrik, normatif, insan haklarına dayanmayan eğitim politikalarıdır.

ÖĞRETMENLER OLMADAN EĞİTİM REFORMLARI BAŞARILI OLAMAZ!

Ak Parti iktidarı döneminde Türkiye’nin geçmişte olduğundan daha büyük eğitim bütçesine, daha fazla okula, dersliğe, öğretmene, öğrenciye, araç gerece sahip olduğu bir vakıadır. Ancak bu paralelde daha bilimsel, demokratik, kaliteli, daha başarılı, dünya ile daha fazla bütünleşmiş bir eğitim sistemi inşasında yeterince mesafe kazanılamamıştır. Akıllı tahtalarla, tabletlerle, projeksiyon cihazlarıyla, yeni okul binalarıyla ve her il ve ilçeye üniversiteler/yüksek okullar açarak altyapı güçlendirilmiş fakat aynı bazda sonuç/çıktı elde edilememiştir. Öğretmenler/eğitimciler ikna ve motive edilmeden ve kazanılmadan yapılan en iyi reformlar dahi başarısız olmaya mahkûmdur.

Eğitim sisteminde yaratılan sürekli değişim/gerilim ortamı eğitim bileşenlerinin birbirlerine, eğitim kurumlarına ve devlete duydukları güveni hızla sarsmaya başlamıştır. Araştırmalar eğitim bileşenlerinin eskisine göre daha mutsuz/umutsuz hale geldiğini göstermektedir.

Okullar tek tip/ideolojik insan yetiştiren toplumsal mühendisliğin aracı/evirim hapishanesi yerine evrensel ölçütler içerisinde bilginin, kültür ve etiğin kuşaklar boyunca aktarılmasını sağlayacak yol ve yöntemlerin öğretildiği yaşam/insanlık neşesi saçan mekânlar haline getirilmesi bugün Türk toplumunun genelinin en güçlü arzusu haline gelmiştir.

TÜRKİYE’NİN KOPYA EĞİTİM REFORMLARI OLMAMALI!

Eğitim politikaları ve okulların sürekli olarak deneme yanılma talimhanesine dönüştüğü; derin ve güçlü bir eğitim tarihi olan Türkiye’nin kopya ve özentili eğitim reformları yerine özgün bir felsefe ile klasik eğitim anlayışını modern eğitim anlayışıyla gelenek temeli üzerinde yükselmesi gerektiği toplumun her kesiminin söylemlerinde ortak temenni haline gelmiştir.

Özelde siyasallaşan ideolojilerin egemenliğinde, genelde ise konjonktürel/sıkışık bir Araf’ta bulunan Türk Eğitim sistemi aslında kendi gibi olamama ve buna karşın olmayı hedeflediği gibi yapamama depresif ruh hali içerisinde kıstırılıp kalan politik mahkûmiyetten demokratik/bilimsel bir insicamla derhal kurtarılmayı beklemektedir.

Toplumun kimi kesimleri “Evrim/Atatürk/Cihat/Din Dersi” gibi tabular üzerinden tartışılan eğitimin sorunlarını bilimsel ve akılcıl bir zemine taşıma çabalarını artırmıştır. İyi insan, iyi vatandaş, iyi birey olma yolunda çocukları hayata hazırlayan bir eğitim sistemi özlemi büyümüştür. Eğitimi konuşurken tabular, yasaklar, fakat’lar ve ama’larla masaya oturarak Türkiye’nin zaman ve enerji kaybetmesine neden olan katı ideolojik kesimlerin mevzi kazanmasına müsaade edilmemelidir.

Türkiye sınavcı, ezberci, dershaneci (özel ders ve merdiven altı dershaneler astronomik oranda artmaya devam etmektedir), dizginsiz, kuralsız ve piyasacılığa dayalı eğitim politikalarını terk etme konusunda daha kararlı ve güçlü politikalar irade edilmelidir. Aksi takdirde: eğitimin niteliğini ve bilimselliğini neoliberal rekabet ilişkilerine kurban etmeye, gençliği deist bir yaşam kültürüne savurmaya müsaade edilmiş olunacaktır.

Örnekle; eğitim sisteminin dogmatik siyasi/kültürel genetik kodları kadınları ataerkil ev ve aile ile özdeşleştirmiş, 12 yıllık zorunlu eğitim yasasına rağmen kız çocuklarının eğitime katmada yüksek başarıyı sağlayamamış / kadınlara yönelik şiddetin eğitim ve istihdamda fırsat eşitsizliğinin artmasının en etkin kaynağı olmaya devam etmiştir.

Politikacıların eğitim sisteminin sorunlarını çözme yöntemi, kendine özgü bir gelenek ve ideolojik anlayış doğrultusunda öğrencileri denetleme ve eğitimcileri baskı altına alma yönünde olmuştur. Hâlbuki çözüm, özgürleşen eğitim bileşenlerinin öz denetimlerini geliştirmelerine destek veren düzenlemelerle revize edilmesidir.

EĞİTİMDE UZMANLIK, EHLİYET VE LİYAKAT TEMEL İLKEMİZ OLMALIDIR!

Eğitim rejimimizin temeli uzmanlık, ehliyet ve liyakat olmalıdır. Halkçı, nitelikli, bilimsel, tarafsız, ehil, dürüst, etkin ve eşitlikçi, adil, çağdaş, inovatif ve verimli bir eğitim sistemi oluşturamamamızın en önemli ayaklarından birisi de işte uzmanlık ve liyakatin değil sadakate ve yandaşlığa dayalı patronaj sisteminin eğitimdeki gücünü kıramamamızdır.

Eğitimde patronaj sisteminin sonucudur ki önü alınması imkânsız bir şekilde ülkenin her tarafında ve her eğitim birim ve kurumunda kadro ve terfi konularında yetenek ve liyakatin göz ardı edilmesinin önü kesilememiştir. Eğitim bürokrasisini sarmalayıp kuşatan patronajcı kayırmacılık ve kollamacılık eğitimi içten içe kemirmekte ve çürütmektedir.

Eğitim yönetiminin partizanlaşmasına asla müsaade verilmemelidir. Yetenekli, uzmanlık sahibi ve göreve layık kimselerin partili olmasına bakılmaksızın değerlendirildiği bir Türk Eğitim sistemi inşasına mecburiyet ve mahkûmiyetimiz bulunmaktadır.

Eğitim sisteminin partileşmesi, siyasallaşması eğitimde var olan uzmanlık, birikim ve deneyimden öğrencilerin yararlanmasını engellemek demektir.

EĞİTİMDE AŞIRI MERKEZİLEŞMEYİ KIRMALIYIZ!

Aksi takdirde eğitimin verimliliği, hizmet kalitesi ve sorun çözme kapasitesi her geçen gün zayıflayarak, eğitim bileşenleri arasındaki karşılıklı güveni, iş birliğini ve risk alma kapasitesini azaltır. Eğitim camiasında örgüt kültürü, bir kurumsal kültür oluşturularak sağlanabilir. Örgüt kültürünün gelişmemesi eğitim yönetiminin aşırı merkezileşmesine de yol açar. Bu da eğitim camiasının özgüven kaybına neden olur.

Bu durumda eğitim yöneticileri, okul idarecileri dâhil, rutin işlerini yürütürken dahi merkezin vereceği olası tepkileri hesaplamak zorunda kalır. Eğitimde merkeziyetçi sistem, eğitim yöneticilerini sadakat gösterisine, göze girme ve başkalarını gözden düşürme yarışına sürüklenir.

Eğitimcilerin çalışma arzusu zayıflarken, sorumluluk almaktan kaçınma eğilimi öne çıkar. Her konunun yukarıdan belirlenmesi ve merkezi denetimin oluşturduğu korku atmosferi inisiyatifi, girişimi ve yaratıcılığı boğarak zamanla öldürür.

Sürekli yukarıyı kollama, yanlış yapma veya cezalandırılma korkusu eğitimcilerin risk taşıyan işlerden geri durmalarına neden olur. Yapılacak işleri ertelemelerine ve sorumluluğu başkalarına yıkacak yöntemler aramalarına yol açar. Sonuçta merkezileşme sorunlara yönelik çözümcü iş yapma ve önemli sorunlara çözüm üretme kapasitesini sürekli düşürür.
 
TÜRKİYE KALİTELİ ÖĞRETMEN YETİŞTİRMELİDİR!

Türkiye eğitim parasını nitelikten daha çok niceliğe harcadı. Türkiye UNICEF raporuna göre refah koşullarına yönelik ‘eğitim kalitesi’kategorisinde sonuncu sırada. Türkiye eğitim bütçesinin çoğunu öğretmen yetiştirme ve inovasyon politikalarına ayırmalıdır. Tüm reformlara rağmen Türk eğitim sistemi halen ezberci ve sınavcı bir formda ilerliyor. Uygulamalı eğitim ve deney yok denecek kadar az. Bilgiyi içselleştiren bir eğitim sistemi kuramadık, kuramıyoruz. Çünkü müfredat ve kitaplar bilgi odaklı. Kavram ve keşfetme odaklı değil. Çocuklar dersleri ve konuları karşılaştırma, analiz ve değerlendirme yaparak anlamlandıramıyor. 

TÜRKİYE’NİN YAŞADIĞI SORUNLARIN SORUMLUSU DA SUÇLUSU DA EĞİTİM SİSTEMİDİR! 

Türkiye'nin ciddi sorunlarla boğuştuğu ve ciddi değişim yaşadığı bir süreçte en fazla sesini duyurması ve çözümüne katkıda bulunması gereken üniversitelerin, rahatsızlık verecek derecede sessiz kalmasının nedeninin YÖK’ün yapısında aranması gerekiyor. Üniversitelerimizin psikoloji, siyaset bilimi, mühendislik, teknoloji, uluslararası ilişkiler, kamu yönetimi, sosyoloji ve benzeri kürsülerinden Türkiye'nin sorunlarının çözümüne dair çıt çıkmıyor.

Türkiye'de herkes konuşuyor ancak en fazla konuşması gereken, muasır Türkiye'ye katkıda bulunması gereken, Türkiye'nin önündeki engelleri aşması için rehberlik yapması gereken üniversiteler ve bilim insanları hiç konuşmuyor. En etkin taşıyıcı olması gereken üniversitelerimizin özgürlüğü, adaleti sağlamada öncü rol üstlenmesi gerekir. Türkiye'de, üniversitelere olağanüstü yatırım yapıldığı bir süreçte bilgi noksanlığını ideolojiyle dolduran, mesuliyetsiz bir özgürlük talep eden üniversitelere değil gerçeği arayan ve etkin sosyal rol üstlenen üniversitelere ihtiyaç var.

Öğrenci, öğretmen ve velilerin tüm eğitim bileşenlerinin okulla ilgili ciddi sorun ve kaygıları bulunuyor. Okullar etrafına yaşam zenginliği/sevinci veremiyor. Okullarımız kitap okuma alışkanlığı ve etiği de veremiyor, aşılayamıyor. Öğrenci, veli, öğretmen herkes hem sistem anarşisi, eşitsizlik ve adaletsizliklerle hem de sınav derdiyle uğraşıyor. Okullarımız ve üniversitelerimizde gençler keşif yapma, araştırma, sorgulama, özgürce seçme, bilim yapma yerine var olma, ayakta kalma mücadelesiyle meşgul. Bu nedenle gelişmeyi yeterince yakalayamıyoruz. Eğitimi meslek kazanma ve işe girme aracı olarak görüyoruz. Bu yüzden tersine beyin göçü evresini ancak temenniden öteye geçmeyen laflarla başlatabiliyoruz.

Terör, yoksulluk, adaletsizlik, ayrımcılık, küresel ısınma, fırsat eşitsizliği, çevre kirliliği, nüfus artışı, kültür, siyasi yozlaşma, trafik terörü, deprem gibi sorunların çözümünde üniversitelerin sessiz kalmasına tahammül edilmemelidir. Üniversiteler kendilerini bu sorunların dışında tutamaz. Üniversitelerimiz sokaktaki insan içinde çözüm üretmelidir. Üniversitelerimiz bulundukları il ve ilçe için dünyaya açılan birer pencere olmalıdır. Üniversiteler gerektiğinde toplumla, yöneticilerle ve iktidarlarla ters düşen fikirler ortaya koyar, onları eleştirir. Aksi halde toplumsal ilerleme olmaz. Aksi halde özgür üniversite de olmaz. Türkiye’nin yaşadığı beyin göçü sorununun sorumlusu ve suçlusu da, tersine bir beyin göçü politikası vizyon ve becerisi olmayan da YÖK’tür.

EN BAŞTA EĞİTİM HEDEFLERİMİZİ BELİRLEMELİYİZ!

Eğitim bilgilendirmeden daha çok özgürleştirmedir. Türkiye’nin eğitimin anlamını tekrar tanımlamaya, güçlü ve özgün bir eğitim felsefesi oturtmaya ve her şeyden çok çok daha önce 2023 - 2053 - 2071 eğitim hedeflerini belirlemeye ihtiyacı vardır. Bilimin, aklın ve kadim medeniyetimizin ışığında ve ortak akılla, konsensüsle hazırlanacak bir yol haritasına ihtiyaç vardır.

Yaşamakta olduğumuz küresel ve bölgesel sorun/sarsıntılara rağmen Türkiye heyecan verici bir potansiyele sahiptir. Milli özgüvenimizi yineleyerek en başta eğitim alanında daha uzun vadeli ve derinlikli hedefler ortaya koyarak başarabiliriz.

Cumhuriyetimizin 100. yılına yönelik hedefleri en başta eğitim alanında ortaya koymalıyız. Buna göre 2023 yılına tüm dünyada marka olmuş bir eğitim sistemi hedefimiz olmalıdır. Değişimin çok boyutlu ve hızlı bir şekilde yaşandığı, rekabetin yoğunlaştığı ve belirsizliklerin arttığı günümüz Türkiye’sinde, kaliteli ve çağdaş bir eğitim sistemi, geçmişte olduğundan çok daha gerekli hale gelmiştir. Böylesine riskli bir süreçte, eğitim sistemimiz her alanı detaylı ve stratejik bir perspektifle belirlemeye odaklı olmalıdır. Eğitim sistemindeki bütün göstergeler, vahim durumumuzun, ancak bütün partilerin birlikte adım atmaları halinde düzelme yoluna girebileceğini göstermektedir.” 
Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.