Medya Haber Girişi : 22 Eylül 2017 23:30

Barzani nereye koşuyor?

Barzani nereye koşuyor?
Gazeteci Macit Gürbüz, Türkiye gündeminin ilk sırasındaki isim Kürt lider Mesut Barzani'yi yazdı...
Yıl 1990.
Hürriyet Gazetesi Van Büro şefiydim.
Barzani Körfez Savaşı'nın ardından Irak'ta barınamamış ve İran'a sığınmıştı.
Urumiye şehrine 30 Km uzaklıktaki Rajan köyünde karargahını kurmuş, adını da Mekteb-i Siyasi koymuştu.
Şimdiki gibi bir bölgesel yönetim merkezi yoktu o zamanlar. 
Saddam'ın zulmünden kaçan adamları sınırı geçerek bize sığınmıştı. Diyarbakır ve Muş'taki kamplarda barınıyorlardı.
Peşmergelerini İran'dan yönetmeye çalışıyordu.
Tehlike ve güçlükleri göze alıp, Yüksekova'nın Esendere sınır kapısından geçerek İran'ın Urumiye kentine gittim. 
Günümüzde sık sık Ankara'yı ziyaret eden Barzani'ye o dönem ulaşmak ve haber yapmak ayrı bir güçlüktü, onu yayınlayabilmek de ayrı bir risk ve sıkıntıydı.
Çünkü bölgede OHAL ilan edilmişti.
Turgut Özal özel bir KHK ile basına bir takım kısıtlamalar getirmiş, sansür uyguluyordu.
İşte bu şartlar altında Rajan köyünde Barzani ile özel bir röportaj yaptım.
Haberin yol hikayesini de anlatmamda yarar var.
Urumiye'de bana verilen adresteki otele yerleşip Barzani'nin adamlarını beklemeye koyuldum. Zaman geçmek bilmiyordu. Üçüncü günün sabahı umudumu kesmişken, dört kişinin resepsiyondan beni sorduklarını gördüm ve yanlarına gittim, tanıştık. Bir taksiyle onları takip etmemi istediler. Şehri terk edip stabilize bir yoldan bir buçuk saat kadar ilerledik. 
Sonunda Mekteb-i Siyasi'ye varmıştık. 
Bir eve alındım. Nüfus cüzdanım, basın kartım alındı, iki kâtip uzun uzun not aldıktan sonra ortadan kayboldular. Yaklaşık yarım saat sonra 'gel' dendi. İki bina ötedeki eve alındım. Az sonra bir koruma ordusuyla Barzani geldi. Üzerinde haki renkli bir giysi vardı. General ya da başkomutan edasıyla hareket ediyordu. Silahsızdı.
Tokalaştık, bağdaş kurup oturduk, başladık konuşmaya. 
Fotoğrafa dikkatle bakınız lütfen.
Özensiz bir ortam, kötü bir döşek, duvarları naylonla kaplanmış oda.
Karşımıza iki kâtip oturdu. Konuştuğumuz her kelime birazdan rahlelere oturan iki kâtip tarafından kaydedilecekti. Barzani'nin önüne eski yazı ile yazılmış bir yazı kondu. Yazı az önce nüfus cüzdanımdan alınan nüfus kayıt örneğimdi. Nottaki bilgilerime göz ucuyla baktı, kâtiplere başıyla işaret etti ve sohbet başladı.
Sözlerine, Türkiye'nin Kürt sorununu halletmedikçe o zamanki adı AT (Avrupa Topluluğu) olan Avrupa Birliği'ne giremeyeceğini iddia ederek başladı.
Türkiye'nin bu sorunu çözüme kavuşturmadığı ve 12 milyon insanın kültürel ve ferdi haklarını tanımadığı sürece hiçbir Avrupa ülkesinin Türkiye'yi AT'na almayacağını ifade etti ve "Söz birliği ettiler, başka alternatifiniz yok" dedi.
Bu uğurda AB ile geldiğimiz noktaya baktığımızda, Barzani'nin 27 sene önceden bu gerçeği görmesi ve hatırlatması oldukça manidardır.
Barzani, Stockholm'deki Sosyal demokratlar toplantısında SHP Genel Başkanı Erdal İnönü ile görüşme fırsatı bulduğunu belirterek İnönü'den Diyarbakır, Mardin ve Muş'taki kamplarda bulunan peşmergelerin durumlarının iyileştirilmesini istediğini sözlerine eklemişti.
Oysa Peşmergelerin durumları gayet iyiydi.
Türkçe'den Kürtçe'ye, Kürtçe'den Türkçe'ye çeviri ile devam eden röportajımız yaklaşık 1 saat 45 dakika sürdü. 
Ayrılık vakti gelmişti. Barzani ile aramızda özel bir sohbet başladı. 
Nereli olduğumu sordu. 'Bayburtluyum' diye yanıtladım. 
'Bayburt nerede?' diye sordu. 'Doğu Anadolu ile Karadeniz Bölgesi arasında ancak coğrafî olarak Karadeniz bölgesine giriyor' dedim. 
'O zaman sen Laz'sın' dedi. Laz olmadığımı, Türk olduğumu ifade ettim. 'Hayır sen Laz'sın, inkar etme. Türk diye bir ırk yoktur. Türkiye halklardan oluşur. Sen de Laz'sın. Sana bu söylenmemiştir. Siz neden Kürtler gibi bir takım haklar elde etmek için mücadele etmiyorsunuz?' diye sordu. 
Afallamıştım. Irkımın Laz olması durumunda bunu rahatlıkla söyleyebileceğim bir ülkede yaşadığımı, ancak Laz olmadığımı yineledim. 
'Hayır sen halis muhlis Laz'sın. Sen de, ben de, kökü olan, kültürü bulunan, dilini konuşamayan, bir bölgeye sıkıştırılmış iki ayrı halkın çocuklarıyız' yanıtı geldi. 
Van'a döndüm ve haberimi hazırlayıp gönderdim. 
Ancak haber OHAL koşulları ve sansüre takıldı. 
Bizim haber belli ki bu yasaklara toslamıştı. 
Çok geçmeden haber müdürümüz Ertan Ünal aradı. Haberin büyük bölümünü Özal yasakları nedeniyle kullanamayacaklarını, gazetenin tüm kadrosu ile hukuk müşavirlerinin haber toplantısına çağrılarak bir çıkış yolu arandığını söyledi. 
Birkaç gün geçti. Sonunda haber son şeklini almıştı. Sadece Erdal İnönü ile Barzanî görüşmesi haberde yer alacaktı. 
Öyle de oldu. 



30 Nisan 1990 günü Hürriyet Gazetesi'nin 9 sütuna manşeti benimdi. 
"İnönü - Barzani buluşması"...
Haber kuşa dönmüştü.
Peki son günlerin gündem oluşturan ismi Barzani nereye koşuyor?
27 senede naylon duvarlı bir köhne odadan bölgesel yönetim başkanlığına taşınan Barzani aslında o gün ve devamındaki söylem ve eylemlerinin semeresini topluyor.
AB uğruna PKK'ya ve onun bölgesel yönetimine verdiğimiz tavizleri aklımıza getirelim.
Referanduma hazırlanan Barzani bana 'Türk diye bir ırk yoktur' demişti.
İdaresi altındaki Türk diyarları; Kerkük, Musul, Tuzhurmatı, Erbil ve Diyala'da yaşayan Türkmenleri tanımıyor, ona göre Türk yok çünkü.
Türkiye'de de, kadim Türkmen topraklarında da...
Barzani'nin az önce açıklanan MGK kararlarını da takacağını hiç sanmıyorum.
Referandumdan evet çıkacağından o kadar emin ki.
Bölgenin demografik, siyasi ve ekonomik yapısını lehine çevirmiş durumda.
Koltuğu uzun süredir sallantıda, meydanı Irak yönetimine, İran'a ve rakiplerine bırakmamak için şahin politikası güdüyor.
Bunu yapmak zorunda.
Referandumdan çıkan evet'i cebine koyup elini güçlendirmeye çalışıyor.
Arkasında da 'tavşana kaç, tazıya tut' diyen ABD ve İsrail var.
Bekleyip göreceğiz hep beraber, Barzani nereye koşacak...
Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.